İSTANBUL OTAĞTEPE FATİH KORUSU

 


Otağtepe Fatih Korusu, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ile birlikte Boğaziçi ve Rumeli yakasını kucaklayan, zengin doğasının yanı sıra, tarihle iç içe bir yaşamın buluştuğu yerdir.

Yıldırım Beyazıd Han’ın, İstanbul'un fethi hazırlıkları çerçevesinde, Anadolu Hisarı’nın planlarını ve inşaat hazırlıklarını yaparken Otağ kurduğu yer olarak bilinir Otağtepe.

Resmi kayıtlarda ''Fatih Korusu Tema Vehbi Koç Doğa Kültür Merkezi'' olarak geçse de, herkes tarafından Otağtepe Fatih Korusu adıyla anılmaktadır.

Koç Holding ve Tema Vakfı'nın katkılarıyla 2000 yılında halka açılmış harika bir yer olup; Manolyadan Nilüfere, Gülibrişim’den at kestanelerine kadar pek çok değerli bitki ve çiçek bulunuyor. içinde bulunan

Rumeli yakasından, İstanbul Boğazı’nın inci gerdanlıklarından ikincisi olan, Fatih Sultan Köprüsü’nden Anadolu yakasına geçerken, köprü bitiminin hemen sağında ve oldukça yüksek bir tepede dalgalanan devasa Ay-Yıldızlı bayrağımızın bulunduğu tepedir Otağtepe ve içindeki Fatih Korusu.

İstanbul Boğazı’nın en muhteşem manzaralarından birine sahip olan Fatih Korusu’nun 80 000 m2 yeşil alanı ile birlikte 4 000 metre uzunluğa ulaşan yürüyüş ya da koşu yolu bulunuyor.

Koruya 16.500 adet estetik değeri yüksek ağaç fidanı dikilmiş olup, sahada yürüyüş yolları, çim ve çiçek alanları, seyir terasları, yapay gölet bulunmaktadır.

Proje 2001 yılında tamamlanmış olup, düzenli olarak bakım ve kontrolleri yapılmaktadır. Korunun sponsoru olan Tema Vehbi Koç Doğa Kültür Merkezi, Avrupa Konseyi’nin 50. yıl kutlamaları nedeniyle düzenlenen Avrupa Ortak Miras Kampanyası’na kabul edilmiş.

Korunun bu aşamaya gelmesinde büyük katkıları olan Koç Holding ile TEMA Vakfını da anımsatmak yerinde olur diye düşündüm.



22 Mart 2014 Cumartesi, İstanbul...

Hava da açık, güneşli ve ılık. Boğaziçi'nin Anadolu yakasında Beykoz İlçesi Kavacık Mahallesi sınırları içindeki yeryüzü cennetlerinden bir olarak adlandırılan Fatih Korusu'na gitmek istiyorum.

Eyüpsultan Göktürk Mahallesi'nde sabah kahvaltısını yaptıktan sonra, Boğaziçi Anadolu yakasındaki Otağtepe Fatih Korusu rotamı belirledim. Göktürk-Dördüncü Levent-Beşiktaş-Üsküdar-Anadoluhisarı-Otağtepe-Fatih Korusu...

Belediye otobüsünden indiğim Anadoluhisarı'ndan Otağtepe'ye bakıyorum. Deniz seviyesinden bir hayli yukarıda. Eğimi de oldukça büyük olan cadde ve sokaklardan yürümek zorundayım.

Setüstü Sokak beni İnönü Caddesi’ne, İnönü Caddesi de Doğal Sokak aracılığı ile Tema Vehbi Koç Doğa Kültür Merkezi’nin bulunduğu Fatih Korusu’na götürecekti. 25 dakikalık zorlu bir yürüyüşten sonra koruya giriyorum.

Fatih Korusu’na girer girmez bir bilgilendirme levhası ile karşılaşıyorum. Ayrıca Fatih Korusu’nun restorasyonunda sponsor olan Koç Holding’in kurucusu Vehbi Koç’un büstü de girişte yer alan ögelerden biri.

Bilgilendirme levhasından öğrendiğime göre Fatih Korusu’nda; Heliport, Vehbi Koç Anıtı, Nilüfer Gölü, Manolya Terası, Servi Terası, Erguvan Terası, Meşe Terası ve WC bulunuyor.

Koruda ilerliyorum. Sağ tarafında Fatih Sultan Köprüsü ile bağlantılı olan çevre yolu yer alıyor. Çok yoğun bir trafik akışının gürültüsü kulaklarımıza geliyor. Yolun öbür tarafında ise Kanlıca ’nın önemli mekanlarından biri olan Mihrabat Korusu yer almakta.


Fotoğraf çekerek köprü ayaklarına doğru ilerliyorum. Boğazın karşı tarafında, Rumeli yakasında; Rumelihisarı, Levent ve Maslak semtleri ile gökdelenleri görülüyor. Biraz daha ilerleyince Nilüfer Gölü ile FSM Köprüsü’nün Anadolu ayağı karşıma çıkıyor.


Gölünün ortasından geçen nostaljik bir köprü yapılmış. Tam orta yerine gelince görüş alanımın büyüdüğünü görüyorum. Bu arada, köprüden geçmekte olan bir grubun üyelerinden birinden rica ederek fotoğrafımı çektiriyor ve ölümsüzlüğümü belgeliyorum. Değişik açılardan Nilüfer Gölü’nün fotoğraflarını çektikten sonra İstanbul Boğazı’na doğru ilerliyorum.

Bu kez, köprünün Rumeli ayağı görülüyor derken, aman Allah’ım, O da ne?

Rumelihisarı ve önünde İstanbul Boğazı bütün güzelliği ve çekiciliği ile karşımda duruyor. Büyüleniyorum adeta ve bir süre kendimden geçerek, bu masalımsı panoramik manzarayı seyrediyorum. Birden aklıma geliyor ve bu güzellikleri ölümsüzleştirmek için fotoğraf makinemi çalıştırmaya başlıyorum. Biraz daha ilerleyince Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, İstanbul Boğazı’nın ikinci inci gerdanlığı kendini gösteriyor.

Köprünün Rumeli ayağının sağ tarafında da haşmetle dalgalanan devasa Ay-Yıldızlı bir bayrak daha görüyorum. Sonradan öğrendiğime göre; TCK 17. Bölge Müdürlüğü Köprü Güçlendirme işi Kontrol Şubesi içinde bulunan bir direkte dalgalanıyormuş.

Rumeli yakasında, köprünün sağ tarafında Emirgan Semti, Sakıp Sabancı Müzesi ve Emirgan Korusu fotoğraf karelerime giriyor. Biraz daha ilerleyip, fotoğraf makinemi sola, korunun güneyine çevirdiğimde içerisinde Boğaziçi Köprüsü’nün de yer aldığı muhteşem bir görüntü ile karşılaşıyorum. Görüntünün sağ tarafında Rumelihisarı kuleleri ile Boğaziçi Köprüsü’ne doğru Bebek ve Arnavutköy yer alıyor.


İçinde bulunduğum korunun sol tarafına baktığımda ise Anadoluhisarı, Cemile Sultan Korusu, Kandilli ve Üsküdar yer almakta. Büyülenmiş bir halde bu muhteşem ve gizemli görüntüleri kendimden geçerek dakikalarca seyrediyorum. 

152 000 m2 lik alana sahip olan Fatih Korusu’nun 80 000 m2 yeşil alanı ile birlikte 4 000 metre uzunluğa ulaşan yürüyüş ya da koşu yolunun bulunduğunu öğreniyorum.

Sanki herkes burada, ortam kalabalık ve seyir teraslarından panoramik fotoğraflar çekmek oldukça zor. Sabırla bekleyerek fotoğraf çekilecek yerlere yanaşıyor ve baharın da gelmesiyle Cennete dönen ortamın fotoğraflarını çekiyorum.

Korudan ayrılırken Vehbi Koç ile TEMA Vakfı'nı anmadan edemeyeceğim.

Tema-Koç Doğa Kültür Merkezi Tarihçesi

Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yüksel Öztan’ın hazırladığı proje kapsamında, 1998 yılında TEMA- Koç Holding işbirliğinde çalışmalara başlanmış ve iki yılda bitirilmiş. Ancak, bu günkü durumuna gelebilmesi için 5 yıl emek verilmiş. Koç Holding’in katkılarıyla Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı’nca (TEMA) yapılan “Tema-Vehbi Koç Doğa Kültür Merkezi” 2000 yılında törenle açılmış. Açılışta konuşan Rahmi Koç, erozyonun bir ülke için en tehlikeli tabiat olaylarından biri olduğunu ifade vurgulayarak, Türkiye’de erozyon sonucu her yıl 1,5 milyon ton toprak kaybedilmektedir.


Bunun da, Kocaeli ve Bursa illerini 30 santimetre kalınlıkta kaplayacak miktarda verimli bir arazinin yok olması anlamına gelmektedir. Bunun önüne geçilmediği takdirde Türkiye’nin daha da hızlı çölleşeceğini anlatan Koç, ömrünü erozyonla mücadeleye adayan TEMA Başkanı Hayrettin Karaca’nın çalışmalarıyla bu konuda önemli kazanımlar elde edildiğini kaydettikten sonra, Hayrettin Karaca’ya teşekkür etmiştir.

Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA) Başkanı Hayrettin Karaca da, dünya nüfusu arttıkça tarım ürünlerinin azaldığına dikkati çekerek, “Geleceğin en korkunç silahı, biyolojik silahlar değil, buğday olacaktır. Buğday azlığı ya da buğdayın giderek azalması toplumların en önde gelen sorunlarından biridir” diye konuştu.

Bir ülkenin toprağının verimli olmasının o ülkeyi bağımsız kılacağını, ülkeye sosyal barışı ve toplumsal mutluluğu getireceğini anlatan Karaca, “Topraklarımızı bereketli kılmak için verdiğimiz mücadele ülkemizin bağımsızlık mücadelesidir” demiştir. Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna her iki kuruluşa teşekkür etmiş. İçinde Osmanlı hanımlarından Fatma Sultan için yapılan köşk ve sarnıcın bulunduğu bu arazinin TEMA tarafından yapılmadan önce harap bir halde olduğunu ifade ederek, her iki kuruluş tarafından “İstanbul’a nadide bir köşe kazandırıldı.’’ Demiştir.