KANLICA BEYKOZ İSTANBUL

 

İstanbul’un Beykoz İlçesi’nin yalılarıyla ünlü semtlerinden biri olan Kanlıca, Anadoluhisarı ile Çubuklu arasında bulunuyor.  

Emirgan’ın karşısında, Anadoluhisarı ile Çubuklu arasında boğaza doğru büyükçe bir çıkıntı meydana getiriyor. Çıkıntının solunda Bahai Körfezi, sağında Kanlıca Körfezi ve arka yamaçlarda da Çubuklu Korusu boy gösteriyor. 

Boğaziçi'nin bu güzel sahil semti sakinliği, yeşilin her tonunu barındıran koruları, korularındaki asırlık ağaçları, çiçekleri, Arnavut kaldırımlı sokakları, görkemli yalıları ve yoğurdu ile ünlüdür. Bu arada, baharda kendini gösteren Erguvanlarını da unutmamak gerekir.

Kanlıca Yoğurdunun ünü, buradaki ineklerin sütünü oluşturan özel bir ottan kaynaklanır. İneklerin yediği bu ot, sütlerinin rengini pembemsi yapar ve yoğurdu da oldukça lezzetli kılar. Gerçek Kanlıca yoğurdu manda, inek ve koyun sütlerinden yapılır.

Vapur iskelesi civarındaki çay bahçeleri ve kafelerde bu eşsiz yoğurdu tatmak büyük bir zevktir.

Kanlıca İskelesi’nde yer alan İskender Paşa Camii, Kanca’nın tarihsel değerlerinden biri olup, Kanuni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden biri olan İskender Paşa tarafından, 1550 yılında Mimar Sinan'a yaptırılmıştır.

Kanlıca sırtlarında yer alan Mihrabad Korusu, muhteşem bir Boğaz manzarasına sahiptir. Aynı zamanda Türkiye’nin önemli yazarlarından Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” mısrasının geçtiği mekan olarak da bilinir.

Güzel ve sevimli bir meydana açılan Kanlıca Vapur İskelesi, çay bahçeleri, kafe ve restoranlarla çevrilidir. Boğaz manzarası eşliğinde keyifli bir mola vermek için idealdir.

Kanlıca Yalıları tarihsel bir kimlik ve öneme sahip olup, Boğaziçi mimarisinin en seçkin örneklerini oluşturmaktadır. Yıllar boyunca İstanbul Boğazı ile özdeşleşmiştir. Bu yalılar Boğaz Turu yapanlara göz ziyafeti çekmenin yanı sıra zamanda en az 200 yıl geriye bir yolculuk yapmalarını da sağlar. 

20 Nisan 2012 Cuma, Kanlıca...

Bu kez, İstanbul’un Anadolu yakasında yer alan bir cennet köşesine, tarihsel bir kimlik ve öneme sahip yalıları ve korularıyla ünlü Kanlıca Semti’ne eşimle birlikte gitmek üzere harekete geçiyorum.

Göktürk 'ten Emirgan vapur iskelesine gidiyoruz. Emirgan İskelesinden bindiğimiz İDO’ ya ait deniz otobüsü, Çınaraltı ve Sakıp Sabancı Müzesi önünden geçerek önce İstinye’ye uğradı. Geçmiş dönemlerde koyda bulunan yüzer-batar İstinye Tersanesi 90'lı yılların başlarında kaldırılmış.

Koydaki aşırı kirlilikle başa çıkmak için İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ  devreye girmiş ve özel araçlarla koyda deniz tabanında biriken ve kalınlığı 5-6 metreyi bulan balçık katmanını temizlemişler.

İstinye Koyunun muhteşem görüntüsünü bırakarak Anadolu yakasına, Kanlıca kıyılarına doğru yaklaşıyoruz. Kanlıca kıyılarına yaklaştıkça, kıyılara yerleşmiş olan tarihi yalıların göz alıcı güzellikleri karşısında hayran kalmamak elde değil.

İstanbul’un Beykoz İlçesi’nin ünlü bir semti olan Kanlıca, Anadoluhisarı ile Çubuklu arasında bulunuyor.

Emirgan’ın karşısında, Anadoluhisarı ile Çubuklu arasında boğaza doğru büyükçe bir çıkıntı meydana getiriyor. Çıkıntının solunda Bahai Körfezi, sağında Kanlıca Körfezi ve arka yamaçlarda da Çubuklu Korusu boy gösteriyor.

