İSTANBUL SULTANAHMET MEYDANI


Her yıl on binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Sultanmeydanı ve çevresi tam bir tarih hazinesidir. Çevresinde; Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camii, Yerebatan sarnıcı, Obelisk, Dikili Taş, Yılanlı Sütun gibi birçok tarihi ve paha biçilmez eserlerin bulunduğu bu meydan, İstanbul turizminin kalbinin attığı yerdir. Yedi tepeli İstanbul’un birinci tepesinde yerini almış.

Doğu Roma İmparatoru Septimus Severus bu günkü yerine M.S 193-211 yılları arasında ilk ahşap hipodromu yaptırmış. Bu demektir ki Sultanahmet Meydanı yaklaşık 19 yüzyıl gibi uzun bir zamanın tanığı…

Septimus Severus tarafından yaptırılan ahşap hipodromun yanması üzerine, 306-337 yılları arasında, İmparator Konstantin tarafından yeniden tasarlanarak genişletilen Hipodrom, değişik İmparatorluk bölgelerinden getirtilen tarihi eserlerle donatılmıştır.


Atların, at binenlerin, araba ve at yarışlarının meydanı anlamına gelen” hipodrom”, eski dünyanın, özellikle Roma ve Bizans İmparatorluğunun eğlence yerlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Romalı ve Bizanslılar için arena ve hipodromlar, siyasal yaşamın da önemli parçalarıdır. Günümüzde 100 000 kişilik stadyumların yerini, o dönemlerde arena ve hipodromlar almış.

Hipodromun eni 117 metre, boyu 480 metre olmak üzere, kapladığı alan, yaklaşık 60 000 m2 dir. Bu büyüklükteki bir hipodromun kapasitesi 100 000 kişiliktir. Roma’nın dev arenası Kolezyum’un kapasitesinin 60 000 olduğu anımsandığında Sultanahmet Hipodromunun büyüklüğü daha iyi anlaşılır. O dönemde hipodromlar, 100 000 kişiyi bir alanda toplayıp, festivaller ve vahşi hayvanlarla yapılan dövüşleri seyrettirerek, halkın nabzını da tutma yeriydi.
Halkı eğlendirmenin ve yönlendirmenin mükemmel araçlarından biri stadyum ve hipodromlardır. Eğlence ve stres atmanın yolu günümüzde futbol olurken, o dönemlerde, arenalarda gerçekleşen kanlı dövüşler ve hipodromlardaki araba ve at yarışları olmuş. Başrolünü Charlton Heston’un oynadığı 1959 tarihli bir yapım olan” Ben-Hur” filminde bu konu antitez olarak işlenmiştir. Ben-Hur filmini gözünüzde canlandırın lütfen heyecan fırtınasını hissedebilmek için.

Venedik’te San Marco Meydanını gezerken, San Marco Katedrali’nin giriş alınlığında Mahşerin Dört Atlısı olarak tanımlanan bronz 4 at heykeli dikkatimizi çekmişti. Rehberimiz İstanbul’dan getirildiklerini söylemiş ve kısa hikâyesini anlatmıştı.

Müslümanlara karşı düzenlenen Haçlı seferlerinin maddi ve manevi yönden en büyük destekçisi olan Venedik Cumhuriyeti şövalyeleri girdiği birçok ülkede değerli olan ne varsa yağmalamışlardır. Bu tür yağmalardan Bizans’ın başkenti olan İstanbul da nasibini almıştır. 1204 yılında yağmalanan İstanbul’da, ele geçirilen bronz at heykelleri San Marco Kilisesinin terasında karşımıza çıkmaktadır. M.Ö 4.yüzyılda, Yunanistan’da yapıldığı sanılan bu atlar, antik çağdan günümüze sağlam olarak ulaşan ender heykellerdir.

Bizans İmparatoru II. Theodosios, Büyük İskender’in ünlü heykeltıraşı Lisippos’un yaptığı altın kaplamalı bronz at heykellerini, Sakız Adasından söktürüp Hipodromun yüksek ve ihtişamlı kapısı üzerine yerleştirmişti. İhtişamlı kapı üzerine yerleştirilen atlar, büyüklükleri kadar anatomik açıdan da mükemmel görünümleriyle çok etkileyici heykeller olarak biliniyor. Nitekim günümüz Avrupa’sının birçok şehrindeki zafer taklarının üzerinde birebir kopyaları yer almaktadır.

