ANILARIMDA VİYANA 1989

 


14 Temmuz 1989 Cuma, Viyana...

Uluslararası Çocuk ve Dans Festivali için 11 Temmuz'da geldiğimiz Klagenfurt ve çevresini tanımaya çalıştık.

Buraya kadar gelmişken, Klagenfurt' un yaklaşık 300 km kuzeydoğusundaki ülkenin başkenti Viyana'yı görmemek olmazdı.

Çocuklarımız festivalde sunacakları gösterilerin provalarını yaparken, anne babalar olarak bizler de, Viyana'ya gitmeye karar verdik. Nasıl olsa bizlere ait bir gezi otobüsümüz vardı.

Viyana müziğin başkenti olmasının yanı sıra, tarih derslerinden öğrendiğimiz gibi Osmanlı, Batı Avrupa'nın giriş kapısı olan Viyana'yı iki kez kuşatmıştı. Özellikle 1683'teki II. Viyana kuşatmasının büyük bir bozgunla sonuçlanması imparatorluk için, sonun başlangıcı olmuştu.

Kudretli Osmanlı İmparatorluğu'nu iki kez bozguna uğratan Viyana mutlaka görülmeliydi.


Diğer taraftan Viyana, yüzyıllar boyu Habsburg hanedanının yerleşim yeri olmasının yanı sıra, yalnız Avusturya'nın değil, sanatın da başkentiydi.

Viyana bu sayede önemli bir politik merkez halini alırken, ünlü besteci Mozart, şarkıcı Falko, ressam Gustav Klimt, mimar Otto Wagner, psikolog Alfred Adler, kraliçe Marie Antoinette gibi ünlü isimlerin ve sanatçıların da katkısıyla Avrupa'nın en canlı kültürel merkezlerinden biri olmuştu.

Sabah kahvaltısından sonra, çocuklarımıza veda ederek, Viyana'ya hareket ettik. Saat 12.00'de Belvedere Sarayı civarında parkeden otobüsten inerek, saray müze biletleri için kuyruğa girdik.


Belvedere Sarayı, UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesi’nde de yeri olan eşsiz bir mücevher olup, sarayı bu kadar önemli kılan bir diğer şey ise tarihi açıdan olan taşıdıklarıydı. Belvedere Sarayı, Avusturya Devlet Antlaşması’nın yapıldığı yerdi.

Belvedere aynı zamanda, hem dünyanın en eski müzelerinden biri hem de modern sanat eserlerini barındıran bir sergi alanıydı.

Kültürel ve sanatsal açısından uluslararası bir konumu olan Belvedere Sarayı, sadece Viyana için değil tüm dünya için önemli bir yere sahipti.



Bir müze olarak Belvedere, geçmiş ve gelecek arasında bir köprü görevi görmekteydi. Bu nedenle tarihi ve modern unsurları bir arada bulundurmasıyla daha da ilgi çekici hale gelmekteydi.

İtalyan kiliselerinde gücünü tanrı ve mitoloji taslaklarından alan; işlemeli duvarlar, görkemli bahçelerle donatılmış mimari yapı Barok Mimari olup, giderek Avrupa'da yayılmıştı.

Barok mimarisiyle inşa edilmiş, aşağı ve yukarı, Belvedere Sarayları görkemli bir görüntüye sahip tarihi bir yapı kompleksiydi. 1724’de yapımı tamamlanan bu heybetli saray, aslında Prens Eugene için yazlık olarak inşa edilmişti.

Belvedere Sarayı gezilip, fotoğraflar çekildikten sonra eski şehir merkezine geçerken, özellikle Barok konaklar ve bahçeler ile büyük binalar, anıtlar ve parklarla donatılmış olduğunu gördük.



1683 yılında Habsburg İmparatorluğu'nun başkenti olan Viyana hızla gelişerek, soylu ve zengin aileler tarafından giderek artan sayıda yeni saray inşa edilmişti. Mevcut birçok ortaçağ binası, kilise ve manastır değiştirilip Barok özellikler kazandırıldı ve temsili idari binalara eklemeler yapılmıştı.

Bütün gezginlerin özellikle dikkatini çeken, barok mimarinin eşsiz yapıtlarından biri, merkez bölgesinde, bölgenin en tanınmış sanat eseri Graben semtinde bulunan ''Veba Sütunu'' idi. Bu sütun, 1679 yılında, kenti kasıp kavuran son büyük veba salgını sırasında kenti terk eden imparator I. Leopold tarafından, salgının sona ermesi hâlinde adamıştı.