Eşime, Çubuklu Korusundaki Hıdiv Kasrı ile kasrı yaptıran son bağımsız Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’dan söz ediyorum.


Derken Kanlıca İskelesi’ne yanaşmaya başlıyor deniz otobüsümüz. İskelenin sağında Kanlıca Yoğurdu satan Glaros Cafe, İsmailağa Cafe  ile arkasında İskender Paşa Camii yer alıyor.


Cami Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim dönemlerinin devletin ileri gelenlerinden, “Magosa Fatihi” olarak tanınan Gazi İskender Paşa  tarafından  1570 yılında Mimar Sinan'a yaptırılmıştır.  

İstanbul Boğazı’nda bir tura katılanlara ilk tanıtıcı uyarılardan biri şöyledir. ‘’Emirgan’ın çayı içilmemiş, Kanlıca’nın yoğurdu, Sarıyer’in mısırı ve böreği, İstiklal Caddesindeki Saray Muhallebicisi muhallebisi yenmemiş ise’’ İstanbul ile ilgili bazı şeyler eksik kalmıştır.''

Kanlıca’nın en önemli simgelerinden biri ‘’Kanlıca Yoğurdu’’ dur. Hafif pembemsi olan Kanlıca yoğurdu sahildeki Çınaraltında, Glaros ya da İsmailağa Kafede üzerine pudra şekeri konularak yenilir. Ben daha önceki bir ziyaretimde, Glaros Cafede yemiştim. Yoğurdun özelliği yoğurt yapımında kullanılan süt tozu ve üzerine konulan pudra şekeridir.

Deniz otobüsünden Kanlıca İskelesi’ne iniyoruz. Çınar altında oturmak yerine, kıyıdaki Cafe İsmailağa'ya giriyor, Kafenin İstanbul Boğazı ile Fatih Sultan Mehmet Köprüsüne hâkim olan  pencere kenarında bir yere oturuyoruz.


Ayaklarımızı Boğaza daldırmış gibi hissettiğimiz bu yerde Kanlıca Yoğurdu istiyoruz. Hafif pembemsi olan Kanlıca Yoğurdu pudra şekeri ile birlikte yenilince, gerçekten de çok hoş bir aroma ortaya çıkıyor.

Yoğurtlarımızı yedikten sonra Eşimi dünyada bir eşi daha bulunmayan Boğaz manzarası ile baş başa bırakarak dışarı çıkıyorum. İskender Paşa Camisi gezmek, içini ve çevresini fotoğraflamak istiyorum.

Kanlıca İskelesi’nde yer alan İskender Paşa Camii, Kanlıca’nın tarihsel değerlerinden biri olup, Mimar Sinan tarafından yapılmış. 1550 yılında ibadete açılan bu camiyi yaptıran İskender Paşa, nın Kanuni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden biri olduğu biliniyor.

Bilindiği gibi Yalılar, İstanbul Boğazının  iki yakasına dağılmış, denize sıfır, genelde iki, bazen de üç katlı olabilen konutlara verilen genel adlardır. Osmanlı döneminde Boğaz kıyılara inşa edilmeye başlanan yalılar, Boğaziçi mimarisinin en seçkin örneklerini oluşturmaktadır.

Yıllar boyunca İstanbul Boğazı ile özdeşleşmiş olan yalılardan günümüze ulaşanların sayısı yaklaşık 360 civarındadır.

Kanlıca yalıları tarihsel bir kimlik ve öneme sahiptir. Boğaziçi Turu yapanlara göz ziyafeti çekerler.

Yalılar için en uygun mekânlardan biri de Kanlıca idi. IV. Murat  devrinin Şeyhülislamı Bahai Efendi’nin yaptırdığı bir yalı dikkati çekmiş ve diğer Osmanlı Sarayı yetkilileri de yalılar yaptırmışlardır. Bu nedenle Kanlıca Koyu, Bahai Körfezi olarak anılmıştır.

Mehtabı ile de ünlü olan Kanlıca’ da, eski yıllarda boğaz eğlencelerinin düzenlendiğini biliyoruz. 200 civarındaki kayıkla Bülbül Deresi ağzından Kanlıca Koyu’na düzenlenen mehtap gezileri saz meclisleriyle taçlandırılırdı. Yılda birkaç kez düzenlenen bu çok özel gecelerin seçimi de çok ince astronomik ve kozmik olaylara göre yapılırdı.

