İSTANBUL TOPKAPI SARAYI SOFAİ HÜMAYUN


Osmanlı Padişahlarının saraydaki varlığını temsil eden Enderun Avlusu, gündüzleri padişahların bulundukları mekânları olup, rızaları dışında hiç kimse giremezdi.

Padişahlar Arz Odası’nda; yabancı devlet elçilerini kabul etmek, Kubbealtı’nda alınan ve arz edilen kararları onaylamak ya da reddetmek gibi görevlerinin yanı sıra, her türlü devlet işlerini de buradan yönetirlerdi.

Arz Odası
Enderun Avlusu ’ndan Fatih Sultan Mehmet döneminde şekillenen koğuşlar ve padişaha ait yapıları içeren avlu ile padişaha ait köşklerin bulunduğu ‘’Sofa-i Hümayun’’ adı verilen mermer teras ve çiçek bahçesine ulaşılır. Padişah ve ailesinin, özel günlerde birlikte bulunabildikleri çok özel bir mekândır. Sünnet odaları, Bağdat ve Revan Köşkleri de burada bulunur. 

Padişahlar Avlusu olarak da anılan ‘’Sofa-i Hümayun’’ a geçebilmek için Lale bahçesine girmek gerekiyor. Enderun Avlusundaki III. Ahmet Kütüphanesinin bulunduğu cephedeki kapıların birinden geçerek Lale bahçesine giriyoruz. Karşımıza çıkan Lale Bahçesi sınırları içerisinde; Sofa Köşkü, Hekimbaşı Kulesi, Sofa-i Hümayun alt bahçeleri, Sofa Camisi, Mecidiye Köşkü ve Esvap Odası bulunmaktadır.

Marmara Denizi tarafına yöneldiğimizde Mecidiye Köşkü karşımıza çıkar. Haliç, İstanbul Boğazı ve Marmara birleşimine tepeden bakan Mecidiye Köşkü İstanbul Kültür Mirası varlıkları içinde yer alıyor. Marmara Denizi ve karşı kıyıdaki Kadıköy’ün yanı sıra, İstanbul Boğazına ve Kız Kulesine hâkim bir konumda yapılandırılmış Turist gruplarının, ayrılmak istemedikleri bir güzelliğe sahip bu bölümde bir de “Konyalı” tarafından işletilen ve saraydaki yegane yemek yenecek yer olan restoran bulunuyor.

Doyumsuz manzaraya karşı yemek yenip kafede oturma imkânı bulunan kapalı ve açık bölümlerde, Türk yemeklerinin nefasetiyle sarayın atmosferi bir ölçüde saraylı gibi yaşanıyor. Ayrıca; telefon, tuvalet ve döviz bürosunun bulunduğu bir mekân haline getirilmiş. Mecidiye Köşkü; padişahların, törenlerden sonraki kabul-dinlenme mekânı olarak tasarlanmış ve 15. yüzyıldan kalma bir başka köşkün üzerine kurulmuş. Buradaki arazide seviye farkı olduğundan, köşk üst bahçe seviyesine ulaşabilmek için iki katlı yapılmıştır.

Mecidiye Köşkü
Köşkün yapımı sırasında eski köşkün zemini korunmuş, yalnızca üst kısmı yıkılmıştır. Topkapı Sarayı’nda yapılan en son padişah köşkü olan yapı, Nigoğos Balyan tarafından Abdülmecid zamanında, 1858 yılında inşa edilmiş. Fransız Bahçe Köşklerini anımsatan Mecidiye Köşkü, Ihlamur Köşkü ile büyük benzerlikler gösteriyor. Köşkün kuzey batısında yer alan küçük yapı ‘’Esvap Köşkü’’dür.

Gülhane Parkı
Lale Bahçesinde, Haliç tarafına gidildiğinde; önce Hekimbaşı Kulesine rastlarız. Fatih Sultan Mehmet döneminde, sarayı bu yönde sınırlayan sur duvarı üzerinde bir burç halinde yapıldığı anlaşılan bu köşe kulesi ya da Hekimbaşı Kulesinin alt yapısı Bizans’a aittir. Bu kuleden sonra karşımıza Sofa Köşkü çıkar.17. yüzyıl sonlarında, Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığı sanıldığından, yapıya, Mustafa Paşa Köşkü de denilmektedir.

Sofa Köşkü
Surlar üzerine oturtulan ahşap ve iki bölümlü Sofa Köşkü 18.yüzyıl ortasında, abartılı Rokoko süslemesiyle bahçeye açılan bir divanhanedir. Sofa Köşkü; serbestçe yerleştirilmiş Divanhane ile Namaz Odası ya da Şerbet Odası mekânlarından oluşur. Sultanlar, köşkten, alt bahçelerdeki spor oyunlarını seyreder ve eğlenceler düzenletirlerdi. Özellikle sarayda “Halvet” ilan edilerek yapılan büyülü gece ve gündüz eğlencelerinde harem halkına da açılan köşk, altyapısı bir köşe burcu olan Bağdat Köşkü’ne surlar ve kule ile bağlanır.

Revan Köşkü ile Bağdat Köşkü’nün bulunduğu Mermer Teras Osmanlı İhtişamının göstergelerinden biridir. Mermer terasta revakların önünde fıskiyeli büyük bir havuz yer alır. Arka tarafında da Has Oda’nın Divanyeri denilen çift sıra sütunlu geniş revakı bütün görkemiyle kendisini gösterir. Çift sıra sütunlu revakların bir ucunda Revan Köşkü, diğer ucunda sünnet odası bulunmaktadır.

Bağdat Köşkü
L şeklindeki geniş revakın bir ucu padişahın haremdeki Has Oda ve köşklerin bulunduğu Mabeyn taşlığına geçit verir. Revan köşkünün bulunduğu diğer tarafında ise Sofa-i Hümayun çiçek bahçesine merdivenlerle inilir. Haliç tarafındaki manzaraya bakan Sünnet Odası adı verilen köşk 1640 yılında, Sultan İbrahim tarafından yaptırılmış. Şehzadelerin sünnet düğünleri için de kullanılmış olduğundan, Sünnet Odası adıyla da anılmaktadır.


Revan Köşkü
Ayrıca, mermer terasta, yabancıların Altın Boynuz olarak tanımladıkları Haliç’in büyülü ve görkemli manzarasını görecek şekilde, IV. Murat’ın yaptırdığı Bağdat Köşkü ve Sultan İbrahim döneminde yapılan İftariye Köşkü veya “Mehtaplık” denilen kameriye bulunur. Revan Köşkü, Sultan IV. Murat’ın Revan Seferi ve zaferi anısına, 1635 yılında yaptırılmıştır. Padişahların sarıklarının bu odada korunması nedeniyle, Sarık Odası olarak da anılmaktadır. 1733 yılında, Sultan I. Mahmut’un bağışladığı kitaplarla, Has Oda Kitaplığı olarak kullanılmaya başlanmıştır. 

Mermer kaplama dış cephesi ve 17. yüzyıl çinileriyle dikkat çeken Revan Köşkü, Klasik Osmanlı Mimarisinin son örneklerindendir. Ziyaretçilere kapalıdır. Topkapı Sarayı’nın köşklerinden en güzeli Bağdat Köşkü’dür. Bağdat köşkünün yapımına, IV. Murat Bağdat seferine giderken başlanmış ve 1639 yılında da yapımı bitirilmiştir. Köşk ünlük saray yaşamında padişahın sabah namazından sonra kahvesini içtiği dinlenme mekânı olduğu gibi önemli tarihi olaylara da sahne olmuştur. Köşk sekiz cephelidir. Dört girinti dört çıkıntı ve kubbe saçağı ile orijinal bir mimariye sahiptir.
Bağdat Köşkü
Köşkün üç kapısı ve yirmi iki penceresi vardır. Kapılar, pencereler ve dolaplar fildişi ve sedeflerle, duvarlar ve kemerler çinilerle süslenmiştir. Köşkün bakır ocağı, bu ocağın yanlarındaki gömme gözler, gözlerin çevresindeki çiniler essiz bir sanat eseridir. Bağdat Köşkü’nün güzelliğini arttıran en önemli özelliklerinden biri de balkonunun İstanbul’un en geniş ve en güzel manzarasını kucaklamasıdır. Altın Boynuz olarak da anılan Haliç, Karşı Yaka ya da Pera olarak adlandırılan Galata, Galata Köprüsü ve İstanbul Boğazının seyir terası gibidir Bağdat Köşkü.

Vikipedi’den edindiklerime göre; Dekorasyonu ile klasik Osmanlı sanatının en yüksek noktasını temsil edebilecek özelliklere sahip olan Bağdat köşkünde kullanılan çinilerin, o döneme ait arşiv defterleri eksik olduğundan nerede yaptırıldığı saptanamamıştır. Bu dönemdeki Osmanlı çiniciliğinin en seçkin örnekleri olarak gösterilen bu çiniler bir önceki yüzyılda yapılmış çinilerle karıştırılarak kullanılmış olabilir. Öte yandan köşkün iç ve dış mekânlarında boya ve sıva yerine renkli mermerlerle beraber çini kullanımı, değişime karşı bir tutum olarak da kabul edilebilir.

Zira bu yapılar için çini, sürekli kullanımı gerektiren bir kaplama malzemesi olarak tercih edilmiştir. Köşkün tavan süslemeleriyle de klasik devrin etkisi altında kalındığı gözlenmektedir. Tavan süslemeleri XVII. Yüzyılın ilk yarısının en önemli tavan süslemeleri olarak değerlendirilmektedir. Cephe kaplama biçimlerindeki yenilik, köşkte klasik Osmanlı sanatıyla beraber yeni arayışların da etkili olduğunu göstermektedir. Topkapı Sarayı’nın en küçük ve en şirin köşkü, İftariye Köşkü’dür. Sarayda, manzarası en iyi olan balkonlardan biridir.

Mehtap Köşkü
Sünnet Odası’yla Bağdat Köşkü arasında, sofanın Haliç’e bakan kısmında yer alan köşk, Sultan İbrahim tarafından Ramazan’da iftar kandillerini gözlemek ve oruç açmak maksadıyla yaptırılmış. Yapının zemini dışında her yeri dökme bakır ve bronzdur. Âleminde besmele yazılı olan İftariye Köşkü, yaz günlerinde gölgelik, gecelerinde ise Mehtaplık olarak da kullanılmıştır.

İSTANBUL TOPKAPI SARAYI ENDERUN AVLUSU




Topkapı Sarayı’nda, kale saray yapılanması her adımda kendini hissettirmektedir. Saltanat Kapısından   girilen Alay Meydanı dış hizmet binaları için ayrılmış. Halkın rahatlıkla girebildiği bu avludan Selamlık Kapısından geçilerek Divan Meydanı’na ulaşılabiliyordu. Adalet Meydanı olarak da bilinen Divan meydanı yapılarıyla birlikte, sarayda devlet yönetiminin gerçekleştirildiği, temsil edildiği, savaş ve barışa karar verildiği, kanunların alt yapısının oluşturulduğu, tahta çıkma ve ulufe dağıtım törenlerinin gerçekleştirildiği bir idare alanıdır. Halkın giremediği avludur.

Saraydaki üçüncü kapı olan Saadet Kapısı Divan Meydanını, iç saray teşkilatının bulunduğu Enderun Avlusuna bağlar. Enderun Avlusu, Osmanlı Sultanlarının saraydaki varlığını temsil eder. Divan Meydanı’nı Enderun Avlusu ’na bağlayan ‘’Anıtsal Kapı’’ Babüssaade’dir. Yani Saadet, Mutluluk Kapısı...

15. yüzyılda sarayla birlikte yaptırılan bu kapı, Sultanların saraydaki varlığını temsil eder. Kapının önünde tahta çıkış (cülus), biat(itaat), bayramlaşma, padişah kızlarının evlenme, sefere çıkma, ayak divanı ve cenaze törenleri yapılırdı. Padişah Evi’nin cümle kapısı olan Babüssaade’yi izinsiz geçmek Mutlak İktidara yapılan en büyük hukuk ihlali sayılır ve idamla cezalandırılırdı. Padişahlar da törenlerin dışında bu kapıyı kullanmazlardı.

