ANILARIMDA AVUSTURYA KLAGENFURT 1989


23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk ulusal bayramı olma özelliğini taşımaktadır. 1921'den itibaren "23 Nisan Milli Bayramı", 1981 yılında ise "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" olmuştu.

UNESCO'nun 1979'u "Çocuk Yılı" olarak duyurmasının ardından, devlet kanalı Türkiye Radyo Televizyon Kurumu TRT'nin ''Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği'' ni başlatması ile bu bayram uluslararası düzeye taşınmıştı.

Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği için davetiye gönderilen dünya ülkelerinin çocukları, Ankara ve İstanbul'da aileler tarafından konuk edilir olmuştur. Ülkeler bu şenlikte, kendi ülkelerinin dansları ve folklorunu temsil eden bir grupla gelmişler ve dünya çapında bir şenlik ortaya çıkmıştı.

Ülkemizdeki bu uygulama, giderek bir çok ülkede, ''Uluslararası Çocuk Dans ve Barış Festivali'' olarak kutlanmaya başlamıştı.

23 Nisan 1987 Egemenlik ve Çocuk Bayramı şenliklerimize Avusturya Karintiya Eyaleti Başkenti Klagenfurt, başlarında idareci ve öğretmenleriyle, yaklaşık 20 kişilik bir ilkokul düzeyindeki öğrenciyle katılmıştı.

Klagenfurtlu öğrenci grubundan, Karmen ve Martina kardeşleri, TED İlkokulu 5. sınıf öğrencisi olan kızım Ceren konuk almıştı.

Şenliklerden sonra, Klagenfurtlu grubun yöneticileri de, çocuklarını konuk eden TED' li öğrenci ve velilerini, 1989 yılında düzenleyecekleri festivale davet etmişlerdi.

1989 yılı yaz tatiline girildiğinde, TED Ankara Koleji Okul Aile Birliği önderliğinde, 23 Nisan Şenliklerinde Klagenfurtlu öğrencileri ağırlayan çocuklar ve aileleri olarak katılmaya karar verdik. Üstelik, 286 km kuzeybatısındaki Venedik de seyahat programına alınmıştı. Belki de, 300 km kuzeybatısında bulunan Avusturya'nın başkenti Viyana'ya gitme fırsatı da yaratabilirdik.

10 Temmuz 1989 Pazartesi, Belgrad...

Bu sabah saat 04:00'te, Ankara TED önünden kalkacak olan otobüste, Aile dostumuz Yalçın ve Bahar İman'la aynı sıradaki koltuklarda yerimizi aldık. Kızı Işıl ile kızımız Ceren arka sıralarda diğer öğrencilerle yerlerini aldılar. Festivale katılacak öğrenciler, aileleri ve idarecilerle birlikte 48 kişi olmuştuk.

Okul Aile Birliği'nin yanı sıra okulda müdür yardımcısı olarak görev yapan arkadaşımız aynı zamanda gezi sorumlusuydu. Yoklama yaptıktan sonra, gezimizin birinci ayağının oluşturan Ankara Belgrad arasındaki 700 km'lik yolculuğumuzu başlattı.

Çocuklarımızın hep bir ağızdan söyledikleri şarkı, türkü ve esprileriyle zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık. Saat 12:00'de ulaştığımız Kapıkule sınır kapısında otobüsten inerek pasaportlarımızla geçiş vizesi için sıraya girdik.

Sıra bana geldiğinde uzun süre pasaportumu inceleyen Bulgar görevlisi ''Bulgarca biliyor musun?'' diye sormuş, anlamadığımı görünce de olumsuz bir işaret yaptıktan sonra biraz daha bekletmişti. Vize verilmiyecek telaşına girmiştik ki geç işaretini verdi de grupça rahatladık. Böylece 600 km'lik Sırbistan Başkenti Belgrad yolculuğumuz da başladı.

Bulgaristan'dan Sırbistan'a sorunsuz geçtikten sonra, Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği platoda yer alalan Belgrad'a saat 17:00'de ulaştık. Yaklaşık 13 saatlik yolculuğun yorgunluğuna rağmen, Grup yönetimince önerilen panoramik şehir turu olumlu karşılandı.

Şehrin merkezindeki muhteşem mimari yapıları izlerken Belgrad'ın atan kalbini hissettik. Ardından Belgrad Kalesi, Kalemegdan Parkı ve Zafer Anıtı gibi önemli simge yapıları gördük.

Tuna ve Sava Nehirleri arasında uzanan Belgrad, Eski Şehir ve Yeni Şehir olarak iki bölüme ayrılmıştı. Şehrin Komünist rejim döneminde inşa edile Yeni Şehir bölümüne geçerek, yapımı ve cephesi mimari görkem arzusunu yansıtan Sırbistan Sarayı'nın önünden geçtik.

Bu tur sırasında Belgrad'ın, Avrupa’nın önemli kültür ve sanat merkezlerinden biri olmanın yanı sıra, hem Sırbistan’ın en büyük şehri hem de en çok ziyaret edilen turistik merkezlerinden biri olduğunu öğrendik.