Evrendeki her kozmik olay insanoğlunu derinden etkilemiştir.  Özellikle dünyamıza özel iki olgu ‘’Grup Vakti’’ olarak bilinen Güneşin Batışı ile ‘’Mehtabın Doğuşu’’ olarak bilinen Dolunayın Gökyüzünde Yükselişi, bizleri romantik ve metafizik boyutlara götürmüştür.

‘’Grup Vakti’’, özellikle sonbahar aylarında, güneşin bulutlarla kucaklaşarak gerçekleşmesi halinde, bir de deniz kenarında ve sevgilinizle birlikte iseniz, tüm yaşamınızın en anlamlı ve romantik olayı olabilir.

Şairler ve romancılar bu iki doğa olayından ilham almışlar ve edebiyatımızın zenginleşmesini sağlamışlardır. Bu tür mehtaplı gecelerden ilham alan Şair Yahya Kemal Beyatlı ‘’Geçmiş Yaz’’ adını verdiği şiirinde, Boğaziçi'nin bu ünlü körfezinden, Kanlıca Körfezinden söz ederek, şarkılara konu olan şiirler yazar.

Şairin şiirlerinde sözünü ettiği Kanlıca, mehtabı ve mehtap âlemleriyle ünlüdür. İki yüz, üç yüz kayıkla, Kanlıca Körfezinden Boğaza açılarak yapılan mehtap gezileri birçok romanın sayfaları arasına girmiş ve birçok şiirin mısralarına yerleşmiştir.

Körfezin etrafında bulunan koru bülbül yatağı olduğundan, buradan denize dökülen dereye de, ‘’Bülbülderesi’’  adı verilmiştir. Kanlıca’nın en önemli yalılarından biri Saffet Paşa Yalısı’dır. Kanlıca Koyunun sol tarafında yer almaktadır.

Tanzimat döneminin en önemli paşalarından olan Ali Paşa'nın Kanlıcadaki yalısını da unutmamak gerekir. Bu yalıda çok önemli siyasi görüşmelerin yapıldığı ve anlaşmaların yapıldığı söylenceler arasındadır.

Üç Osmanlı Padişahının Hekimliğini yapmış olan Hekimbaşı Salih Efendi tarafından yaptırılan ve kendi adıyla anılan Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı İstanbul Boğazındaki güzellik abidelerinden biridir.

Boğaz turuna katılanlar tarafından en çok fotoğrafı çekilen yalılardan biridir. 1978 yılında aslına uygun olarak yenilenmiştir. Abdülmecit’in de hekimbaşılığını yapan Salih Efendi, iki oda ve bir sofa olarak aldığı yapıyı genişletmiştir. 1699 yılında yaptırılan Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı da dikkat çeken yalılardan biridir.


Başlangıçta, deniz kenarında 80 metrelik bir cepheye sahip olduğu söylenir. Boğazın iki yakasında eşsiz mücevherler gibi sıralanmış olan yalılar her geçen gün azalmakta ve yerlerini betonarme yapılar almaktadır. Elde kalanlardan bazıları da harap ve bitik bir haldedir. Bunlardan biri de Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’dır.

İSTANBUL HIDİV KASRI



Hıdiv Kasrı, İstanbul’un Beykoz Çubuklu sırtlarında 172 000 metrekarelik bir koruda, Boğaziçi'ne hakim konumda anıtsal bir yapı olup, 1907 yılında Mısır’ın son Hıdivi Abbas Hilmi Paşa tarafından İtalyan mimar Delfo Seminati’ye yaptırılmıştır.

Bu tarihi yapı; doğayı ve kadın figürlerini içeren karmaşık desenleri, dairesel hatları ve organik formları vurgulayan Art Nouveau tarzında inşa edilmiştir ve İstanbul Boğazı’nı seyreden bir kule ile tamamlanmıştır.

İstanbul’un İmparatorluk merkezi olduğunu hatırlatan nadide yapılardan biri olan Hıdiv Kasrı'nın içinde bulunduğu Çubuklu Korusu, her biri künyeli ve soy kütüğüne sahip asırlık ağaçlarla kaplı, muhteşem bir koruluktur.

Korusu’nun girişinden, Hıdiv Kasrı’na doğru asırlık ağaçların altında yürürken kendinizi yüzyıllar öncesinde bulabilirsiniz. Yemyeşil çimlerinin arasındaki adalara özenle seçilmiş begonya, sardunya, cam güzelleri, değişik renklerde gülleriyle, ünü Avrupa’ya kadar ulaşan ‘’Düş bahçelerinde ağırlanmak’’ deyiminin geçerli olduğu bir yapı koru ortaya çıkarılmıştır.


