PARİS LOUVRE MÜZESİ

 

Fransa krallarının saltanatları süresince saray olarak kullandıkları Louvre Müzesi, günümüzün en gözde sanat alanlarından biridir.

Louvre Sarayı’nın orta çağa dek uzanan görkemli bir tarihi bulunmaktadır. Kral Philip Agusta tarafından, Paris kentini Viking akınlarına karşı korumak amacıyla, 1190’da Sen Nehri kenarında bir kale olarak yapılmıştır.

Sonra yıllarda Kral I. François tarafından kaleye burç, kule ve zindanlar eklenerek, Rönesans tarzı bir yapıya dönüştürülmüştür. Kale 14. Yüzyılda genişletilerek kraliyet yerleşkesi olarak kullanmıştır.

Sen nehri kıyısında ortaya çıkan Louvre Saray kompleksi; 16. Yüzyılda Rönesans stilinde yapılan binalarla başlayan eklentiler, 17. Yüzyılda da devam etmiş ve son olarak 19. Yüzyılda bugünkü halini almıştır.

Sarayın müzeye dönüştürülmesi, Fransız Devrimi sonrasına rastlar. 1793 yılında Fransa Merkezi Sanat Müzesinin burada kurulmasına karar verilir.

Yılda yaklaşık 5 milyon kişi tanırından ziyaret edilen Louvre Müzesi’nin 7 bölümü bulunmaktadır. Bunlar;

1)Mezopotamya, Eski İran, Eski Arap, Doğu Akdeniz ve Eski İslam eserlerinin teşhir edildiği Eski Yakın Doğu Sanat Eserleri bölümü,

2)Firavunlar, Kıptiler ve Roma devirlerine ait eserlerin teşhir edildiği Mısır Medeniyeti bölümü,

3) Antik eserler, bronzlar, kıymetli ve nadir eşyalar, seramik ve çömleklerin teşhir edildiği Kadim Yunan, Etrüsk ve Roma bölümü,

4) Orta Çağ, Rönesans, 17., 18. ve l9. Yüzyıllar, l. İmparatorluk, Restorasyon, jul Monarşisi dönemlerine ait eserlerle, III. Napolyon apartmanı, Dokümantasyon odaları ve Hükümdarlık mücevheratının bulunduğu Apollo Galerisini içeren Dekoratif Sanatçılar bölümü,

5) Fransız Okulu, İtalyan Okulu, Kuzey Okulu, Dokümantasyon Odası, Konsültasyon Odası ve geçici sergileri içeren Grafik Sanatlar bölümü,

6) Orta Çağ, Rönesans ve 17. ve 19. Yüzyıllara ait Fransız heykelleri, 11.-19. Yüzyıllar arası İtalyan ve İspanyol heykelleri ve 12.-19 Yüzyıllar arası Kuzey Avrupa heykellerini içeren Heykeller bölümü,

7)14. ve 19. Yüzyıllar arası Fransız ressamları, İtalyan, İspanyol, Hollandalı ve Alman ressamlarının eserlerinin teşhir edildiği Tablolar bölümüdür.


24 Ekim 2014 Cuma, Paris..

Paris’te ikinci günümüz… Eşimle ekstra gezilere katılmadık, Paris’i gezerek yaşamak istiyoruz. Şanzelize Bulvarı’nda keyifli bir gezinti sonrasında ulaştığımız Concorde Meydanı’ndan girdiğimiz Tuileries bahçeleri üzerinden Louvre Müzesi’ne ulaşmak istiyoruz.

Placa de la Concorde’ den giriş yaptığımız Tuileries bahçeleri yürüyüş parkurunun en sonunda karşımıza bir başka zafer takı, ‘’Arc de Triomphe du Carrousel’’ çıkıyor. 1806 yılında Napolyon’un emri ile yapımına başlanmış. Bu zafer takının yapılış amacı Fransız İmparatoru olarak Napolyon’un zaferlerini taçlandırmaktır demişti rehberimiz. Ancak, Napolyon’un ölümünden sonra 1836 yılında tamamlanmıştır…

Louvre’ un Tuileries avlusuna girişteki bu anıtsal tak üzerinde İstanbul Hipodromu’ndan getirtildiği düşünülen, ”Mahşerin Dört Atlısı” olarak anılan bronz at heykellerin bronz kopyaları bulunmaktadır.

