İSTANBUL TOPKAPI SARAYI DİVAN MEYDANI
Kubbealtı fotoğraflarından |
Alay Meydanı
gezildikten sonra bilet alarak girebileceğiniz ikinci avludur Divan Meydanı. Babüsselam
olarak bilinen Selamlık Kapısı Topkapı Sarayı
Müzesinin giriş kapısıdır. 15. yüzyılda sarayla birlikte yaptırılan Selamlık
Kapısı, kuleleriyle, 15. yüzyıl kale kapılarına benzemektedir. Kapı üzerinde ‘’
Kelime-i Tevhid ‘’ yani ‘’ Allah’tan başka ilah yoktur. Hüküm, saltanat ve tüm
yetkiler O’nundur.’’ Yazısı bulunmaktadır. Altında Sultan II. Mahmut tuğrası,
yanlarda da 1758 yılı onarımını belgeleyen yazıtlar ve Sultan III. Mustafa’nın
tuğraları vardır.
Bir
hayli fotoğrafını çektiğim bu iki kuleli kapı, Topkapı Sarayının ve Osmanlı
İmparatorluğunun görkeminin simgesi olmuştur. Kapının üzerindeki iki kule,
Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmıştır. Bu kulelerin içinde, yabancı
elçilerin saraya girmelerine izin verilinceye kadar misafir edildikleri Kapıcı
başı Ağasının odaları bulunmaktaydı. Kapı, ‘’ Bevvaban-ı Dergâh-ı âli ‘’
denilen görevlilerce korunurdu. Amirlerine de Kapıcı başı Ağası’’ denirdi.
Yalnız
padişahların atla geçebildiği bu kapının Divan Meydanına bakan cephesinde,
rokoko tarzı süslemeleriyle dekore ettirilen geniş bir revak
bulunur. Gösterişli ve süslemeci Rokoko tarzı; pastel renklerle, zarif
kıvrımlı formlarla, hayal ürünü figürlerle hem görsel hem de fiziksel olarak,
tasasız bir havayla kendini belli eder. Rokoko sanatının özü ışıktır. Konu
üzerine aşırı derecede ışıklı bölümler yerleştirilir ve bütün bir yapıt renk,
etki ve duygu içerisinde ışıktır. Sanatçılar ince ayrıntılara özel bir dikkat
göstermişlerdir. Renk hassasiyeti, dinamik kompozisyonlar ve ortamla ilgili
süslemeler formun ayırıcı özellikleridir.
Sultandan
başka kimsenin at üzerinde giremediği Divan Meydanı olarak anılan ön avlu,
yapılarıyla birlikte devlet yönetiminin zirvesi olan bir mekândır. O
tarihlerde, bu avluda, hayvanların da gezebileceği bir bahçe düzenlemesi vardı.
Avludaki eksenlerden ya da ana yollardan en önemlisi, Babüsselam’ı, karşıda
sultanı temsil eden Babüssaade’ye birleştiren Babüssaade eksenidir. Padişah
yolu olarak bilinmektedir. Babüsselam’ı Kubbealtı’na birleştiren eksen
ise vezir yolu olarak anılmaktadır.
Adalet
Meydanı olarak bilinen sarayın bu ikinci avlusu, devlet yönetiminin
gerçekleştiği, devletin temsil edildiği bir tören alanıdır aynı zamanda.
Osmanlı Devleti’nde; şehzadelerin sünnet düğünleri, padişah kızlarının
evlenmeleri, Padişah çocuklarının doğumları, yabancı elçilerin karşılanması,
Yeniçerilerin maaşlarının dağıtımı ya da ulufe bu meydanda
yapılırdı. Padişahların sefere çıkışları, padişahların ölümü, yeni
padişahın tahta çıkışı ya da cülus, padişahların kılış kuşanmaları, sarayda
bayramlaşmalar gibi çeşitli vesilelerle törenler düzenlenirdi.
Cülus
olarak bilinen Tahta çıkış, bayramlaşma, elçi kabulü, ulufe olarak bilinen
yeniçeri maaşlarının dağıtıldığı görkemli bir tören alanıdır. Büyük bir ihtişam
ve düzenle gerçekleşen bu törenlerle, devletin gücü ve zenginliği yabancı
devlet elçilerine gösterilirdi. Bu törenlerden en önemli ve en görkemlisi
‘’Cülus’’ olarak bilinen tahta çıkma törenleridir.
Bu
törenler, Padişah yolunun bitiminde, Adalet Meydanı’nı Enderun’a bağlayan ve
Babüssaade olarak bilinen iç kapının önündeki revaklı alanda
gerçekleştirilirdi. İlk kez 1481 yılında II. Beyazıt için düzenlenmişti. Son
kez de 1918 yılında Sultan Vahdettin için gerçekleştirilmiştir. 350 yıllık bu
süreçte ‘Cülus Protokolü’’ pek az değişikliğe uğramıştır. Törenler sosyal
tarihin olduğu kadar, sanat ve kültür tarihinin de önemli olayları
arasındadır. Biçimleri, nitelikleri ve uygulamaları açısından kendi
tarihlerine ışık tutarlar.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun saray teşkilatı, törenleri ve protokolü diğer Türk Devletleri
geleneğinin bir devamıdır. Bu törenler, içinde bulunulan çağın dünya görünüşünü
yansıttığı gibi, devletlerin özel karakterine de ışık tutmaktadır. Eski
padişahın ölümü ile, buyruk ve atamaları geçersiz kalır. Cülus törenlerinin
eksiksiz biçimde gerçekleştirilmesi devletin devamlılığının güvencesi olarak
görülüyordu. Cülus törenleri protokolünün bölümleri arasında; önceki
padişahın ölümünün duyurulması, ülke çapında dualar edilmesi, biat, bahşiş
dağıtımı, kılıç ve valide alayları bulunurdu.
Yeni
padişahın görkemli bir törenle tahta çıkmasının ardından ölen padişahın cenaze
alayı yapılır, bir gün sonra ise yeni padişahın annesi, valide alayı ile saraya
getirilirdi. Padişahların tahta çıkışlarını takip eden birkaç gün içinde
kılıç kuşanma merasimi yapılırdı.
Osmanlı
padişahları, İstanbul’un fethinden sonra, Eyüp semtindeki Halit İbn-i Zeyd Ebu
Eyüp-i Ensari’nin türbesinde kılıç kuşanmaları bir kanun haline getirilmişti.
Kuşanılan kılıçlar arasında Halit İbn-i Velit, Hazreti Ömer, Osman Gazi ve
Yavuz Sultan Selim kılıçları bulunurdu. Geleneğe ve kanunla düzenlenmiş
protokole göre, tahta çıkmış olan padişah kayıkla Eyüp semtine gelir, vezirler
ve devlet adamları Cülus yolu olarak bilinen yolun başında kendisini selamlar,
kendisi ise binek taşından atına binerek Eyüp Sultan Hazretleri’ni ziyaret
ederdi. Padişahın bir işareti üzerine de Şeyhülislam gelip, beline dört
halifeye ait kılıçlardan birini kuşatırdı.
İkinci
avlunun kuzey-batı köşesinde Adalet Kulesi bulunur. Bu kuleye vezir yolu ile
ulaşılır. Meydana adını veren ve gövdesi Fatih döneminden kalan Adalet Kulesi
altındaki üç kubbeli ve revaklı Divan-ı Hümayun imparatorluğun yönetim merkezi
olarak da bilinir. Kalem ve defterhane bölümlerinden oluşan Divan-ı Hümayun,
haftada dört gün sadrazam ve vezirlerle, devlet işlerin karara bağlandığı resmi
mekândır.
Sultan
Süleyman’ın emri ile Mimarbaşı Alaeddin tarafından yapılmıştır. Yapının,
kubbeli üç odasından ikisi, önündeki revaklara ve avluya açılır. İlk oda ya da
mekân, divan toplantılarının yapıldığı Kubbealtı, müzakere salonudur.
Toplantıların bazılarına Divan Üyeleri, Sadrazam ve Kubbealtı Vezirleri,
Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri katılırlar, devlet işlerini görüşüp sultana arz
etmek üzere, karara bağlarlardı. Önemli toplantılara Şeyh-ül İslam da
katılırdı. Ayrıca yabancı elçiler kabul edilir, padişah kızlarının nikâhları
kıyılırdı. Bütün bu toplantılar, düzenli ve zengin bir protokol düzeni içinde
gerçekleştirilir, devletin gücü ve itibarı göz önüne alınırdı.