Genelde, hükümdarlar/sultanlar için kent dışında yaptırılan saray ya da köşkler kasır olarak anılmaktadır. Oysa Hıdiv Kasrı adeta bir sarayı andırmakta ve şato tipinde inşa edilmiştir. Ana giriş cephesi güney-batıya bakar ve ay yıldızlı Mısır Hıdiv Tacı arma haline getirilip, yarım daire biçiminde ana giriş kapısının üzerine işlenmiştir. 

İçinde zarif çeşme ve havuzlar bulunan vitrayla kaplı tavanı çatıya kadar yükselir. Ayrıca, çeşmenin karşısında buharla çalışan ilk asansöre sahip olmasıyla da ünlüdür.

Künyeli asırlık ağaçların arasında dolaşmak ve ünlü bülbüllerini görmek için yolunuzu Hıdiv Kasrı’na düşürün derim.

Tarihçe:

Hıdiv, Osmanlı Padişahı Abdülaziz zamanında (1861 – 1876) Mısır valilerine verilen unvandı. 1867 yılında ilk kez Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu olan İsmail Paşa’ya verildi. İsmail Paşa’dan sonra oğlu Tevfik Paşa, daha sonra da Abbas Hilmi Paşa, Mısır Hıdivi oldular.

Mısır Hıdivleri protokol bakımından şeyhülislâm ve sadrazam ile aynı derecede idiler.

İç işlerinde bağımsız, dış ilişkilerde Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı Mısır Hıdivleri, kendi bölgelerinde birer hükümdar olarak saltanat sürüyorlardı.

Zamanının büyük bir bölümünü İstanbul’da geçiren son Mısır Hıdivi olan Abbas Hilmi Paşa, 1903 yılında Çubuklu’ da iki ahşap yalıyı, sonra da yalıların arkasındaki yamaçları ve üst düzlüğü de satın alır.

Böylece Çubuklu Korusu, her biri künyeli ve soy kütüğüne sahip asırlık ağaçlarla kaplı, muhteşem boğaz manzaralı bir koruluk haline getirilir.

1 000 m2 lik inşaat alanı üzerine kurulmuş şato tipindeki Hıdiv Kasrı ilginç bir yapıya sahiptir. İtalyan Mimar Delfo Seminati’nin bir sanat eseri olan Hıdiv Kasrı'nın bir eşi de Nil Nehri kıyılarında yapılmıştır.

Zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı bir uygulama gerçekleştirilmiştir.

Beltur tarafından işletilen köşkler içinde en ihtişamlısı ve bir saray yavrusudur Hıdiv Kasrı


20 Haziran 2012 Çarşamba, Hıdiv Kasrı İstanbul…

Eyüp İlçesi’nin merkez mahallesi konumunda olan Göktürk’ten hareketle, Baytur’un işlettiği Çubuklu Korusu’nda bulunan Hıdiv Kasrı’na gitmek için yola çıktık eşimle. Birçok otobüs değiştirdikten sonra, yaklaşık iki saat sonra Çubuklu Korusu'na giriş yaptık.

İlk dikkatimizi çeken muhteşem çevre düzenlemesi oldu. Emirgan'daki uygulamanın biraz daha iyisi burada vardı.

Bir hayli fotoğraf çektikten sonra ulaştığımız sarayvari kasıra hayran kaldık. Çevresinde dolaşıp, fotoğrafladıktan sonra ana giriş kapısına geldik. Kapı üzerine, arma haline getirilip, yarım daire biçiminde işlenmiş olan Ay yıldızlı Mısır Hıdiv Tacı'na bakıp fotoğraflar çektik.

Ana giriş kapısı:

Üstüne armanın işlendiği dış kapı, bütünüyle altın yaldızlı çiçek figürleriyle işlenmişti. Bu kapıdan birinci hole girdik. Girdiğimiz birinci holün sağ tarafında, iki basamakla çıkılan diğer bir kapıya ulaştık. Bu kapıdan iç içe iki büyük odaya geçilmektedir