Graben Caddesi Viyana’nın en ünlü ve kalabalık caddelerinden biriydi. Caddede butikler, kafeler, hediyelik eşyalar, dünyaca ünlü markaları bulabilirsiniz. Cadde aynı zamanda Viyana’nın simgelerinden biri olan Aziz Stephan Katedrali‘nin olduğu meydana çıkmaktadır.

Dünyanın en tanınmış imparatorluk saraylarından Hofburg İmparatorluk Sarayı, Habsburg Hanedanı başta olmak üzere Avusturya tarihinin en güçlü ailelerinin yaşadığı yerdir.

Saray günümüzde başbakanlık binası olarak hizmet veriyor. Yapının bir kısmı saray müzesi olarak kullanılırken diğer eklentileri de Viyana’nın en meşhur müzeleri ve kütüphane olarak faaliyet gösteriyor.


1654 yılında tamamlanan Hofburg Sarayı’nın önünde, Osmanlı’nın yenilgiye uğratılması anısına, bir atın üzerindeki komutan ve atının ayakları altında tasvir edilen Osmanlı askerinin heykeli bulunuyordu.

Viyana'nın önemli saray ve bölgeleri gezildikten sonra, yemekli akşam gecelerinden birine de katılarak kendimizi ödüllendirdik. Saat 24:00'te Klagenfurt'a dönebildik.

AVUSTURYA KLAGENFURT İZLENİMLERİ 2

 

Avusturya, Orta Avrupa’nın tarihi dokusuyla öne çıkan ve kültür turizminin Avrupa’daki önemli ülkelerden biridir. M.S. 860'lı yıllara kadar giden geçmişi, ilerleyen dönemlerde hakimiyetini kuran Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun etkisi görülen eski yerleşim yerleri nedeniyle turistlerin ilgi odağı olmuş durumundadır.

Tarihi zenginliklerin muhteşem doğa manzaralarıyla harmanlanmasıyla, eşsiz manzaralar ortaya çıkmış. Avusturya, eyaletlere bölünmüş olarak yönetiliyor. Aralarında en çok dikkat çeken yerlerden biri de Karintiya’ nın Eyaletinin başkenti Klagenfurt.


13 Temmuz Perşembe, Klagenfurt...

Sabah kahvaltısını yapıp konaklama yerinden çıktığımızda, 23 Nisan 1987 Uluslararası Çocuk Şenliklerinde konuk ettiğimiz Carmen ile Martina, özel bir arabanın yanında, anne ve babasıyla bizleri bekliyordu.

Kızlar birbirine sarıldıktan sonra, festival provaları için bizden ayrıldılar. Bizler de arabaya binerek önce Carmenlerin evine gittik. Salkım Söğüt ağacının gölgeleriyle suyu adeta yeşile boyanmış bir ırmağın kıyısında, bahçeli küçük bir evleri vardı.

Evin karşısında Alp Dağlarının yamaçlarına bir halı gibi serilmiş, yeşil mi yeşil ormanlar ve muhteşem kaleler...


Hayran kaldık evleri ve çevrelerindeki muhteşem manzaralara. İzzet ikramın ardından Wörtherse olarak bilinen Avusturya'nın en büyük gölünü görmeye gittik.

Göl çevresindeki bölge “Avusturya’nın Monte Carlo'su” olarak adlandırılmış. Gölün her yerinden Alp Dağlarının üzerindeki karları görmek mümkün. Gölde yüzmek, göle uzanan iskelelerde güneşlenmek, göl kenarındaki yeşil alanda piknik yapmak ana turistik aktivitelerdendir dedi Carmen'in Babası. Tekne turları, yüzme yarışları, yelkenli sörf, kürek gibi su sporları da bu aktiviteler arasında bulunuyormuş yaz mevsiminde.


Yarım saate yakın yürüdüğümüz Göl kıyısında ücretlileri olduğu gibi birçok ücretsiz plaj da bulunuyordu. Göl kıyısında dolaşıp fotoğraflar çekildikten sonra Hochosterwitz Kalesi'ni görmek istedik.

Avusturya'daki en etkileyici, ilk Ortaçağ şatolarından biri olup, Klagenfurt’un 21 kilometre kuzeydoğusunda, Launsdorf kasabasının 160 metre yukarısındaki sarp bir zirvenin tepesinde kurulmuş M.S. 860 yıllarında.