Bu anıtsal Zafer Takının altından geçerek Louvre’ un piramitli avlusuna giriyoruz eşimle. Louvre Müzesi 800 yıllık bir anıtsal yapı olup, aslında Fransız krallarının en önemli ve en büyük saraylarıydı. Avrupa’nın en eski müzelerinden biri olarak 1793 yılında halka hizmetine açılmış.

Mısır, Yunan, Roma ve İslam sanatlarıyla antikaların ve tablolarının da aralarında bulunduğu yaklaşık 30 bin eseri barındırmakta. Müzedeki en ünlü eserler Venüs Heykeli, Sema Direk’teki Kanatlı Zafer Anıtı, Leonardo’nun Mona Lisa’sı ve Michelangelo’nun Slavesi'dir. Louvre’ da Anadolu’dan getirilmiş, tarihi açıdan önemli birçok antik eseri de bulunmaktadır.

Louvre Müzesi’nde İslam Sanatına ait 10 bine yakın parça olduğu söyleniyor. Bunların arasında seramikler, metal, cam, fildişi, ahşap yontular, halılar, kumaşlar, minyatürler, el yazmaları bulunmaktadır. Ayrıca Memlükler döneminde, 13. yüzyılda Suriye ya da Mısır’da yapıldığı sanılan gümüş ve altın kakmalı bir vaftiz banyosu ve daha nice sanat objeleri sergilenmektedir.

Tuileries Avlusunun giriş kısmına yerleştirilen bu tak büyük mermer heykellerle süslenip desteklenerek Napolyon tarzında yapılır. 1667-1674’te Mimar Claude ve François, d’Orbay sütunlu alan olarak düzenlediği Kolonad’ın merkezinde olan kare avluyu heykelli rölyeflerle zarif bir tarzda döşer. Napolyon’un mimarları Kolonad’ın bir köşesinden müzeye çıkan büyük bir merdiven inşa ederler ve Napolyon’u simgeleyen “N” işaretini takarlar.

1815’te Napolyon hâkimiyetinin sona ermesi üzerine müttefikler, bütün eserleri eski yerlerine gönderine kararı alırlar ve koleksiyonlar dağıtılır. 

Ancak 1817’de Fransız Anıtlar Müzesi’nin kapatılarak oradaki heykellerin Louvre Müzesi’ne taşınması; Yunan, Roma, Mısır ve Doğu antik eserlerini içeren bölümlerin zamanla zenginleştirilmesi Müze’nin tekrar değerlenmesini sağlar. 1981’de Maliye Bakanlığının da buradan taşınmasıyla, binanın tamamının teşhir için kullanılması olanağı doğar. 1989’da giriş için kullanılan cam piramit yapılır.

1993’te Müze’nin iki yüzüncü kuruluş yıldönümü kutlanır. 1997’de Eski Mısır eserlerinin teşhir edildiği bölüm tamamen yenilenir. İç katta 20 bin metrekare alan kaplayan 178 oda halkın ziyaretine açılır.


PARİS SİMGESİ EYFEL KULESİ

 
Adını, yapımını üstlenen firma olan Gustave Eiffel’den alan Eyfel Kulesi, yılda 6 milyon turisti ağırlamaktadır.

1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Paris Dünya Fuarı’nın giriş kapısı olarak yapılmış.

Rehberimizin söylediğine göre; 3.000 işçi 26 ay boyunca 18 038 adet demir parçayı 2,5 milyon perçinle bir araya getirmiş.

Eyfel Kulesi 300 metre yükseklikteki Eyfel Kulesi zirvesindeki televizyon vericileriyle 27 metre daha yükseklik kazanarak 327 metreye çıkar.

Kamuya açık platformlar 57 metre, 115 metre ve 276 metre yükseklikte bulunmaktadır. Ziyaretçiler, üç asansörle kuzey, batı ve doğu kanatlarından ilk iki platforma ulaşır.