Bu odalardan da bir ara kapı ile ”Mermer Salon” un teraslarından birine ulaşılmaktadır. Birinci holün sol tarafındaki kapıdan giriş katı mutfağı ile sağındaki bir merdivenle alt kattaki mutfağa ulaşılmaktadır. Birinci holden bir ara giriş kapısıyla orta hole geçilmektedir. İki hol arasındaki giriş kapısının camlı bölümü kurşunlu vitrayla yapılmış üzüm salkımları desenlerine sahiptir. Çok güzel ve özel bir geçiş elemanıdır. Kapıdan geçtikten sonra, birkaç basamakla ulaştığımız platformda ilerleyip, anıtsal çeşmenin bulunduğu hole ulaşırız. Geriye döndüğümüzde; camlı bölümü kurşunlu vitrayla yapılmış ara kapı ile sağdan ve soldan üst kata çıkılmasını sağlayan iki anıtsal merdiven karşımıza çıkar. Bu iki anıtsal merdivenle çıkılan yeni bir sahanlıktan sonra da, iki merdiven birleşerek, geniş ve tek bir merdivenle üst kata çıkılır. Ben, üst kata çıkmayarak ileriye, anıtsal çeşmenin bulunduğu hole giriyorum.

Anıtsal çeşme ve havuzlu hol

Camlı bölümü kurşunlu vitrayla yapılmış ara kapıdan girince karşıma anıtsal çeşmenin bulunduğu hol çıkıyor. Bu mekân da, tüm yapının ana karakterine uygun olarak düzenlenmiş. Duvarlardaki masif ahşap kaplamalar arasında 8 adet desenli ayna bulunmaktadır. Holde, çiftli 16 masif mermer sütunun yer almaktadır. Anıtsal çeşme dairesel olup, 180 cm yüksekliğinde mermer bir fıskiyesi var. Hıdiv Kasrı’nda yemekli nişan olduğundan, çeşmenin çevresine meze, salata ve ara yemekler dizilmişti. Bu koşullarda fıskiye çalıştırılmamıştı. Görevlilerden edindiğim bilgiye göre, Fıskiyeden çıkan su, derinliği az olan bu havuza dökülüyormuş. Fıskiyeden havuza dökülen su huzur dolu bir atmosfer oluşturuyormuş. Suyun şırıldayan sesi ve oluşturduğu serinlik bir ömre bedel diyorlar. Rahmetli babam görse ‘’Oğlum, bu düzenleme ömre ömür katar’’ Derdi. Anıtsal çeşmenin üstü açık ve bu açıklık çatıya kadar devam etmektedir.

Yapının aydınlık bölümünü oluşturmakta ve duvarlarındaki desenli aynalarda yansıyan ışıklarla masalımsı bir hava yaratılmaktadır. Bu oluşum, anıtsal çeşmenin bulunduğu hole açılan odaların aydınlatılmasında önemli bir işlev görmektedir. Zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı anıtsal çeşmenin çatıya ulaşan üst kısmı vitray cam ile kapatılarak ortam dış etkilerden korunmuş. Anadolu Uygarlıklarından günümüze ulaşan cam işçiliğinin en seçkin örnekleri kullanılmıştır Hıdiv Kasrında. Çeşitli model ve formlar Selçuklular döneminde geliştirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, İstanbul’un imparatorluk topraklarına katılmasıyla, İstanbul camcılığının merkezi olmuştur. Çeşm-i Bülbül, Beykoz İşi günümüze ulaşabilen bazı örneklerdir

Her formda vitray; dekoratif desenli asit oymalı cam, bakır ve kurşun tekniği ile geliştirilmiştir. Orta holden, anıtsal çeşmenin bulunduğu hole girdiğimde, çeşme havuzunun arkasında, tam karşı cephede iki asansör dikkatimi çekti. Asansörlerden biri Hıdiv Kasrı’nın inşası sırasında yapılmış ve buhar gücüyle çalışmaktadır. Yalnız yatak odalarına çıkan bu asansörün cephesi ve kapısı sarı pirinç metalden yapılmış. Diğer asansör sonradan eklenmiş olup, elektrikle çalışmaktadır.

Mermer salon

Holün sağ tarafında, yapının kuzey-doğu tarafında tamamı masif/saf mermerden yapılmış bir salon olduğunu öğrenmiştim. Bir ara kapıdan bu salona geçiyorum. Birkaç basamakla salona iniliyor. Salonu bütün olarak gözden geçirdiğimde, sağımda ve solumda birer mermer koridor uzandığını görüyorum. Sağdaki koridorun, giriş holünün sağ tarafında yer alan iç içe iki büyük odaya ulaştığını öğreniyorum. Soldaki koridor ise tamamı aynalı ve kristal ışıklı, kristal salona geçilmektedir. Kuzey-doğu köşesinde yer alan kristal salondan, üstü yuvarlak ve büyük bir pencere ile mermer salona bakılmaktadır. Koridorların fotoğraflarını çektikten sonra, birkaç basamakla mermer salona iniyorum. Sağ taraftaki duvarda, tavana kadar yükselen bir anıtsal çeşme daha yer almaktadır.

Mozaiklerle süslü bu çeşmenin zemine yakın kısmı mermer bir tekne ile süslenmiş. Tekneye, yeni akım olarak tanımlayabileceğimiz Art Nouveau tarzının sevdiği figürlerden biri, bir kurbağa su akıtmaktadır. Merdivenlerin karşısı ise, boydan boya demir çerçeveli camla kapatılmış. Demir çerçeveli cephedeki kapıdan geniş iç bahçeye geçilmektedir. Tekrar mermer salona dönerek, alıcı gözüyle bakıyorum. Salondaki tüm mermer sütunlar özel bir cilalama tekniği ile göz alıcı duruma getirilmiş. Sütunların iç cephelerine ve salonun tavanlarına yuvarlak çiçek sepeti şeklinde, pembe-beyaz-yeşil karışımı avizeler yaptırılmış. Yandıkları zaman, bahçe tipindeki mermer salona uyan renkleriyle ‘’Bir Peri Sarayı’’ görünümü ortaya çıkmaktaymış. Görevlilerden biri öyle söyledi. Üzerleri yeşil-gri karışımı mermerli döküm masaları, sandalyeleri ve mermerden servis bankosu Mermer Salona ayrıcalıklı bir ‘’Küçük Saray Yavrusu’’ havası vermektedir. Mermer Salonun gül bahçesinden giriş kapısı da Marmara Mermeri ile kaplanmış.

Gül bahçesi

Hıdiv Kasrı’nın kuzey-doğu cephesinde, mermer salondan çıkıp, Gül Bahçesi’ne ulaşıyorum. ‘’Gül Bahçesi’’ mazı çamlarıyla çevrilmiş. Bahçeye yüzlerce gülfidanı dikilmiş olup, ortasında fıskiyeli havuzu bulunmaktadır. Güller açtığı dönemde, akşamları, gül bahçesi çevresindeki mermer gövdeli sütunlar üzerindeki fenerler yandığında kendinizi gül cennetinde hissedersiniz diye düşünüyorum. Gül Bahçesi yaklaşık 1 000-1 500 kişilik davetliyi konuk edebilecek büyüklükte düzenlenmiş. Mekânda nişan varmış, görevliler hazırlık yapıyorlardı. Neredeyse 100 metre uzunluğu olan gül bahçesinin, mermer salona en uzak noktasında iç içe iki yavuz yapılmış.

İçteki havuzun ortasındaki fıskiyeden çıkan suyun şırıltısı huzurlu bir ortam hazırlarken, bu havuzdaki su, çevredeki havuza akıtılarak bir şelale düzeni oluşturulmuş. Bu düzen ara havuzlar ve bu havuzlardaki fıskiyelerle tekrarlanmış. Ayrıca, ara havuzların arası renkli camlar ve aynalarla desteklenmiş.

Konkav salon/Şömineli salon

Gül bahçesinden ayrılarak, tekrar mermer salona giriyor ve anıtsal çeşmenin bulunduğu dairesel hole geri dönüyorum. Mermer salondan anıtsal çeşmenin bulunduğu hole girdikten sonra, dağdaki kapıya yöneliyorum. Bir ara kapıdan sonra şömineli salona geçiyorum. Eğer camlı bölümü kurşunlu vitrayla yapılmış ara kapıdan girince anıtsal çeşmenin bulunduğu hole girince, sağdaki mermer salona girmek yerine, yapının kuzey ve kuzey-batı cephesini oluşturan konkav cepheye açılan kapılardan birinden ilerleyecek olsaydım, yine konkav salona ulaşacaktım. Kapıdan girince, devasa boyutlarda bir simit parçasını andıran salonun sağında ve solunda olmak üzere iki şöminesi bulunmaktadır. Hıdiv Kasrı’nın yapıldığı yıllarda, şöminelerin en iyi ısınma yöntemlerinden biri olmasının yanı sıra dekoratif olma özellikleri de vardır. Şöminelerden ötürü, konkav salona şömineli salon da denilmektedir.

Şömineli salonun tüm duvarları ve tavanının ahşap kaplaması muhteşemdir. Kaplamalar düz lifli, gözenek ve delik bulunmayan bir ağaç olan maundan yapılmıştır. Kolay işlenen ve dayanıklı olan maun, mobilya yapımında tercih edilen çok değerli bir ağaçtır. Zamanla kararmakta, vernikle cilalandığında kırmızımsı parlaklığa kavuşmaktadır. İstanbul’un en mükemmel ahşap kaplaması ya da lambrisi salona ağır ve alımlı bir hava vermiştir. Salondaki masif porfir sütunların kaide ve başlıklarında yer alan bilezikler altın varaklarla kaplanmış olup, salona masalımsı bir hava katmış.

Salondaki masa ve sandalyeler de devrin tarzına uygun olarak yenilenmiş ve yerleştirilmiştir. Salonun konkav biçiminde uzanan tavanında oluşturulan dizi kasetlerden üçüne, dönemin sitiline uygun olarak kristal ışık dizileri yaptırılmış. Hava karardıktan sonra devreye giren kristal ışık dizileri salonu perili bir köşk haline dönüştürmektedir. Şömineli salondan açılan iki kapı ile önündeki mermer teraslara geçilir. Günümüzde, mermer teras restoran olarak kullanılmaktadır. Restoranda içki servisi yapılmıyor. Alkolsüz içecekler kola, gazoz, meyve suyunun yanı sıra, Osmanlı döneminin içecekleri olan keçiboynuzu şerbeti, nar şerbeti ve demirhindi şerbeti gibi içecekler menüde yer almaktadır. Ana yemeklerden Nohut Aşideli Paşa Kavurması, Çam Sakızlı Patlican, Püreli Kuzu Yahnisi, Hıdiv Kebap, Beyzade Bonfilesi, Izgara Kuzu Büryani, Katmerli Börek, İçli Köfte sunulmaktadır.

Menüdeki tatlılara gelince; fırında pişmiş tarçınlı-frambuazlı armut tatlısı, Hindistan cevizli kızarmış Maraş Dondurması, çam sakızlı ve kahveli parfe ile Elmalı Paşa Sarması seçiminize sunulmuş. Daha sonraki günlerde eşimle birlikte gittiğim Hıdiv Kasrı’nın bu bölümünde Beyzade Bonfilesi, İçli Köfte, Katmerli Börek yanında özel hazırlanmış salatalarından aldık. Kendimizi kont ve kontes gibi hissettiğimiz bu ortamda yediğimiz yemeklerin aromasının muhteşem ve ücretlerinin de uygun olduğunu gördük. Yemek yediğimiz mermer teras, bahçeden yaklaşık iki metre yüksekte olup, 24 adet masif beyaz mermerden sütunlarla kaplıdır. Bu sütunlar üstteki yatak odalarının bulunduğu bölüme destek sağlamak için yapılmış.

Günümüzde ise, üst kattaki yatak odaları, özel yemekler ve toplantılar için ayrılıyormuş. 40 kişilik bir grubu ağırlama kapasitesi olan bu odaları görme olanağımız olmadı.  Yemek yediğimiz mermer terasların konumuna bakıldığında, çok özel bir yapılanma olduğunu görebiliriz. Kanlıca, çok eskiden beri, mehtabı ve kucağında düzenlenen boğaz eğlenceleriyle ünlüdür. Ortalama 250 kayıkla, Bahai Körfezi’nden boğaza açılarak yapılan mehtap gezileri birçok roman ve şiirin konusu olmuştur. Sazlı sözlü eğlencelerin yapıldığı bu mekân mermer terastan rahatlıkla izlenebilmekteymiş. Ağaçların boy atması bu manzaranın önüne geçtiyse de kulelerdeki seyir terasları bu eksikliği gidermektedir.

Ahşap salon:

Anıtsal çeşmenin bulunduğu holden, şömineli salonun sol tarafında bulunan diğer bir yemek salonuna geçildiğinde, tamamı ahşap bir salonla karşılaşırsınız. Kaplamalar ekstra meşe kerestesinden yapılmış. Orijinal motiflerine uygun ahşap parkeler, ahşap duvarlar, ahşap tavanlar ve dolaplar maun renginde ve göz alıcıdır. Tavandaki kristal avizeler de dönemine uygun olarak seçilmiş ve salona ayrı bir hava katmış. Mermer salona bakmakta olan kristal salonu da gezme olanağı bulamadık. Kristal salonun da çok özel toplantılarda kullanıldığını öğreniyoruz.