Babüssaade, kubbeli ve revaklı yapısı ile önüne gelenlere Osmanlı Mimarisinin ihtişamını anlatır. Kubbe ve kubbeli yapılar Dünya mimarlık tarihinin vazgeçilmez simgesel ve işlevsel biçim düzenlerinden birisidir. Kubbeler, Orta Çağ ile Çağdaş yapı sistemlerinin ortaya çıkışı arasındaki yüzyıllar içinde, büyük mekân yapılarının örtü sistemlerini oluşturmuştur. Yapı içinde büyük kullanım alanları oluşturmak için kubbe ve yarım kubbelerden yararlanılmıştır. Bu tür yapılanmalar, ‘’Baldaken Formlu Yapı’’ olarak tanımlanır.

Babüssaade Kapısı da Baldaken formlu bir kapı olup, Bab-üs Sade Ağası denilen sorumlusunun denetiminde bulunurdu. Dünya mimarlık tarihinin vazgeçilmez simgesel ve işlevsel biçim düzenlerinden birisi olan kubbe ve kubbeli yapılar, Orta Çağ ile çağdaş yapı sistemlerinin ortaya çıkışı arasındaki yüzyıllar içinde büyük mekân yapılarının örtü sistemlerini oluşturmuştur.

‘’Harem-i Hümayun’’ olarak da adlandırılan Enderun Avlusu ya da Üçüncü Avlu, Padişah ve çok yakınlarının; günün geçirildiği Selamlık ile gecenin geçirildiği Harem bölümlerinden oluşmaktadır. Osmanlı Sultanlarının şahsi alanı olarak kabul edilen bu avluya girer girmez diğer avlulardan farklı olarak bir manzarayla, deyim yerindeyse, avluyu perdeleyen bir yapıyla karşılaşırız. Bu yapı padişahın kabul odası veya taht odası olarak nitelendirebileceğimiz Arz Odası’dır. 

Arz Odasının saray protokolündeki önemi, kabul törenlerinden ileri gelir. 15. yüzyılda padişahların resmikabul salonu olarak yapılan Arz Odası, günümüzdeki görünümünü 16. yüzyılda kazanmıştır. Padişahlar bu mekânda tahta otururlar; vezirleri, yabancı devlet elçilerini kabul ederler ve Divan-ı Hümayun ’da alınan kararların arz edilmesine izin verirlerdi. Elçilerin getirdikleri hediyeler, kapının solundaki büyük pencere önüne yerleştirilirdi. 

Babüssaade Kapısı'nı geçer geçmez karşımıza çıkan Arz Odasının; revaklara açılan ön cephede iki, arka cephede bir kapısı vardır. Revaklardaki süslemeler göz kamaştırıcı ve görkemlidir. Ön cephedeki ilk kapı ziyaretçiler içindir. Girişin sağındaki çeşme göz kamaştırıcı olup, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Kapının iki yanında yer alan çini panoların üzerindeki tuğra biçimli kabartma yazılar 1856 yılında konulmuştur. 

Yapının iç dekorasyonunu yenileyen Abdülmecid’i övmektedir. Kapının üzerindeki 1723 tarihli kabartmada ‘’Besmele’’ sözcükleri vardır. Solda, demir parmaklıklı pencerenin yanındaki Pişkeş Kapısı üzerinde de Sultan II. Mahmut hattı ile 1810 tarihli ‘’Hasbin Allah Venim-el vekil’’ yazılıdır. Arka taraftaki Padişah Kapısı üzerinde ise Sultan IV. Mustafa tuğrası ile sır kâtibinin bir kıt ’ası vardır. 

Arz Odasının iç mekânındaki baldekan formundaki taht, Sultan III. Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Mücevher bezemeli tahtın lake süslemeli tavanında, bitkisel bezeme arasında, kudret sembolü olarak, ejder ve Zümrüdüanka kuşu mücadelesi tasvir edilmiştir. Törenlerde zengin bir şekilde döşenen tahtın, temeli ipek olan altın ve gümüş karışımı kumaş üzerine zümrüt ve yakutlu altın plakalar ve incilerle işlenmiş birkaç parçadan oluşan bir örtüsü vardır.  

Sarayın 9 000 m2 büyüklüğündeki bu avlusunun etrafındaki binaların inşaatı, Fatih devrinden itibaren, padişahların yaşamı için gerekli yapılar ile Enderun teşkilatının gerektirdiği koğuşlar, Camii, hamam gibi yapılardan oluşmuştur. Marmara cephesinde; Seferli Koğuşları, Enderun hayatında önemli bir yeri olan meşkhane, Enderun Mektebi ve büyük oda mescidi bulunmaktaydı. Bunları, hazine olarak kullanılan Fatih Köşkü izlerdi.