Kale, sadece Karintiya Eyaleti'nin bir simgesi değil, aynı zamanda topografik konumu ve eşsiz yapısı nedeniyle Avusturya'daki en etkileyici ortaçağ kalelerinden biri olarak biliniyormuş

Kaleye çıkmak ve görmek istiyoruz. Oldukça dik ve dolambaçlı çıkış yolunun yanı sıra, kalenin manzarası nedeniyle, içiçe toplam 14 kapıdan geçerek kaleye erişim sağladık.


Uluslar arası etkinlik ve festivallerin yapıldığı iç kalede silah odası, silah koleksiyonu ve ilginç Rönesans resim koleksiyonları görülmeye değer. Konserler, konserler ve festivallerde çekilen fotoğraf sergileri, sonraki aylarda gerçekleştirilecek olan etkinlikleri içeren kapsamlı bir kültürel program çeşitliliğiyle, bizim gibi diğer kale gezginlerini de adeta içine çekti.

Carmen ailesinden edindiğimiz bilgiye göre, 15 Temmuz Cumartesi günü gerçekleşecek olan festivale katılan gruplar, festivalden sonra, ayrıca saat 21:00'de bir gösteri de burada yapacaklarmış.

Hem göl kıyısında hem de kalenin seyir terası olabilecek yerlerinden fotoğraflarımızı çektikten sonra geri döndük.



AVUSTURYA KLAGENFURT İZLENİMLERİ 1

 

11 Temmuz 1989 Salı, Klagenfurt Avusturya...

İvriz İlköğretmen Okulu'nda olduğu gibi saat 06:00'da uyandım. Elimi yüzümü yıkayıp tıraş olduktan sonra otelden ayrılarak kısa bir çevre gezisi yapmak istiyorum.

Belgrad'da mutlaka görülmesi gereken yerler arasındaki Taş Meydan; şehrin merkezinde büyük bir parktı. Otelimizin yaklaşık 4 km kuzeyinde bulunan bu parkı görüp gelmem 90 dakikalık zamanımı alacaktı. Hızlı bir tempo ile sabah yürüyüşü yaparak parka ulaştım. 

Geçmişi çok eskilere dayansa da adını Osmanlı döneminde taş ocaklarının burada olmasından ötürü almış olup, şehrin en gözde merkezlerinden biriydi. St. Mark (Rus) Kilisesi'nin yanı sıra Belgrad'ın en önemli ve büyük parkı da bu meydanda bulunuyordu.


Adeta ormana dönmüş parkta bir süre dolaştıktan sonra otele döndüm. Eşim Serap ile kızım Ceren de uyanmışlar, kahvaltıya gitmek için beni beklemişlerdi.

Kahvaltı salonunda grubun bütün üyelerini dinlenmiş ve zinde olarak gördüm. Neşeli bir havada kahvaltımızı yaptık. Grup yöneticimizin uyarısı üzerine, saat 10:00'da tur otobüsünde olmak üzere eşyalarımızı topladık.

Tam zamanında grubun bütün üyeleri yerini almıştı. Yaklaşık 620 km'lik ikinci etap yolculuğumuza başlayabilirdik. Herkesin yerini aldığını gören grup liderinin işaretiyle yolculuk başladı.

Hırvatistan ve Slovenya sınırlarından sorunsuzca geçtik. Slovenya sınırını geçtikten sonra yaklaşık 40 km yolumuz kalmıştı.


Avusturya'nın toplam yüzeyinin yarıya yakınının ormanlık olduğu anımsandığında, Karintiya Eyaleti’nin başkenti olan Klagenfurt' un yeşil mi yeşil, küçük ama sevimli bir şehir olarak karşımıza çıkacak olması doğaldı. Kuzey Alpler' in ön bölgesini daha çok meşe ve kayın ağaçlarının hakim olduğu ormanlar kaplarken, doğu kısmı kayın, meşe, akçaağaç, ladin ağırlıklıydı.

Avusturya'nın hayvanlar dünyası Orta Avrupa'nın çeşitliliğini gösteriyordu. Dağlık bölgelerin tipik türleri dağ keçileri ve dağ sıçanlarıdır. Ormanlarda ayrıca karaca, alageyik ve yaban domuzları da yaşar.