Birinci kat

Konkav salondan anıtsal çeşmenin bulunduğu havuzlu hole geri dönerek, camlı bölümü kurşunlu vitrayla yapılmış ara kapının bulunduğu ara hole geçiyorum. Üst kata çıkılmasını sağlayan iki anıtsal merdiven tekrar karşıma çıkıyor. Soldaki merdivene emniyet şeridi çekilmiş, kapalı. Sağdaki anıtsal merdivenden çıkarak, iki merdivenin birleştiği sahanlığa çıkıyorum. Sahanlıkta geri düğümde; aşağıda anıtsal çeşmenin bulunduğu havuzlu holü, yukarıda ise merdiven bitimindeki kısa koridorlarla aydınlığa bakan kat muhteşem bir sahanlık görüyorum. Birinci kat sahanlığına ulaştığımda, öncelikle yapının çatısına kadar uzanan aydınlık bölümü ile aşağıdaki anıtsal çeşme dikkatimi çekiyor.

Anıtsal çeşmenin çevresindeki ikişerli 16 masif mermer sütün ile yemekli nişan için dizilmiş ara yemekler, salata ve tatlılar görünüyor. Girişin tam karşısında da buharla ve elektrikle çalışan asansörler yer alıyor. Bu kattaki odalar kapalıydı, görme olanağım olmadı. Görevlilerden edindiğim bilgiye göre, 40 kişilik grupları ağırlama kapasitesi olan bu odalar ve boğaza hâkim olan terasları çok özel toplantılarla, pahalı nişan ve düğünlerde açılıyormuş. Kulelere de çok özel durumlarda ve izin alınarak çıkılıyormuş.

BEYKOZ İSTANBUL

Boğaziçi, İstanbul’un ve dünyanın en büyüleyici mekanlarından biri olup, görmeden bu dünyadan gitmeyin denilen yerlerden biridir. Büyüleyici manzarası, tarihi ve coğrafi öneminin yanı sıra İstanbul’un kalbinde yer alması ve denizcilik harikası olması, İstanbul Boğazı’nı dünyanın en önemli su yollarından biri haline getiriyor.

Boğaziçi'nin mavi suları ve Anadolu yakası ormanlarının yeşiliyle buluşma konumunda olan Beykoz İlçesi, tarihi ve paha biçilemez yalılarıyla da gezginlerin ilgisini çekmeye devam ediyor.


Beykoz, batıdan İstanbul Boğazı, doğudan Şile ilçesi, kuzeyden Karadeniz ve güneyden Çekmeköy, Üsküdar ve Ümraniye ilçeleri ile çevrelenmiştir.

Beykoz, doğal güzellikleri, tarihi mirası ve sakin yaşam tarzıyla da ünlü olup ormanlık alanlar, tepeler, vadiler ve dere kenarları gibi doğal güzelliklerle doludur.


İstanbul Boğazı’nın büyüleyici manzaraları eşliğinde romantik akşam yemekleri tadabileceğiniz restoranları, kilometrelerce uzanan sahil yürüyüş yolları ve mesire alanlarıyla da oldukça fazla ilgi görüyor.

Anadolufeneri, Poyrazköy, Anandolukavağı, Yoros Kalesi, Beykoz Kasrı, Beykoz Korusu, Beykoz Çayırı, Çubuklu Sahili, Hıdiv Kasrı, Mihrabat Korusu, Anadoluhisarı, Göksu Deresi, Küçüksu Kasrı, Fatih Tabiat Parkı, Otağtepe, Beylerbeyi Sarayı gezilecek ve görülecek yerler arasındadır.


İstanbul ulaşım ağı muhteşemdir. Hem Anadolu hem de Rumeli yakası ulaşım hatları aşağıda verilmiştir.

    1. 135Ç Çubuklu-Kavacık (Ring) Otobüs Hattı

    2. 15KÇ Karanlıkdere/Çavuşbaşı–Üsküdar Otobüs Hattı

    3. 22 İstinye-Kabataş,

    4. 22RE Fatih Sultan Mehmet-Beşiktaş,

    5. 25E Sarıyer-Kabataş,

    6. 40 Rumelifeneri-Taksim, 40T İstinye-Taksim, 42T Bahçeköy-Taksim gibi otobüs hatları Beykoz’a ulaşım sağlar.

Üsküdar veya Kabataş iskelesinden kalkan vapurlarla Beykoz’a ulaşabilirsiniz.