Enderun Hazinesi olarak bilinen Fatih Köşkü, Fatih Sultan Mehmet tarafından; çeşitli sanat eserlerini ve hazinesini barındıran, hamamlı bir seyir köşkü olarak yaptırılmıştır. Yavuz Sultan Selim döneminden sonra da tümüyle hanedan hazinesi olarak kullanılmıştır. Üç oda ve Marmara manzarasına açık bir teras ve bodrum katından oluşan köşkün bütün odaları, Enderun Avlusuna anıtsal revaklarla bağlanır. Hanedanın sanat koleksiyonlarını, mücevherlerini, hatıra eşyalarını ve para hazinesini muhafaza etmek için kullanılan Fatih Köşkü, Topkapı Sarayı’nın müze olmasından itibaren de hazine eserlerinin sergi mekânı olarak kullanılmıştır.

Padişah hazinesinin ana kaynakları; hediyeler, saray sanatçılarının ürettiği eserler ve ganimetlerden oluşurdu. Günümüzde de Osmanlı hazinesinin teşhiri için kullanılan bu mekânlarda; değerli taşlarla süslenmiş sayısız eserler arasında Bayramlaşma-Cülus tahtı, İftariye tahtı, Sefer tahtı ve Nadir Şah Tahtının yanı sıra Osmanlı Hükümdarlık sembolü olan askı ve sorguçlar, Topkapı Hançeri ve Kaşıkçı Elması en ünlü olanlarıdır. Enderun Avlusundaki en önemli yapılardan biri de Enderun Mektebi idi.  

Enderun Mektebi II. Murat tarafından kurulmuştur. Saray hizmetinde çalışacak görevlileri yetiştirmek maksadıyla kurulan bu okul, eğitim sistemi yönüyle kendinden önce kurulmuş bütün okullardan farklı bir yapıdadır. Bir saray mektebi olan Enderun, Fatih Sultan Mehmet döneminde hakiki kimliğine kavuşarak, devşirme mektebi hüviyetinden, mülki ve idari kadronun eğitimine de yönelmiştir. Enderun'un gelişmesi II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahlar zamanında da sürmüştür. Enderun Mektebi'ne “Devşirme Kanunu” ile öğrenci alınır, usulsüz çocuk kabul edilmezdi. Devşirme işinde her türlü yolsuzluğu önlemek üzere yine aynı kanunla alınan bir hayli tedbirler zinciri de bulunmaktaydı. 

Arz Odası'nın hemen arkasına düşen yerde, III. Ahmed Kütüphanesi ve müzenin idari bölümü bulunmaktadır. Eskiden, kilerler ve hazine koğuşları bulunurdu. Sultanların her türlü yemek ve ikram hizmetleri sağlanırdı. Enderun Avlusunun solunda, Haliç tarafında ise Mukaddes Emanetlerin saklandığı dört kubbeli Has Oda (Hırka-i Saadet Dairesi), Has Oda Koğuşu, Ağalar Camii, bulunmaktadır. Has Oda, Fatih Sultan Mehmet döneminde, padişahların Enderun Avlusundaki özel odaları/daireleri olarak yapılmıştır. İki katlı ve dörtlü mekân düzeni veren bir yapıdır. Girişteki ilk iki mekân, Şadırvanlı Sofa olarak adlandırılmaktadır. Sağdaki ilk oda, padişahlarla görüşmeye gelenlerin kabul edildikleri Arzhane’dir. Köşedeki ikinci oda ise Saltanat Tahtının ve Hırka-i Saadet’in bulunduğu Has Oda’dır. Bu odada; Hz. Peygamber, ilk dört halife ve sahabelerine ait eserlerin bulunması nedeniyle, yapı, Mukaddes Emanetler Dairesi olarak anılmaktadır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethi ile ‘’Hilafet’’ Abbasilerden Osmanlı Padişahlarına geçmiştir. Böylelikle; Hz. Peygamber ve sahabeleri, halifelerin eserlerinin büyük bir bölümü Osmanlıların eline geçmiş, Has Odada sergilenmiştir.

İSTANBUL TOPKAPI SARAYI DİVAN MEYDANI


Kubbealtı fotoğraflarından

Alay Meydanı gezildikten sonra bilet alarak girebileceğiniz ikinci avludur Divan Meydanı. Babüsselam olarak bilinen Selamlık Kapısı Topkapı Sarayı Müzesinin giriş kapısıdır. 15. yüzyılda sarayla birlikte yaptırılan Selamlık Kapısı, kuleleriyle, 15. yüzyıl kale kapılarına benzemektedir. Kapı üzerinde ‘’ Kelime-i Tevhid ‘’ yani ‘’ Allah’tan başka ilah yoktur. Hüküm, saltanat ve tüm yetkiler O’nundur.’’ Yazısı bulunmaktadır. Altında Sultan II. Mahmut tuğrası, yanlarda da 1758 yılı onarımını belgeleyen yazıtlar ve Sultan III. Mustafa’nın tuğraları vardır. 

Bir hayli fotoğrafını çektiğim bu iki kuleli kapı, Topkapı Sarayının ve Osmanlı İmparatorluğunun görkeminin simgesi olmuştur. Kapının üzerindeki iki kule, Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmıştır. Bu kulelerin içinde, yabancı elçilerin saraya girmelerine izin verilinceye kadar misafir edildikleri Kapıcı başı Ağasının odaları bulunmaktaydı. Kapı, ‘’ Bevvaban-ı Dergâh-ı âli ‘’ denilen görevlilerce korunurdu. Amirlerine de Kapıcı başı Ağası’’ denirdi.

Yalnız padişahların atla geçebildiği bu kapının Divan Meydanına bakan cephesinde, rokoko tarzı süslemeleriyle dekore ettirilen geniş bir revak bulunur. Gösterişli ve süslemeci Rokoko tarzı; pastel renklerle, zarif kıvrımlı formlarla, hayal ürünü figürlerle hem görsel hem de fiziksel olarak, tasasız bir havayla kendini belli eder. Rokoko sanatının özü ışıktır. Konu üzerine aşırı derecede ışıklı bölümler yerleştirilir ve bütün bir yapıt renk, etki ve duygu içerisinde ışıktır. Sanatçılar ince ayrıntılara özel bir dikkat göstermişlerdir. Renk hassasiyeti, dinamik kompozisyonlar ve ortamla ilgili süslemeler formun ayırıcı özellikleridir. 

Sultandan başka kimsenin at üzerinde giremediği Divan Meydanı olarak anılan ön avlu, yapılarıyla birlikte devlet yönetiminin zirvesi olan bir mekândır. O tarihlerde, bu avluda, hayvanların da gezebileceği bir bahçe düzenlemesi vardı. Avludaki eksenlerden ya da ana yollardan en önemlisi, Babüsselam’ı, karşıda sultanı temsil eden Babüssaade’ye birleştiren Babüssaade eksenidir. Padişah yolu olarak bilinmektedir.  Babüsselam’ı Kubbealtı’na birleştiren eksen ise vezir yolu olarak anılmaktadır. 

Adalet Meydanı olarak bilinen sarayın bu ikinci avlusu, devlet yönetiminin gerçekleştiği, devletin temsil edildiği bir tören alanıdır aynı zamanda. Osmanlı Devleti’nde; şehzadelerin sünnet düğünleri, padişah kızlarının evlenmeleri, Padişah çocuklarının doğumları, yabancı elçilerin karşılanması, Yeniçerilerin maaşlarının dağıtımı ya da ulufe bu meydanda yapılırdı. Padişahların sefere çıkışları, padişahların ölümü, yeni padişahın tahta çıkışı ya da cülus, padişahların kılış kuşanmaları, sarayda bayramlaşmalar gibi çeşitli vesilelerle törenler düzenlenirdi.

Cülus olarak bilinen Tahta çıkış, bayramlaşma, elçi kabulü, ulufe olarak bilinen yeniçeri maaşlarının dağıtıldığı görkemli bir tören alanıdır. Büyük bir ihtişam ve düzenle gerçekleşen bu törenlerle, devletin gücü ve zenginliği yabancı devlet elçilerine gösterilirdi. Bu törenlerden en önemli ve en görkemlisi ‘’Cülus’’ olarak bilinen tahta çıkma törenleridir.

Bu törenler, Padişah yolunun bitiminde, Adalet Meydanı’nı Enderun’a bağlayan ve Babüssaade olarak bilinen iç kapının önündeki revaklı alanda gerçekleştirilirdi. İlk kez 1481 yılında II. Beyazıt için düzenlenmişti. Son kez de 1918 yılında Sultan Vahdettin için gerçekleştirilmiştir. 350 yıllık bu süreçte ‘Cülus Protokolü’’ pek az değişikliğe uğramıştır. Törenler sosyal tarihin olduğu kadar, sanat ve kültür tarihinin de önemli olayları arasındadır. Biçimleri, nitelikleri ve uygulamaları açısından kendi tarihlerine ışık tutarlar.

Osmanlı İmparatorluğu’nun saray teşkilatı, törenleri ve protokolü diğer Türk Devletleri geleneğinin bir devamıdır. Bu törenler, içinde bulunulan çağın dünya görünüşünü yansıttığı gibi, devletlerin özel karakterine de ışık tutmaktadır. Eski padişahın ölümü ile, buyruk ve atamaları geçersiz kalır. Cülus törenlerinin eksiksiz biçimde gerçekleştirilmesi devletin devamlılığının güvencesi olarak görülüyordu.  Cülus törenleri protokolünün bölümleri arasında; önceki padişahın ölümünün duyurulması, ülke çapında dualar edilmesi, biat, bahşiş dağıtımı, kılıç ve valide alayları bulunurdu.

Yeni padişahın görkemli bir törenle tahta çıkmasının ardından ölen padişahın cenaze alayı yapılır, bir gün sonra ise yeni padişahın annesi, valide alayı ile saraya getirilirdi. Padişahların tahta çıkışlarını takip eden birkaç gün içinde kılıç kuşanma merasimi yapılırdı.

Osmanlı padişahları, İstanbul’un fethinden sonra, Eyüp semtindeki Halit İbn-i Zeyd Ebu Eyüp-i Ensari’nin türbesinde kılıç kuşanmaları bir kanun haline getirilmişti. Kuşanılan kılıçlar arasında Halit İbn-i Velit, Hazreti Ömer, Osman Gazi ve Yavuz Sultan Selim kılıçları bulunurdu. Geleneğe ve kanunla düzenlenmiş protokole göre, tahta çıkmış olan padişah kayıkla Eyüp semtine gelir, vezirler ve devlet adamları Cülus yolu olarak bilinen yolun başında kendisini selamlar, kendisi ise binek taşından atına binerek Eyüp Sultan Hazretleri’ni ziyaret ederdi. Padişahın bir işareti üzerine de Şeyhülislam gelip, beline dört halifeye ait kılıçlardan birini kuşatırdı.

İkinci avlunun kuzey-batı köşesinde Adalet Kulesi bulunur. Bu kuleye vezir yolu ile ulaşılır. Meydana adını veren ve gövdesi Fatih döneminden kalan Adalet Kulesi altındaki üç kubbeli ve revaklı Divan-ı Hümayun imparatorluğun yönetim merkezi olarak da bilinir. Kalem ve defterhane bölümlerinden oluşan Divan-ı Hümayun, haftada dört gün sadrazam ve vezirlerle, devlet işlerin karara bağlandığı resmi mekândır.  

Sultan Süleyman’ın emri ile Mimarbaşı Alaeddin tarafından yapılmıştır. Yapının, kubbeli üç odasından ikisi, önündeki revaklara ve avluya açılır. İlk oda ya da mekân, divan toplantılarının yapıldığı Kubbealtı, müzakere salonudur. Toplantıların bazılarına Divan Üyeleri, Sadrazam ve Kubbealtı Vezirleri, Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri katılırlar, devlet işlerini görüşüp sultana arz etmek üzere, karara bağlarlardı. Önemli toplantılara Şeyh-ül İslam da katılırdı. Ayrıca yabancı elçiler kabul edilir, padişah kızlarının nikâhları kıyılırdı. Bütün bu toplantılar, düzenli ve zengin bir protokol düzeni içinde gerçekleştirilir, devletin gücü ve itibarı göz önüne alınırdı.