Tarihi Eski Şehir bölgelerindeki yüzlerce yıllık evler arasında keyifli geziler yapabileceğiniz şehirde Belgrad Kalesi, Belgrad Sarayı, Beyaz Saray, Rakovica Manastırı ve Aziz Mark Kilisesi gibi mimari şaheserlerin de muhteşem fotoğraflarını çekebilirsiniz. Dedi daha önce şehri birkaç kez gezmiş olan konuklardan biri. Ben de otobüs penceresinden fotoğraf çekmeye çalıştım.

Şehir panoramik turu bittikten sonra, saat 19:00'da, yerleştiğimiz katlardan Tuna ve Sava Nehri'nin birleştiği yeri bile rahatlıkla görülebildiği, ormanlık bir parkın yanındaki Hotel Serbia'ya yerleştik.

Bulgaristan ve Sırbistan sınır kapılarındaki pasaport kontrollerinden ötürü yolculuğumuz 15 saat sürdü. Önce yıkanıp, paklanmalı sonra da biraz dinlenmeliyiz.

Saat 21:00'de otelin restoranda buluşuyoruz. Çocuklarımız kendi aralarında masa seçerken, aile dostumuz Bahar ve Yalçın  aynı masayı paylaşıyoruz. Önceden anlaşıldığı üzere, herkes aynı listedeki yemekleri alıyor.

Bir taraftan yemek yerken bir taraftan da 15 saatlik yolculuk değerlendirildi. Grup ve çocuklarımız son derece uyumluydu. Hiçbir sorun yaşamadan buraya kadar gelindi, sonucuna ulaştık.

Saat 22:30'da odalarımıza çekilerek, 11 Temmuz Salı sabahına dinlenmiş ve enerji toplamış olarak yataklarımıza girdik.

11 Temmuz 1989 Salı, Klagenfurt Avusturya...

Her zananki gibi sabahın erken saatinde uyandım. Elimi yüzümü yıkayıp traş olduktan sonra otelden ayrılarak kısa bir çevre gezisi yaptım. Adeta ormana dönmüş parkta bir süre dolaştıktan sonra otele döndüm. Eşim Serap ile kızım Ceren de uyanmışlar, kahvaltıya gitmek için beni beklemişlerdi.

Kahvaltı salonunda grubun bütün üyelerini dinlenmiş ve zinde olarak gördüm. Neşeli bir havada kahvaltımızı yaptık. Grup yöneticimizin uyarısı üzerine, saat 10:00'da tur otobüsünde olmak üzere eşyalarımızı topladık.

Tam zamanında grubun bütün üyeleri yerini almıştı. Yaklaşık 620 km'lik ikinci etap yolculuğumuza başlayabilirdik. Herkesin yerini aldığını gören grup yönetimizin işaretiyle yolculuk başladı. Hırvatisyan ve Slovenye sınırlarından sorunsuzca geçtik. Slovenya sınırını geçtikten sonra yaklaşık 40 km yolumuz kalmıştı.

Molalarla birlikte 11 saatlik bir yolculuktan sonra, saat 21:00'de Klagenfurt Gençlik Hosteli önünde, festival komitesi ve konuk ettiğimiz çocukların velileri tarafından çok sıcak karşılandık.

Hal hatır sorulup, dinlenmemiz sağlandıktan sonra, önceden ayrılmış olan odalarımıza yerleştik.

Ülkemizde Pansiyon olarak tanımlayabileceğimiz Hosteller kendine has kültürü olan konaklama tesisleri olup ilk kez ,İngiltere’de 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştı.

1909’da Almanya’da gençlik konaklamaları olarak da düşünülmüş olan Hosteller, gençlere farklı kültürlerin bir araya geldiği sosyal bir deneyim yaşamanın yanı sıra uygun fiyata konaklama seçeneği sunmuştu.

Yatakhaneleri 3 kişiden başlayıp 30 – 40 kişiye kadar değişiklik gösterebiliyordu. Kalabalık ranzalı yatakhanelerde, yatakların yanında kişisel eşyalarınızı koyabileceğiniz bir dolap bulunmaktaydı.

Üniversite öğrencilerinin konakladığı bu tür Hostellerin kütüphane, mutfak, tuvalet ve duşlar gibi ortak kullanım alanları bulunuyordu. Genellikle 24 saat sıcak suyun bulunduğu Hostellerdeki diğer bir ortak kullanım alanı ise “common room” adı verilen ortak dinlenme alanlarıydı.

Bizim konakladığımız Üniversiteli Gençlik hostellerinden biriydi. Bizim için yemek hazırlamışlardı. Aklıma yatılı okuduğum İvriz, İstanbul Çapa ve Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi günleri geldi.

Yemekten sonra çocuklarımızın Ankara'da konuk ettikleri çocuklar ve aileleri ile bir araya geldik. Samimi ve sıcak bir sohbetten sonra yataklarımıza çekildik.