Günümüzde yaygın olarak kullanılan çelik yerine demirden inşa edilmiş, özel teknikler sayesinde günümüze kadar sağlam olarak gelmiştir.

İnşaat sırasında hiçbir ölüm vakasının olmaması, on dokuzuncu yüzyıl koşullarında şaşırtıcı bir durum olsa gerek.


23 Ekim 2014 Perşembe, Paris…

Benelüx & Paris Sonbahar Dönemi turunun en önemli ayağı olan Paris’te, öncelikle görmek ve yapmak istediklerimiz; Notre Dame Katedrali'ni görmek, Louvre Müzesi’ni gezmek, Seine Nehri tekne turuna katılmak ve Eyfel Kulesi’ne çıkmak biçiminde özetlenebilir.

Her dört etkinlikte de yüzlerce metre bilet kuyruklarıyla karşılaşırsınız. Vakit Nakittir özdeyişi tam da buralar için geçerlidir. Bereket çok becerikli ve konusunda yetkin bir rehberimiz var. Can İriliş…

Dün sıra beklemeden Notre Dame katedrali gezilmiş, fotoğraflar çekilmişti. Rehberimiz, grubumuza Seine Nehri tekne turunu ayarlayıp tekneye bindirdikten sonra, Eyfel Kulesi’ne giderek biletlerimizi almış ve sıraya girip, beklemeden kuleye çıkış bağlantılarını da kurmuştu.

Tekne turu sonrasında bizi kuleye götürmek üzere geri gelen rehberimiz ‘’Eyfel Kulesi tüm dünyada Paris’in ve Fransa’nın sembolü haline gelmiş bir demir yığını.’’ Dedi.


Tekne gezintisinde iken oldukça uzaktan, son derece alımlı görülen kule, yanına geldiğinizde hayal kırıklığı yarattı gerçekten. Paris’e gelmeden, biraz abartılı olacak ama, rüyalarıma girecek kadar beni meşgul eden bu kule birden bire bütün gizemini yitirmişti sanki…

Adını, yapımını üstlenen firma olan Gustave Eiffel’den alan Eyfel Kulesi, yılda 6 milyon turisti ağırlıyormuş.

1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Paris Dünya Fuarı’nın giriş kapısı olarak yapılmış.

Rehberimizin söylediğine göre; 3.000 işçi 26 ay boyunca 18 038 adet demir parçayı 2,5 milyon perçinle bir araya getirmiş. Günümüzde yaygın olarak kullanılan çelik yerine, demirden inşa edilmiş. Özel teknikler sayesinde günümüze kadar sağlam olarak gelmiştir. Hiç bir ölüm vakasının yaşanmamış olması, o günün şartlarında şaşırtıcı bir durum olsa gerek. Dedi rehberimiz.

Eyfel Kulesi 300 metre yüksekliktedir. Zirvesindeki televizyon vericileri 27 m daha yükseklik kazandırmış. Kamuya açık platformlar 57 metre, 115 metre ve 276 metre yükseklikte bulunur.

Ziyaretçiler, üç asansörle kuzey, batı ve doğu kanatlarından ilk iki platforma ulaşır. Biz 115 metre yükseklikteki platforma çıktık. Başta Seine Nehri olmak üzere, bütün Paris panoramik olarak görüş alanımıza girmişti. Kâbe’yi tavaf eder gibi, platformun çevresinde 360 derece dönerek Paris Kenti’ni bir bütün olarak hafızamıza kazımaya çalıştım.


Ardından, görüş alanımızın güney-doğu bölümünde, Paris’in en büyük yeşil alanlarından biri ile bu yeşil alandaki binlerce turist ilgimi çekiyor. Bulunduğumuz yükseklik ve yeşil alanın büyüklüğü yanında insanlar birer karınca gibi görünüyor.

Kulenin güney-doğusunda yer alan ve Champ De Mars olarak bilinen Mars Bahçesi Ecole Militaire olarak bilinen Askeri Okula kadar uzanmakta ve yaklaşık 200 000 metrekarelik bir alana yayılmaktadır.