Bizans İmparatorluğunun önemli yapıları ve abideleri hipodrom çevresinde yapılanmış. Büyük Saray diye bilinen İmparatorluk Sarayı ve hipodromdaki” Kathiçma” denilen İmparatorluk locasının, şimdiki Sultanahmet Camisinin bulunduğu yerde yapılmış olduğu söylenir. Hipodromun yanından başlayan Büyük Saray, sahile kadar uzanırmış. Günümüzde bu saraydan kalan kalıntılar, sadece, büyük bir salonun yer mozaikleridir. Mozaikler dışındakilere gelince; Örme Dikilitaş, Mısır’dan getirtilen Obelisk, Delfi’deki Apollon tapınağında getirilen Yılanlı Sütundur. Yılanlı sütunda birbirine sarılan üç yılanın kafaları yok olmuş, yalnız gövdeleri kalmıştır.

Hipodrom ile kentin en önemli meydanı Agustein arasında bulunan Milerium Zafer takı, Roma’ya kadar uzanan yolun başlangıcı olarak kabul edilmiş ve ilk kilometre taşı buraya dikilmiş. Ayrıca; hamamlar, mabetler, dini, kültürel, idari ve sosyal merkezler de hipodrom çevresine yerleşmişler.

1453 Yılında İstanbul’u topraklarına katan Osmanlı İmparatorluğu, hipodromun özelliklerini bozmamıştır. 1204 yılında, Haçlıların işgaliyle zarar gören hipodrom, fetih sonrasında zaten harap durumdaymış. Osmanlı Padişahları, Bizans’tan kalan bu yapıyı, kendi geleneklerine uyarlayarak, önemsenmesini ve günümüze kadar gelmesini sağlamıştır. Fetihten sonra hipodrom cirit oyunları için uyarlanmış ve” At Meydanı” adını almıştır.

Osmanlı döneminde at ve at üzerinde gerçekleştirilen cirit oyunları önemli etkinliklerden biriydi. Bir bakıma, savaş oyunlarının birer provası olan cirit oyunları gerçekleştirilirdi. Sürekli akınlar düzenleyerek, yeni yerler ve ülkeler fetheden Osmanlı ve askerleri günlerce at sırtında kaldıklarından, cirit oyunları vazgeçilmez etkinlikler arasında yer almaktadır.

Onlarca kez ziyaret ettiğim Sultanahmet Meydanı’na, T1 olarak bilinen, raylı sistemle ulaşılır. İster Karaköy tarafından, isterseniz Topkapı tarafından gelin Sultanahmet durağında inmelisiniz. Özsüt, Mado ve Tarihi Sultanahmet Köftecisi yiyecek içecek ihtiyaçlarınızı karşılayacak mekânlardır. Özellikle Sultanahmet Köftecisi…


1920 yılından beri Dünyaya nam salmış Sultanahmet Köftecisi’nden daha sonra köfte yemek üzere, arkanızda bırakarak karşıya geçiyorsunuz. Mehmet Akif Ersoy Parkı’na girmeden solunuza bakarsanız Firuz Ağa Camisi beni de ziyaret etmelisiniz der gibi durmaktadır. II. Bayezid’in Hazinebaşı Firuz Ağa tarafından 1491 yılında yaptırılmıştır. Kare plan üzerine tek kubbeli olarak yaptırılan cami Bursa tarzını yansıtır. Kesme taştan yapılmış olan caminin kubbesi 8 köşeli bir kasnak üzerine oturtulmuştur.

Firuz Ağa Camisini dönüşte ziyaret etmek üzere, Mehmet Akif Ersoy Parkı’na giriyorsunuz. Fatih Belediyesi’nin Kültür Sanat Etkinliklerini gerçekleştirdiği sahne ile sahne üzerinden Osmanlının ilk 6 minareli camisinin minarelerinden birkaçı ile karşılaşırsınız. Biraz daha ilerlediğinizde İstanbul turizminin kalbinin attığı Sultanahmet Meydanı’na girmiş olursunuz. Girer girmez de ilk gözünüze çarpanlar Alman Çeşmesi ile arkasında, sağ tarafta restorasyonda olan 1. Ahmet Türbesi olacaktır.

Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Padişah II. Abdülhamid’e hediye ettiği çeşme 1901 yılında Almanya’dan getirilmiş. Alman İmparatorunun 1898 de ikinci kez İstanbul’a gelişinin anısına yapılmış. Koyu yeşil mermerler ve altın mozaik parçaları kullanılarak Osmanlı için tasarlanan bu çeşmenin karakteristik bir özelliği olmadığını söylüyor bu konudaki uzmanlar. İmparatorun gelişi olan 1889 yılında Alman tüfeklerinin Osmanlı Ordusuna satışını, ikinci gelişinde de İstanbul-Bağdat Demiryolu inşaatının Alman firmalarına verilmesini sağlamış.

Mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden bir eşi ve benzeri olmayan Ayasofya da hipodroma komşu olan yapılardandır. Meydanın kuzey-doğu ucunda bulunmaktadır. 532 yılında yapımına başlanıp, 537 yılında ibadete açılan Ayasofya; 916 yıl kilise, 481 yıl cami olarak kullanıldıktan sonra, 1935 yılında müzeye dönüştürülmüş.
Şimdi de sol tarafınızda Ayasofya, önünüzde Hürrem Sultan hamamı ve sağınızda Sultanahmet Camisi’nin bulunduğu alana bir göz atalım. Alanın ortalarında oldukça büyük ve fıskiyeli bir havuz bulunmaktadır. Osmanlı döneminde ahaliden ve adi suçluların idamları bu havuz bölgesinde kurulan darağaçlarıyla infaz edilirmiş. İdamdan önce halka duyurulur, ibret olsun diye halkın seyretmeleri sağlanırmış. Oysa yüksek rütbeli subaylar ve yönetimin önemli kişilerinin infazı Topkapı Sarayı Alay Meydanında bulunan Cellat Çeşmesi önünde, cellat tarafından kılıçla boynu vurularak yapılırmış.

Sultanahmet Meydanındaki idamların gündüz ve halka açık olarak infazı Cumhuriyet döneminde de uygulanmış, 1965 yılına kadar sürdürülmüş. 1965 yılından sonra idamlar gizli, gece ve hapishanelerde yapılmış. 2000’li yıllardan sonra da kaldırıldı.

Gelelim fıskiyeli havuzun arkasında kalan Hürrem Sultan ya da Haseki Hamamına…16. Yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultanın isteği üzerine Mimar Sinan tarafından tasarlanmış ve yaptırılmıştır. Bizans döneminde hamamın yapıldığı yerde Zeus Tapınağı varmış.

Şehrin en güzel hamamlarından olan Hürrem Sultan Hamamı’nda erkekler ve kadınlar için ayrı ayrı bölümler ve her bölüm için farklı girişler vardır. Girişlerde sıcak ile uyumu sağlayan bir süs havuzu, iç kısımdaysa altıgen göbektaşı bulunmaktadır. Hamam, 1910 yılında kapatılmış. Bir dönem depo, gazhane, halı ve kilim mağazası şeklinde kullanılmış. Kapsamlı bir yenileme çalışması geçiren Hürrem Sultan Hamamı 2008 yılında kapılarını tekrar ziyaretçilerine açmış.
Hürrem Sultan Hamamının sağında, Ayasofya’nın tam karşısında bulunan Sultanahmet Camisi’ne uğrama vakti geldi artık. Camiyi yaptıran Sultan I. Ahmed’in en önemli özelliği, Fatih Sultan Mehmed zamanından beri uygulanan ‘’Kardeş Katli’’ kararnamesini yürürlükten kaldırmış olmasıdır. Sultanların bir fetih sonrası elde ettikleri ganimetle yaptırdıkları camiler ‘’Selatin Camileri’’ olarak bilinir. 

İlk kez Sultan I. Ahmed zamanında giderleri devlet hazinesinden karşılanan cami özelliği taşımaktadır Sultanahmet Camisi. Cami, imaret, medrese, hamam, çeşme, darüşşifa, sıbyan mektebi, arasta ve sebillerden oluşan külliye 1609-1616 yılları arasında yaptırılmış. Caminin açılışından kısa bir süre sonra, 1617 yılında, daha 27 yaşında iken hayata gözlerini yummuş.

Sultanahmet Camisi’nden ayrılarak Hipodromun bulunduğu meydana dönelim. Binlerce yılın tanığı olan meydanın, kendisi gibi tarihe tanıklık eden ve günümüze ulaşabilen üç tarihi sütun bulunmaktadır. Mısır Obeliski, Örme Sütun ve Yılanlı Sütundan oluşan bu üç antik esere yakından bakalım.