Avusturya topraklarına girip Klagenfurt’a ulaşıncaya kadar yollarda Ceylanlar, Karacalar ve diğer hayvanları görebilmek oldukça sıradan hale gelmişti.

Ülkenin toplam alanının %24'ü doğal koruma altında olup, Avusturya'da üç doğal park, yüzlerce de koruma alanı ve doğal park bulunmaktaydı.


Klagenfurt'a yaklaştıkça küçük bahçeli evler, muhteşem doğa manzaraları, köprüler, göller, ağaçların gölgeleriyle adeta yeşillenmiş dereler ve güzel hayvanlar…

Nihayet molalarla birlikte 11 saatlik bir yolculuktan sonra, saat 21:00'de Klagenfurt Gençlik Hosteli önünde, festival komitesi ve konuk ettiğimiz çocukların velileri tarafından çok sıcak karşılandık.

Hal hatır sorulup, dinlenmemiz sağlandıktan sonra, önceden ayrılmış olan Hosteldeki odalarımıza yerleştik.

Ülkemizde Pansiyon olarak tanımlayabileceğimiz Hosteller kendine has kültürü olan konaklama tesisleri olup ilk kez ,İngiltere’de 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştı.

1909’da Almanya’da gençlik konaklamaları olarak da düşünülmüş olan Hosteller, gençlere farklı kültürlerin bir araya geldiği sosyal bir deneyim yaşamanın yanı sıra uygun fiyata konaklama seçeneği sunmuştu.

Yatakhaneleri 3 kişiden başlayıp 30 – 40 kişiye kadar değişiklik gösterebiliyordu. Kalabalık ranzalı yatakhanelerde, yatakların yanında kişisel eşyalarınızı koyabileceğiniz bir dolap bulunmaktaydı.

Üniversite öğrencilerinin konakladığı bu tür Hostellerin kütüphane, mutfak, tuvalet ve duşlar gibi ortak kullanım alanları bulunuyordu. Genellikle 24 saat sıcak suyun bulunduğu Hostellerdeki diğer bir ortak kullanım alanı ise “common room” adı verilen ortak dinlenme alanlarıydı.

Bizim konakladığımız Üniversiteli Gençlik hostellerinden biriydi. Bizim için yemek hazırlamışlardı. Aklıma yatılı okuduğum İvriz, İstanbul Çapa ve Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi günleri geldi.

Yemekten sonra çocuklarımızın Ankara'da konuk ettikleri çocuklar ve aileleri ile bir araya geldik. Samimi ve sıcak bir sohbetten sonra yataklarımıza çekildik


ANILARIMDA BELGRAD 1989


10 Temmuz 1989 Pazartesi, Belgrad...

Ankara'dan Sosyalist Yugoslavya'nın başkenti Belgrad'a, 15 saatlik bir yolculuktan sonra, giriş yaptık. Oldukça yorgun olmamıza rağmen, panoramik bir şehir turu yaptıktan sonra, önceden rezervasyon yaptırdığımız otele gidip bir gece konaklayacağız.

Otele girmeden önce, neden ve nasıl bir yolculuktan sonra buradayız? Sorusunu yanıtlamam gerekiyor.

Avusturya Karintiya Eyaleti Başkenti Klagenfurt' taki Uluslararası Çocuk ve Dans Festivali davetlisi olarak hazırlıklarımızı tamamladık.

Bu sabah saat 04:00'te, Ankara TED önünden kalkacak olan otobüste, Aile dostumuz Yalçın ve Bahar İman' la aynı sıradaki koltuklarda yerimizi aldık. Kızı Işıl ile kızımız Ceren arka sıralarda diğer öğrencilerle yerlerini aldılar. Festivale katılacak öğrenciler, aileleri ve idarecilerle birlikte 48 kişi olmuştuk.

Okul Aile Birliği'nin yanı sıra ilkokul müdürlüğünü yapan Merih Törüner aynı zamanda gezi sorumlusuydu. Yoklama yaptıktan sonra, gezimizin birinci ayağının oluşturan Ankara Belgrad arasındaki 700 km'lik yolculuğumuzu başlattı.

Bulgaristan ve Sosyalist Yugoslavya sınır kapılarındaki pasaport kontrolleri de hesaba katıldığında, Sırbistan Başkenti Belgrad'da bir gece konaklamanın yanı sıra, hiç olmazsa panoramik bir şehir turu yapmak istedik.

Yaklaşık 7000 yıllık geçmişi ile Avrupa’nın en eski şehirlerinden biri olan Belgrad, 1521 yılı ile 1867 yılları arasında Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Yakın tarihine bakıldığında ise, 1918 ile 1989 yılları arasında varlığını farklı isimler ve idari biçimlerle sürdüren Yugoslavya’ nın başkentiydi.

2003 – 2006 yılları arasında Sırbistan – Karadağ devlet birliğinde Sırbistan’ nın başkenti, 2006 yılında Karadağ’ın ayrılması ile kurulan Sırbistan Cumhuriyeti’nin başkenti olarak tarihi yolculuğuna devam edecekti Belgrad.

Bu tür tarih bilgilerinin yanı sıra çocuklarımızın hep bir ağızdan söyledikleri şarkı, türkü ve esprileriyle zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık. Saat 12:00'de ulaştığımız Kapıkule sınır kapısında otobüsten inerek pasaportlarımızla geçiş vizesi için sıraya girdik.

Sıra bana geldiğinde uzun süre pasaportumu inceleyen Bulgar görevlisi ''Bulgarca biliyor musun?'' diye sormuş, anlamadığımı görünce de olumsuz bir işaret yaptıktan sonra biraz daha bekletmişti. Vize verilmeyecek telaşına girmiştik ki geç işaretini verdi de grupça rahatladık. Böylece 600 km'lik Sırbistan Başkenti Belgrad yolculuğumuz da başladı.

Bulgaristan'dan Sırbistan'a sorunsuz geçtikten sonra, Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği platoda yer alan Belgrad'a saat 17:00'de ulaştık. Yaklaşık 13 saatlik yolculuğun yorgunluğuna rağmen, Grup yönetimince önerilen panoramik şehir turu olumlu karşılandı.


Şehrin merkezindeki muhteşem mimari yapıları izlerken Belgrad'ın atan kalbini hissettik. Ardından Belgrad Kalesi, Kalemegdan Parkı ve Zafer Anıtı gibi önemli simge yapıları gördük.

Tuna ve Sava Nehirleri arasında uzanan Belgrad, Eski Şehir ve Yeni Şehir olarak iki bölüme ayrılmıştı. Şehrin Komünist rejim döneminde inşa edile Yeni Şehir bölümüne geçerek, yapımı ve cephesi mimari görkem arzusunu yansıtan Sırbistan Sarayı'nın önünden geçtik.

Bu tur sırasında Belgrad'ın, Avrupa’nın önemli kültür ve sanat merkezlerinden biri olmanın yanı sıra, hem Yugoslavya'nın en büyük şehri hem de en çok ziyaret edilen turistik merkezlerinden biri olduğunu öğrendik.


Tarihi Eski Şehir bölgelerindeki yüzlerce yıllık evler arasında keyifli geziler yapabileceğiniz şehirde Belgrad Kalesi, Belgrad Sarayı, Beyaz Saray, Rakovica Manastırı ve Aziz Mark Kilisesi gibi mimari şaheserlerin de muhteşem fotoğraflarını çekebilirsiniz. Dedi daha önce şehri birkaç kez gezmiş olan konuklardan biri. Ben de otobüs penceresinden fotoğraf çekmeye çalıştım.

Şehir panoramik turu bittikten sonra, saat 19:00'da, yerleştiğimiz katlardan Tuna ve Sava Nehri'nin birleştiği yeri bile rahatlıkla görülebildiği, ormanlık bir parkın yanındaki Hotel Serbia'ya yerleştik.

Bulgaristan ve Yugoslavya sınır kapılarındaki pasaport kontrollerinden ötürü yolculuğumuz 15 saat sürdü. Önce yıkanıp, paklanmalı sonra da biraz dinlenmeliydik.

Saat 21:00'de otelin restoranında buluştuk. Çocuklarımız kendi aralarında masa seçerken, aile dostumuz Bahar ve Yalçın İman'la aynı masayı paylaşıyoruz. Önceden anlaşıldığı üzere, herkes aynı listedeki yemekleri alıyor.

Bir taraftan yemek yerken bir taraftan da 15 saatlik yolculuğumuzu değerlendirdik. Grup ve çocuklarımız son derece uyumluydu. Hiçbir sorun yaşamadan buraya kadar gelindi, sonucuna ulaştık.

Saat 22:30'da odalarımıza çekilerek, 11 Temmuz Salı sabahına dinlenmiş ve enerji toplamış olarak yataklarımıza girdik.