Paris’teki en büyük yeşil alanlarda biri olan Champ De Mars adını Roma mitolojisindeki Savaş Tanrısı Mars’tan almaktadır. Günümüzde Champ de Mars’ın bulunduğu alan 16. Yüzyılda üzüm ve sebze üretimi için kullanılıyordu.

On sekizinci Yüzyıla gelindiğinde, aynı anda 10 000 askerin birlikte hareket edebilmesi için gereken özelliklere sahip olduğundan, daha ziyade askeri amaçlarla kullanılmış. Pek çok eğitim ve hazırlık tatbikatına ev sahipliği yapmış. Parka Antik Roma’nın savaş tanrısı Mars’ın adının verilmiş olmasının nedeni buydu.

Günümüzde Champ de Mars, çeşitli bitkilerin, geniş yürüyüş patikalarının bulunduğu, ağaçlarla çevrelenmiş çok büyük bir ulusal park niteliğindedir.

1900 yılında düzenlenen Dünya Sergisi’nin de bu alanda kurulmuş olduğunu, Fransızların her yıl Ulusal Günü 14 Temmuz’da, burada muhteşem havai fişek gösterileri yapıldığını söylüyor rehberimiz.

Sonraki serbest günümüzde eşimle buraya gelerek parkı gezecektik. Çimlerin üzerinde oturan gençler, sevgililer, aileler etraftan aldıkları ya da yanlarında getirdikleri sandviçleri yiyorlardı.

Champ de Mars’ın güneyinde, sonlandığı yerde de Ecole Militaire/Askeri Okul yer almakta. 1784 yılında bu okulda öğrenci olarak giren Napolyon Bonapart topçu teğmeni olarak mezun olmuştu…

Eyfel platformunda dolanmayı sürdürüyorum en iyi panoramik Paris fotoğraflarını çekebilmek için bu kez batıya bakıyorum…’’Paris’te Seni Gördüm’’ deyimine yol açıp, kenti ikiye bölen Seine Nehri bütün güzelliği ile ben buradayım diyor. Burgonya’dan doğan 776 km uzunluğundaki bu nehir Le Havre yakınlarında Manş Denizi’ne dökülmektedir.

Paris kentinin ilk çekirdeği, bu nehir içinde yer alan ve iki adadan biri olan İle de la Cite olarak bilinen Şehir Adası’nda kurulmuştur. Notre Dame ve Fransa’nın ilk sarayları da bu nehrin barındırdığı Şehir Adası’nda bulunmaktadır.

Paris dediğimiz kent, düz bir ovanın ortasından kıvrılarak geçen Seine Nehri’nin çevresine kurulmuş bir kenttir aslında. Paris’i Paris yapan Seine Nehri ve insanoğlunun bu nehir çevresinde şehir inşa etmedeki başarısıdır… Ve en çok da estetik anlayışıdır aslında…

Paris’in bir başka simgesi olan Tekne turlarıyla ünlü Seine Nehri kıyılarında, yaz aylarında, halk plajları kurulmaktadır. Seine kıyısı boyunca yürüyüş parkurları, banklar, tekne kafe ve restoranlar bulunmakta ise de, bizim İstanbul Boğazı’nda alışık olduğumuz o tadı yakalamanız zordur.

Ama yine de korunak duvarlarının arkasından yükselen, birbirinden muhteşem binalar, parklar ve en önemlisi de nehir üzerindeki birbirinden güzel köprüler Seine Nehri’ni daha bir yaşanası kılmaktadır.

Bu arada söylemeden geçemeyeceğim… Seine Nehri Eyfel Kulesi’nden daha güzel, daha alımlı ve daha gizemli… Bu gizemli nehri bir süre seyredip, fotoğraflarını çektikten sonra platformdaki turuma devam ediyorum.

Kuzeye, nehrin öteki yakasına bakıyorum. Chaillot bölgesinin merkezi olan Trocadero Meydanı ve meydandaki Palais de Chaillot görüş alanıma giriyor.