Divan-ı
Hümayun ’un sağında da Dış Hazine bulunmaktadır. Osmanlı Devleti maliyesindeki
iki büyük hazineden biri olan Dış Hazine, bütün devlet gelirlerini toplayıp,
yasalar çerçevesinde harcaması yapılan Divan’ı Hümayun Hazinesidir. İdaresi
ve sorumluluğu Sadrazama aitti. Sadrazam tarafından kullanılabilen ve
Devletin resmi hazinesini depolamak için yapılan Dış Hazine’den ayrıca
yeniçerilere üç ayda bir ulufe ya da maaş dağıtılır ve bunun için de yabancı
elçilerin bulunduğu görkemli törenler yapılırdı.
Hazine-i
Hassa olarak bilinen Enderun Hazinesi, özel kanunlarla toplanan gelirlerden
oluşuyordu. Bir bakıma ihtiyat ya da destek hazinesi olarak da bilinir.
Hazinedar başı emrinde bulunan bu hazine, ihtiyaç halinde dış hazineye yardım
ederdi. Her iki hazine de padişaha bağlıydı. Günümüzde, Dış hazine bölümünde
silah koleksiyonu bulunmaktadır. Çok kubbeli ve masif duvarlı Dış Hazine, Saray
müzeye dönüştürüldükten sonra; erken İslam döneminden 20. yüzyıl başlarına
kadar olan döneme ait silahların sergilenmesine ayrılmış.
Koleksiyonda
İslam, Türk ve Orta Doğu’ya özgün silahlar da bulunmaktadır. Kubbealtı,
Harem dairesine; Haliç yönündeki küçük ve önemsenmeyen ‘’Arabalar Kapısı’’ ile
bağlanmaktadır. Arabalar Kapısı’ndan, meydanın Haliç tarafındaki revakların
arkasında, önemli işlevsel bir yapı grubu da Baltacılar Koğuşu’dur. Baltacılar
Ocağı’nın bireylerinin kaldığı koğuşlarda; yatakhaneler, çocuk odaları, hamam
ve içindeki mescit ile bir bütün oluştururdu. Baltacılar Ocağı, 15. yüzyılda,
seferlerde ordunun yolunu açmak için kurulmuş. Barış zamanlarında da
teşrifatçılık yapmak, eşya taşımak, Harem ve Selamlık bölümlerinde temizlik
yapmakla görevli kılınmışlardır.
Kubbealtı’nın
tam karşısında, avlunun Marmara Denizi’ne cepheli kanadında, onlarca metre
uzanan revakların arkasında anıtsal mutfak yapıları yer alırdı. Günümüzde saray
arşivi ve kumaş deposu olarak kullanılan bu anıtsal yapılar; Yağhane, kiler,
Aşçılar Mescidi ve bacaların oluşturduğu görkemli cephesiyle, saraya ayrı bir ihtişam
kazandıran mutfaklardır. Harem, sadrazam ve Enderun halkıyla birlikte, günde
ortalama beş bin kişiye sürekli yemek verilirdi.
Bu
cephede; Çin ve Japon Porselenleri bölümü sergi salonu, Bakır ve Mutfak
eşyaları sergi salonu, İstanbul Cam ve Porselenleri sergi salonu, Sami
Özgiritli Koleksiyonu sergi salonu, Osmanlı Gümüşleri ve Avrupa
Porselenleri sergi salonu, Saray Arşivi, Osmanlı Saray Kumaşları deposu,
Aşçılar Mescidi ve Atölyeler yer almaktadır. Osmanlı Sarayında itibar
görmüş, sürekli ithal edilmiş ya da hediye olarak gelmiş, Çin ve Japon seramik
sanatının bu nadide ürünleri bu yapılarda sergilenmektedir.
Mutfakların
helvahane ve şerbethane bölümlerinde ise Türk mutfak eşyalarıyla Osmanlı Yıldız
porselenleri ve cam eserleri sergilenmektedir. Mutfakların bulunduğu bölüme,
avlu revaklarında bulunan üç kapıdan girilir. Bu kapılar; Kiler-i Amire (aşağı
mutfak), Has mutfak ve Helvahane kapılarıdır. Saray mutfakları; Has Mutfak,
Enderun, Harem, Kubbealtı ve Biruni(dış) mutfakları, Şerbethane, Helvahane,
Yağhane, Kiler ve koğuş yapılarından oluşurdu.
Yorumlar
Yorum Gönder