Divan-ı Hümayun ’un sağında da Dış Hazine bulunmaktadır. Osmanlı Devleti maliyesindeki iki büyük hazineden biri olan Dış Hazine, bütün devlet gelirlerini toplayıp, yasalar çerçevesinde harcaması yapılan Divan’ı Hümayun Hazinesidir. İdaresi ve sorumluluğu Sadrazama aitti. Sadrazam tarafından kullanılabilen ve Devletin resmi hazinesini depolamak için yapılan Dış Hazine’den ayrıca yeniçerilere üç ayda bir ulufe ya da maaş dağıtılır ve bunun için de yabancı elçilerin bulunduğu görkemli törenler yapılırdı. 

Hazine-i Hassa olarak bilinen Enderun Hazinesi, özel kanunlarla toplanan gelirlerden oluşuyordu. Bir bakıma ihtiyat ya da destek hazinesi olarak da bilinir. Hazinedar başı emrinde bulunan bu hazine, ihtiyaç halinde dış hazineye yardım ederdi. Her iki hazine de padişaha bağlıydı. Günümüzde, Dış hazine bölümünde silah koleksiyonu bulunmaktadır. Çok kubbeli ve masif duvarlı Dış Hazine, Saray müzeye dönüştürüldükten sonra; erken İslam döneminden 20. yüzyıl başlarına kadar olan döneme ait silahların sergilenmesine ayrılmış.

Koleksiyonda İslam, Türk ve Orta Doğu’ya özgün silahlar da bulunmaktadır. Kubbealtı, Harem dairesine; Haliç yönündeki küçük ve önemsenmeyen ‘’Arabalar Kapısı’’ ile bağlanmaktadır. Arabalar Kapısı’ndan, meydanın Haliç tarafındaki revakların arkasında, önemli işlevsel bir yapı grubu da Baltacılar Koğuşu’dur. Baltacılar Ocağı’nın bireylerinin kaldığı koğuşlarda; yatakhaneler, çocuk odaları, hamam ve içindeki mescit ile bir bütün oluştururdu. Baltacılar Ocağı, 15. yüzyılda, seferlerde ordunun yolunu açmak için kurulmuş. Barış zamanlarında da teşrifatçılık yapmak, eşya taşımak, Harem ve Selamlık bölümlerinde temizlik yapmakla görevli kılınmışlardır.

Kubbealtı’nın tam karşısında, avlunun Marmara Denizi’ne cepheli kanadında, onlarca metre uzanan revakların arkasında anıtsal mutfak yapıları yer alırdı. Günümüzde saray arşivi ve kumaş deposu olarak kullanılan bu anıtsal yapılar; Yağhane, kiler, Aşçılar Mescidi ve bacaların oluşturduğu görkemli cephesiyle, saraya ayrı bir ihtişam kazandıran mutfaklardır. Harem, sadrazam ve Enderun halkıyla birlikte, günde ortalama beş bin kişiye sürekli yemek verilirdi. 

Bu cephede; Çin ve Japon Porselenleri bölümü sergi salonu, Bakır ve Mutfak eşyaları sergi salonu, İstanbul Cam ve Porselenleri sergi salonu, Sami Özgiritli Koleksiyonu sergi salonu, Osmanlı Gümüşleri ve Avrupa Porselenleri sergi salonu, Saray Arşivi, Osmanlı Saray Kumaşları deposu, Aşçılar Mescidi ve Atölyeler yer almaktadır. Osmanlı Sarayında itibar görmüş, sürekli ithal edilmiş ya da hediye olarak gelmiş, Çin ve Japon seramik sanatının bu nadide ürünleri bu yapılarda sergilenmektedir. 

Mutfakların helvahane ve şerbethane bölümlerinde ise Türk mutfak eşyalarıyla Osmanlı Yıldız porselenleri ve cam eserleri sergilenmektedir. Mutfakların bulunduğu bölüme, avlu revaklarında bulunan üç kapıdan girilir. Bu kapılar; Kiler-i Amire (aşağı mutfak), Has mutfak ve Helvahane kapılarıdır. Saray mutfakları; Has Mutfak, Enderun, Harem, Kubbealtı ve Biruni(dış) mutfakları, Şerbethane, Helvahane, Yağhane, Kiler ve koğuş yapılarından oluşurdu.