Meydan Trocadero ismini 1823’te Fransa’ya karşı isyan çıkaran İspanyolları bastıran Fransız ordusunun adından almış. Şu anda yerinde Chaillot Sarayı bulunuyor, eskiden Trocadéro Sarayı varmış. Chaillot eskiden NATO’nun da genel merkeziymiş. Sarayda şu anda Ulusal Chaillot Tiyatrosu ve 2 adet müze bulunuyor.

Chaillot, 19. yüzyıla kadar bir köy olmasına rağmen İkinci İmparatorluk döneminde Paris’in büyümesiyle şehirle kaynaşmış ve kentin bir parçası olmuş. Napoleon tarafından bu tepeye Palais de Chaillot Sarayı yaptırılmış.

Günümüzde müze olarak kullanılan bu saray, güney tarafındaki taraçalı bahçeleriyle Seine Nehri’ne ulaşır. Buradaki Trocadero Çeşmeleri de görülmeye değer anıtsal yapılar olarak karşımıza çıkar.

Chaillot meydanındaki anıtlardan biri de Mareşal Ferdinand Foch’un atlı heykelidir. Serbest günümüz olan bir sonraki günde eşimle birlikte buraları tekrar gezme olanağı bulduk ve buradan Placa de la Concorde’da kadar nehir kıyısında yürüdük.

Bu anımı da hatırlattıktan sonra, tekrar Eyfel Kulesi’nde 115 metre yükseklikteki platforma dönüyorum.


Platformda fotoğraf çekerken makinemin zoom özelliğini kullandığımda Şanzelize Bulvarı ve Zafer Takı’na kadar ulaştığı görüyorum.

Kuledeki turu tamamlamak ve fotoğraflamak yaklaşık bir saatimizi aldı. Rehberimizin yardımıyla, mahşeri kalabalıktan sıyrılarak, asansörlere ulaştık ve sıra beklemeden aşağı indik. Paris’in diğer anıtsal yapılarını görmek üzere, rehberimizin peşine düştük…


PARİS SEİNE NEHRİ

 


Nehirler yerleşim yerlerinin yaşam pınarlarıdır. Paris’in varlık nedeni olan Seine Nehri, her iki yakası UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan, bir cazibe merkezidir.

Tarihi ve mimari açısından Notre Dame Katedrali, Eyfel Kulesi ve Arap Dünya Enstitüsü gibi yapılar dikkat çekerken, Louvre Müzesi ve Müze Dorsay’da dünya çapında eserler sergileniyor.

Nehir, Paris’i ikiye böler ve 37 köprü ile birleştirir. Bu köprüler arasında en görkemlisi Üçüncü Alexandre Köprüsü’dür.

Dünyada en çok ziyaret edilen ve bir marka olan Paris, düz bir ovanın ortasından kıvrılarak geçen bir akarsuyun, Seine Nehri’nin, içine ve çevresine kurulmuş bir kenttir.

Seine Nehri, Fransız ekonomisinin büyük bir bölümünü üreten 80,000 km²’lik bir bölgeyi sulamaktadır. Paris’in güneyi Sol Yaka, kuzeyi ise Sağ Yaka olarak adlandırılır.

Nehir şehir içinde kıvrılarak akarken muhteşem manzaralar sunar.

Paris varlığını Sen Nehri’ne borçludur. Her iki yakası da, 1991 yılından beri, UNESCO Dünya Miras Listesinde yer almaktadır.

Tarih ve Mimari derseniz; Notre Dame’ın ortaçağdan kalma kuleleri, 19. yüzyıl anıtı Eyfel Kulesi, Arap Dünya Enstitüsü gibi post modern yapılar…

Sanat ve Tasarım derseniz Louvre Müzesi, Müze Dorsay’ın yanı sıra dünya çapında eserlerin sergilendiği pek çok küçük müze…

Yemek, festival derseniz hedonistleri cennete taşıyacak restoranlar… Şehrin soluk aldığı Tuileries bahçeleri, Jardin des Plantes Louvre Sarayının eklentilerinden biriydi.