Mısır Dikili taşı (Obelisk):


Uzmanlarca M.Ö. 15. Yüzyılda Mısır Firavunu III. Tutmasis için yapıldığı düşünülüyor. İstanbul’a Mısır’daki Karnak Köyünden getirilmiş. M.S. 390 yılında I. Theodosios tarafından Hipodroma dikilen onlarca sütundan biri. Üzeri rölyefler ve hiyeroglif yazılarla bezenmiş. Pembe granitten yapılmış Obeliskin tepesinde eskiden tunçtan yapılmış bir küre varmış. Kaidesinin dört ayrı yüzünde kabartmalar var. Bu kabartmalarda İmparatorluk locasının görünüşü ve törenlerin nasıl yapıldığına dair çok nadir bilgi ve belgeler olduğu kabul ediliyor.


Yılanlı (Burma) Sütun:

Birbirine dolanmış üç yılan bedeninden oluşan yekpare döküm bu eserin yılanlarının başı yok. İmparator Konstantin tarafından Yunanistan’daki Delphi Şehrindeki Apollon Tapınağından getirtilmiş. Sütunun döküm tarihi bilinmiyor. Delphi Yunanistan’da önemli bir dini merkezmiş. Kehanet, bilicilik ve ibadet üzerine önemi vurgulanıyor Delphi şehri. Biz yine gelelim Yılanlı Sütuna… Bizans döneminde, Efsaneye göre, kutlamaların ve yarışmaların yapıldığı günlerde yılanların ağzından şarap, süt ve su akarmış. Yılanların başları 17. Yüzyıl sonlarına kadar yerindeymiş.  Ne zaman ve kimler tarafından koparıldığı bilinmiyor.


Örme Dikili Taş (Örmeli Sütun):  

Örmeli sütun 32 metre yüksekliğinde kesme taştan yapılmış bir anıt. Sütunu oluşturan taşların her biri Anadolu’nun değişik yörelerinden getirilmiş. İmparator VII. Konstantin tarafından onarılmış. Efsaneye göre Örme sütunun içinde güçlü bir mıknatıs varmış. Bu mıknatıs İstanbul’u depremlerden koruyormuş. Korumaya da devam edecekmiş. Efsane bu…

Örme Dikili Taşın karşısında, Sultanahmet Meydanı’nın güney-batı ucunda meydana bakan Marmara Üniversitesi Rektörlük Binası bulunmaktadır. İstanbul’da pek çok esere imza atmış olan Mimar Raimondo D’Aronco tarafından, 1883 yılında “Art Nouveau” (Yeni Sanat) tarzında yapılmış. Üç katlı, geniş uzantılı ve kıvrımlı bir ahşapla sonlanan bu yapı, cephesindeki süslemeli taş işçiliği ile dikkat çeker. Bünyesinde İstanbul Cumhuriyet Eğitim Müzesi bulunmaktadır.

Meydanda saat ibreleri yönünde dönmeye devam ediyoruz. Sultanahmet Camisi’nin karşısında ve meydana bakan İbrahim Paşa Sarayı var. Damat Makbul İbrahim Paşa, diğer adıyla Pargalı İbrahim Paşa… Günümüzdeki adı Türk ve İslam Eserleri Müzesi adıyla işlevini sürdüren bu anıtsal yapının Topkapı Sarayı’ndan sonra en büyük yapılanma olduğu söyleniyor. Topkapı’dan sonra 16. Yüzyıldan günümüze ulaşmış tek saray olup, 1520 yılına tarihleniyor.

İbrahim Paşa, Şehzade Süleyman tarafından satın alınan bir esir olup, Kanuni Sultan Süleyman’ın en az kendisi kadar güçlü bir veziri ve sadrazamı olmuş. Kanuni’nin kız kardeşi Hatice Sultanla evlenmiş. Yaklaşık 13 yıl İmparatorluğa hükmetmiş. Güç insanı bozar deyimi Pargalı için de geçerli… Kendini padişahla aynı ayarda tutma heveslerinden ötürü, Kanuni’nin emriyle, 1536 yılında kellesi kesilerek infaz edilen ünlü bir vezir.

İbrahim Paşa Sarayı’ndan sonra, Ünlü Cumhuriyet Dönemi Mimarı Vedat Tek’in eseri Tapu ve Kadastro binasını da geçerek meydana turunu tamamlıyoruz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder