ANTİK PATARA KENTİ

 

Patara Antik Kenti, Antalya’nın Kaş ilçesinin Kalkan beldesi yakınlarında bulunan bir antik kenttir. Likya Birliği'nin en önemli ve en eski şehirlerinden biridir. Tarihteki ilk demokratik birliklerden biri olup, modern demokratik sistemlere ilham kaynağı olan antik Likya Federasyonu'nun başkentidir.

Antik kente girerken karşımıza çıkan, Roma döneminden kalma, İmparator Modestus adına yaptırılan Patara Modestus Zafer Takı'nın yanı sıra iyi korunmuş bir amfitiyatro, birlik merkzi ve bilinen en eski deniz feneri gibi önemli kalıntılar bulunmaktadır.

Patara'da bulunan Likya Federasyon Meclisi, antik dünyada ender rastlanan bir biçimde, bir noktada kadın başkanın da yer aldığı en eski ve en demokratik meclislerden biri olarak kabul ediliyor.

Teke Yarımadası üzerindeki Antik Likya Birliği 23 şehir devletinden oluşuyordu. Başlıcaları Faselis, Olympos, Arikanda, Myra, Patara, Ksantos, Leton, Telmessos (Fethiye), Kekova, Antiphellos (Kaş) ve Limira’dır.

Patara, dünyaca ünlü plajıyla birlikte, koruma altındaki bir arkeolojik sit alanıdır ve hem tarihi değeri hem de doğal güzellikleriyle ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.

12 km uzunluğundaki Patara Plajı, nesli tükenmekte olan Caretta Caretta kaplumbağalarının yumurtlama alanlarından biridir. Bu nedenle plaj, doğal hayatı koruma vakfı tarafından korunmaktadır.

Likya Federasyonu Meclis binasının restorasyonu Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteğiyle tamamlanmıştır.



17 Ekim 2017 Salı, Kalkan…

Sabahtan öğleye kadar Club Patara Evlerinin özel plajında denize giriyor, bir cennete çevrilmiş sahilinde dinlenip kitap okuduğumuz Kalkan’da dördüncü günümüz. Öğleden da kültür gezilerine ayırıyoruz.

Dün Kaş’a gitmiştik. Bu gün de Antik Likya Birliğinin başkentliğini de yapmış olan Antik Patara Kenti ile dünyaca ünlü Patara Plajlarını görmek istiyoruz.

Çok geniş bir bölgeye yayılmış olan Antik Kent Patara kalıntılarına giriş, görkemli ve çok iyi korunmuş Roma Zafer Takı'ndan yapılmaktadır.


Roma döneminde, M.S. 100’lü yıllara tarihlenen Patara Modestus Zafer Takı 19 metre uzunluğunda ve 10 metre yüksekliğinde olup, takın üzerinde Roma İmparatoru Trajan döneminde vali olan Mettius Modestus ve ailesini onurlandıran bir yazıt bulunuyor.

Zafer takını geçiyoruz. Sağ tarafımızda Patara Antik kenti tiyatrosu, restore edilmiş Likya Birliği Toplantı binası, dünyanın en eski deniz feneri ve kalıntılar var.

Patara Plajının otoparkına arabamızı park ediyoruz. Kumlara batmamak için tahtalarla yapılan patika gibi bir yoldan plaja ulaşıyoruz. Hani Türk filmlerinin çöl sahneleri vardır ya…

İşte o sahnelerin çekildiği yer Patara Plajı. 22 km’lik Patara Plajının en dar yeri 285 metre, en geniş yeri ise 1500 metre olup, Türkiye’nin en uzun kumsalı olarak nitelendirilmektedir

Bölgedeki kumsalların en uzunu olan Patara plajı incecik kumlu yapısıyla da göz dolduruyor. Denizin sığ bir yapıda olduğu plajda, yüzmeyi çok iyi bilmeyenler için de son derece uygun bir yapı mevcut.

Ayrıca, bozulmamış doğal yapısı ile doğaseverlerin ilgisini çeken Patara, mitolojiye göre bütün dünya çocuklarının Noel baba adı ile tanıdığı Aziz Nikolas ile Apollo’nun doğum yeridir.

Patara sadece muhteşem güzellikte sahiliyle değil aynı zamanda bu sahilin hemen yanı başında bulunan antik kentle de son derece ünlü bir bölge.

Binlerce yıl öncesine uzanacak bir yolculuğa çıkabilmek için bir hayli geride kalmış olan antik kentin giriş yerindeki otoparka arabayla gidiyorum. Ücretsiz giriş biletimi aldıktan sonra, öncelikle amfi tiyatroyu görmek ve fotoğraflamak istiyorum.

Patara’nın tarihi, M.Ö. 13. yüzyılda Hitit metinlerinde “Patar” olarak geçtiği döneme kadar uzanır. Demir Çağı’na ait taş balta kalıntıları, Patara’nın ne kadar eski bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. Xanthos Vadisi’nde denize açılabilecek tek yer olması nedeniyle tarih boyunca önemli bir kent olma özelliğini sürdürmüştür. Kent ve limanı, yaklaşık 3 km. uzunluğundaki Ksantos vadisinin girişindedir.

Patara Limanı, Ksantos, günümüzdeki adıyla Eşen Çayı’nın getirdiği alüvyonlarla dolunca bugünkü görünümünü almıştır. Antik kentin devamında meşhur Patara Plajının halka açık kısmına ulaşılmaktadır.

Antik Kentin en güney ucunda bulunan Kurşunlu Tepe şehrin panoramik görünümünü sağlayan en güzel yerdir. Bu tepenin yamacına yaslanmış olan Patara Amfi tiyatrosu M.Ö. 2. Yüzyıla tarihlenmektedir. 10 000 kişilik kapasitesiyle Anadolu’daki en büyük ve sağlam kalmış amfi tiyatrolardan birisidir.

Tipik Roma tiyatrolarından farklı bir girişi vardır. Tonozlu girişi olmayan bu amfi tiyatro Helenistik form ile Roma mimarisi arasında geçişi temsil eder. M.S. 1. Yüzyılın ortalarında, birçok Likya kentinde etkisini gösteren şiddetli depremle yıkılmış olan tiyatro yeniden inşa edilmiştir. Doğu girişindeki kitabede M.S. 147 yılında gerçekleşen onarım ile yapılan ekleri anlatılmaktadır.

Amfi tiyatroyu dakikalarca gezip, fotoğrafladıktan sonra kuzeyindeki Patara Meclis Binası’na geçiyorum. Romalı tarihçi Livius, Patara’yı “Likya Birliği’nin merkezi” olarak tanımlamış.

1988’de başlayan Patara kazılarının daha ilk yılında, Amfi Tiyatro’nun kuzey karşısında ve Agora’ya dönük görkemli kalıntının ancak bir Birlik Meclisi olabileceği savlanmış.


2000 yılında başlanan kazı çalışmalarıyla ortaya çıkan yapı tiyatro benzeri mimarisi ve önündeki revakta ele geçen, değişik kentlerden Likyalıların heykelleri için yazılmış, çok sayıda kaide yazıtı ile bu görüşün doğrulandığı düşünülmektedir.

Roma zamanında da öneminden bir şey kaybetmeyen Patara, doğu eyaletlerine açılan bir kapı konumundaydı. İmparator Hadrianus zamanında yapılmış tahıl ambarları halen ayaktadır.

Sahili kumla dolmadan önce ticaret için son derece önemli bir konumda olan Patara, antik dünyada Akdeniz’de bulunan üç önemli hububat deposundan biri olarak kabul ediliyor.

Bilinen en eski deniz feneri, dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen ünlü ‘’İskenderiye Deniz Feneri’’ dir. Patara’daki deniz fenerinin de, restorasyon çalışmasıyla, yaklaşık 26 metre yüksekliğe erişeceğini tahmin edilmektedir.

Patara'nın, M.S. 3. yüzyılda Ptolemaios egemenliğine girmesiyle, Likya’nın önder kenti durumuna gelir. M.S. 2. yüzyılın başında Likya’nın Seleukos Krallığı tarafından kontrol edilmeye başlanmasıyla Patara, Likya’nın başkenti olarak kabul edilir.


Bu durum, Patara’nın Roma’ya karşı özerkliğini ve Rhodos’a karşı bağımsızlığını kazandığı M.S. 167/168 yılında resmileşir ve Patara, Likya Birliği’nin başkenti olur. Bu dönemde inşa edilen Meclis Binası ve Tiyatro gibi anıtsal yapılar, tarihsel süreçle paralellik gösterir.

Patara, Apollon’un önemli bir kehanet merkezi olarak ün yapmıştır. Aynı zamanda Anadolu’dan Roma’ya nakledilen tahılların depolandığı ve saklandığı bir limandır. Tahıl depolarının kalıntıları halen ayaktadır.

Diğer taraftan, Aziz Nicholas (Noel Baba), Patara’lıdır ve St. Paul, Roma’ya gitmek için Patara’dan gemiye binmiştir.

Akdeniz kaplumbağaları Caretta-Carettaların milyonlarca yıldır yumurtalarını bırakıp yavruladığı ender yerlerden biridir Patara sahilleri. Ayrıca, bozulmamış doğal yapısı ile doğaseverlerin ilgisini çeker.

Patara Antik Kenti, hem tarihi hem de doğal güzellikleriyle ziyaretçilerini büyülemeye devam ediyor. Eğer yolunuz düşerse, bu eşsiz kenti mutlaka ziyaret edin...


YILDIZLARLA KUCAKLAŞAN ANTİK KENT KALKAN

 


Özenle korunan Antalya’nın Kaş İlçesi’ne bağlı Kalkan'ı merkez seçen gezginler, yaklaşık 50 km yarıçaplı bir çember içinde UNESCO tarafından dünya mirası olarak tescillenmiş antik şehirleri kolaylıkla ziyaret etmektedirler.

Stratejik konumu nedeniyle her dönem dikkat çekmiş olan Kalkan, Işık Ülkesi Likya’nın tam merkezinde bulunmaktadır.

Kalkan’ın 7 km güney-doğusunda ünlü Kaputaş Plajı, 25 km doğusunda Kaş, 55 km doğusunda Üçağız (Kekova), 80 km doğusunda Demre ve Myra Antik Kenti karşımıza çıkar.

Kalkan’ın 18 km batısında Patara Antik Kenti ile dünyaca ünlü ve ülkemizin en uzun plajı Patara, 22 km kuzey-batısında UNESCO tarafından korumaya alınmış Antik Ksantos Şehri, 28 km kuzey-batısında UNESCO Dünya Mirası listesinde olan Letoon Antik Kenti, 80 km kuzeyinde de Fethiye ve Ölüdeniz bulunmaktadır.

Ayrıca Saklıkent Kanyonu, Mavi Mağara, Bezirgân Yaylası ve Gömbe Yaylası Kalkan Çevresinde yer alan önemli doğal güzelliklerdendir.

Kalkan, 1920 yılına kadar, “güzel yer” anlamına gelen “Kalamaki” adıyla anılan bir Rum balıkçı köyüydü. Mübadeleden önce Türkler ve Rumlar bir arada yaşardı. O günlerden geriye kalan köyün kilisesi bugün cami olarak kullanılmaktadır.

Yılın 300 günü güneşli olan Kalkan’da en sıcak günlerde dahi nem oranı rahatsız edici limitlerin üstünde değildir. Kaldığımız bir hafta içinde yaşayarak öyle olduğunu öğrendik.

Eski dönemlerden günümüze değin deniz ulaşımının sağlanabildiği bölgenin doğal koylarından bir tanesine sahip olan kalkan, balıkçı barınağı ve küçük bir yat limanına da sahiptir.

Kalkan’da ücretsiz bir halk plajı bulunmakta olup, şezlong ve şemsiye kiralama imkanı bulunmaktadır. Bunların dışında, Club Patara Evleri’nde olduğu gibi, birçok özel plaj da Kalkan Koyu çevresinde yer alır.

Aslında, Kalkan’ın her yerinden denize girilebilme olanağı olmakla birlikte, kayalık yapısı ile, Kalkan Koyları kumsalı seven misafirlere pek hitap etmeyebilir.

Kalkan aynı zamanda ünlü Club Patara Evleri’nin kurulduğu yer. Türkiye’nin ünlü mimarlarından Turhan Kâşo, tarafından 1993 yılında tamamlanan Club Patara 250 villa ve 60 odadan oluşan bir resort.

Özelliği, bulunduğu doğa ile son derece uyumlu mimarisi. Yuvarlak yapısı, doğal taş dokusu ve bolca yeşillik ve çiçekle bezenmiş peyzajı ve denize karşı muhteşem konumu ile bölgenin klasiklerinden biri haline gelmiş.


Kalkan, 14 Ekim 2017 Pazar…

13 Ekim 2017 Cumartesi günü saat 08,00’de Ankara’dan başlayan yolculuğumuz, yaklaşık 640 km yol aldıktan sonra, saat 16,45’te ulaştığımız Kalkan’da son buldu. Club Patara Evlerindeki 17 numaralı açık mutfaklı evimize yerleştik.

Oldukça büyük balkonumuz kartal yuvası gibi olup, Kalkan Koyunu kucaklamakta. Kalkan Koyu çevresindeki evler dağlık araziye Roma yarım daireli Amfi Tiyatroları görünümünde yerleşerek muhteşem bir manzaraya kavuşmuşlar.

Her santimetre karesi değerlendirilmiş olan Club Patara Evleri arazisi Amfi Tiyatronun doğu bölümünü oluşturacak şekilde yapılandırılmış.

Arazinin en üst konumundaki villalardan denize ulaşabilmek için yaklaşık 800 merdiven inmek gerekiyordu. Konutumuzdan 400 merdiven inerek denize ulaşabildik.


Merdivenler ve peyzaj öyle düzenlenmiş ki kendinizi bir masal diyarında zannediyorsunuz. Bu nedenle, indiğim 400 basamaklı merdivenler beni yormadığı gibi yaşamdan daha çok zevk almamı sağladı.

Ayrıca her 15 dakikada kalkan servis araçları da konuklarını tesisin plajına taşımaktaydı. Ancak ben her seferinde merdivenleri kullanmak istedim çevre düzenlemesinin tadını çıkarabilmek için.

Mavi Bayraklı Denizinin ve yaslandığı ormanların yeşilini birleştiren Kaş İlçesi’nin bir mahallesi olan Kalkan aranan bir tatil merkezidir.


İkinci vatan olarak kabul ettikleri Kalkan'a yerleşen İngilizler, turizmin şekillenmesine önemli katkıda bulunmuşlar. Bir çoğunun kendi evleri olup, yazın villa tipindeki evlerini yine İngilizlere kiraya vererek villa turizmi denen hareketi başlatmışlar.

Kalkan, Teke Yarımadası üzerinde bulunmaktadır. Akdeniz’e doğru uzanan yarımadalar arasındaki Teke, doğal güzelliklerinin yanı sıra tarihi zenginliği ile de insanları mıknatıs gibi kendine çekiyor.

Yarımada Antalya ile Fethiye arasında yarım daire şeklinde denize çıkıntı yapmıştır. Akdeniz’in kuşattığı bu çıkıntının Kuzeydoğu tarafını ortalama 1150 metre yüksekliği ile Beydağları, Kuzeyini Elmalı dağları Kuzeybatısını ise Akdağlar çevirmiştir

Yarımada Selçuklular döneminde bölgeye Teke Boyu Türkmenlerinin yerleştirilmesi ile Teke Yarımadası adını almıştır.

Eski adıyla ışık ülkesi Likya, aynı zamanda bölgedeki antik kentlerin oluşturduğu bir federasyon ve daha sonra da Roma İmparatorluğu’nun bir eyaletiydi.

Ünlü tarihçi Herodot, Kalkan ile ilgili olarak ‘’Dünyada yıldızlara en yakın yer’’ ifadesini kullanmıştır. Bu nedenle antik çağlarda Işık Ülkesi Likya olarak bilinmektedir. Zaten “Lyk” Likya dilinde ışık anlamındadır.


Kendilerini Likya ülkesinin vatandaşı sayan İngilizler kendilerini “Yeni Kalkanlılar” olarak tanımlamışlar. Bu tanımlamada haksız değiller. Kalkan’ın çehresini değiştiren, katma değer katan, vergi veren bir topluluk olmuşlar.

TUİK verilerine göre Antalya’da 55 bin yerleşik yabancı yaşıyor. 3 bin nüfuslu Kalkan’da ise 1000 İngiliz yerleşik duruma gelmiş. Öyle ki Kalkan adeta küçük bir Londra gibi. İngilizler Kalkan’da bugüne kadar 1500’den fazla mülk satın almış. Kimi villa, kimi köy evi, kimi de tarla satın almışlar…






ANTİK KENT ANTİPHELLOS-KAŞ ANTALYA

 

Kaş, Likya Birliği adıyla Antiphellos, Teke Yarımadasının, Antalya’ya bağlı en güzel kıyı ilçelerinden birisidir.

Meis Adası manzaralı, Toros Dağları ile çevrili ve buram buram tarih kokan, rüya gibi bir sahil kasabası olan Kaş, gezginlerin görülmesi gereken yerler listelerinin ilk sıralarında yer almaktadır.

Antalya’nın yaklaşık 190 km güney-batısında bulunan Kaş, eski liman çevresinde konumlanmış merkeziyle şirin bir sahil kasabası olarak tanımlanıyor. Yetmiş kilometrelik sahil şeridiyle gerçek bir turizm cenneti…

Sadece deniz-güneş-kum tatiliyle değil, zengin tarihinin beslediği antik kentleriyle de kültürel bir yolculuğun izini sürmenizi sağlıyor. Güneşin Ülkesi Likya’nın nadide cennetlerinden biri.

Tarihte Antiphellos ismi ile anılan Antik Kent Kaş’ın dar sokaklarına girmeli ve tarihini yaşamalısınız.

Karya ve Likya Bölgeleri arasındaki bağlantıyı sağlayan yolların kesişme noktasında bulunan Antiphellos, aynı zamanda bir ticaret limanıdır.

Makedonya Kralı Büyük İskender’in Anadolu seferi sırasında, Krallığın egemenliği altına girmiş. İskender’in genç yaşta ölümünden sonra bölge, Selekoslar ile Ptolemaslar arasında el değiştirmiş.

Likya Kentlerinin birçoğunda kayalara oyulmuş mezarlar ile dört bir tarafa serpilmiş Lahitler bulunmaktadır. Bu Lahitlerin en görkemlisi, halk arasında Kral Mezarı olarak adlandırılan, Kaş’taki Anıt Mezardır. Eser, tek bloktan oluşmuştur ve üzerinde sekiz satırlık Likya dilinde kitabe vardır.

Antik kent Antiphellos, Roma Dönemi’nde önem kazanmış ve Bizans Dönemi’nde Piskoposluk merkezi olmuş. Bu dönemde Arap akınlarına uğramış, daha sonra Anadolu Selçuklu topraklarına katılarak Andifli adını almış. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Tekeoğulları Beyliği yönetimi ele geçirmiş. Osmanlı Devleti ilçeyi Yıldırım Beyazıt zamanında topraklarına katmış.

Cumhuriyet Dönemine gelindiğinde, antik şehirlerin isimlerinin birçoğu 1923 – 1933 yılları arasında değiştirilerek şuan günümüzdeki adlarını almışlar.




16 Ekim 2017 Pazartesi, Kaş Antalya…

Bir hafta konaklamak için geldiğimiz Kalkan’da üçüncü günümüz. Antalya’nın Kaş İlçesi’ne gitmek için bilgi dağarcığımızı doldurduk. Gördük ki Kaş, Likya’nın (Teke Yarımadasının) en güzel kıyı ilçelerinden birisidir.

Başta İngiliz gezginler olmak üzere Alman, Amerika, Avusturalya ve diğer Avrupa halklarının gözdesi olan Kaş yıllardır görmek istediğim bir turizm ve kültür merkeziydi.

Kaş ilçe merkezinden 100 metre hayali olarak yükselip, Toroslara doğru geri çekilerek Akdeniz’e doğru bakılırsa, Toros dağlarının güneyindeki koyların Yunanistan’a ait Meis Adasını kucaklayacak şekilde bir yay çizdiği görülecektir.

Meis Adası manzaralı, Toros dağları ile çevrili ve buram buram tarih kokan, rüya gibi bir sahil kasabası olan Kaş, görülmesi gereken yerler listemizin ilk sıralarında yer almıştı.

Konakladığımız Kalkan Club Patara Evlerinden ayrılarak, Antalya Fethiye yoluna giriyoruz. Yolumuz üzerinde, Kalkan’dan 7 km uzaklıkta, sahil yolu üzerinde dünyaca ünlü kanyon ağzı plajı olarak da bilinen Kaputaş Plajı bulunuyor. Görmeden ve denizine girmeden geçmek olmaz.


Oldukça girintili ve çıkıntılı olan koylarla sarp kayalıklar arasına, gidiş geliş olmak üzere, oldukça güzel otoyol yapılmış. Yolculuk boyunca muhteşem bir deniz manzarası bize eşlik etti.

Kalkan’dan 25 km doğuda olan Kaş, Antalya‘nın yaklaşık 190 km güney-batısında bulunuyor. Kaş, eski liman çevresinde konumlanmış merkeziyle şirin bir sahil kasabası olarak tanımlanıyor. Yetmiş kilometrelik sahil şeridiyle gerçek bir turizm cenneti…

Sadece deniz-güneş-kum tatiliyle değil, zengin tarihinin beslediği antik kentleriyle de kültürel bir yolculuğun izini sürmenizi sağlıyor. Tam bana göre bir Likya Kenti Kaş… Güneşin Ülkesi Likya’nın nadide cennetlerinden biri.

Antalya Fethiye Karayolunda yaptığımız 40 dakikalık bir yolculuktan sonra Uğur Mumcu Caddesi ile Kaş’ın Andifli mahallesine giriş yapıyoruz. Kaş Setur Marina’yı geçtikten sonra Atatürk Bulvarı ve Liman Sokağı izleyerek, yat Limanı çevresindeki Kaş Belediyesi otoparkına arabamızı bırakıyoruz.


Kalkan’dan Kaş’a gelmek kolay, Antalya’dan nasıl ulaşılacak? Sorusunun yanıtı, Antalya Otobüs Terminali’nden her saat başı kalkan minibüsleri kullanılacak. Bu minibüslerle yaklaşık 3 saatlik bir yolculuğun sonunda, Kaş’a ulaşabilirsiniz.

Her neyse, biz Kaş Yat Limanı ve çevresini tanımaya çalışalım.

Kaş Yat limanında günlük tur teknelerinin yanı sıra özel olarak kiralanabilen yatlar, dalış tekneleri, mavi yolculukların vazgeçilmezi olan guletler ve yelkenliler barınmaktadır.

Toplamda elliden fazla tekneyi rahatlıkla barındırabilen bu liman her ne kadar Kaş’ taki diğer liman olan Setur Marina kadar büyük olmasa da Kaş’ a gelen turistlerin görmeyi isteyeceği yerlerin başında gelmektedir.


Limandan başımı kaldırınca Andifli (Kaş) arkasındaki dik yamaçlı, girintili çıkıntılı arazi yapısı ve kaya mezarları dikkatimi çekiyor.

Alp Dağları`nın oluşumu sırasında kıvrılarak yükselen Güney Anadolu Dağları, oluşma hatları yönünden doğuda Toroslar, batıda Beydağları olmak üzere iki bölüme ayrılmış. Beydağları, etrafındaki diğer dağlarla birlikte çeşitli kuvvetlerin etkisi altında kalmış ve kıvrımlar yüksek bir yükseliş göstererek aralarında küçük ovaların bulunduğu bir çevre meydana getirmişler.

Yüksekliği 3.000 metreyi geçen bu dağlar, genellikle güneybatı-kuzeydoğu yönlerinde uzanmakta; denize dik indikleri ve aşırı yaklaştıkları için de dik yamaçlı, girintili, çıkıntılı ufak koylardan meydana gelen bir topoğrafya göstermektedir.

Kaş, ziyaretçilerine dağ yürüyüşü, dağcılık, yamaç paraşütü, rüzgar sörfü ve sal yarışı olarak bilinen rafting gibi doğa sporları için de pek çok olanaklar sunmakta ve sporcuların kalbini çalmaktadır.

Ayrıca Türkiye’de su sporlarının ve su altı dalışlarının ilk adresidir. Bütün bu özellikleriyle yabancıların gözdesi olan Kaş beni de heyecanlandırıyor. Bu heyecanla Yat Limanı çevresinde dolaşarak çokça fotoğraf çektikten sonra eşim ve bize eşlik eden Hülya ile Cumhuriyet meydanında buluşuyoruz.


Meydanda ilk dikkatimizi çeken, Kaş Yat Limanına bakmakta olan Atatürk heykeli oluyor. Arkamıza alarak hatıra fotoğrafları çekiyoruz. Ben daha çok fotoğraf çekebilmek için gruptan ayrılıyorum.

En eski adı Habesos olup, tarihte Antiphellos ismi ile anılan Antik Kent Kaş’ın dar sokaklarına girmek ve tarihini yaşamak istiyorum.

Karia ve Likya Bölgeleri arasındaki bağlantıyı sağlayan yolların kesişme noktasında bulunan Antiphellos, aynı zamanda bir ticaret limanıdır. Makedonya Kralı Büyük İskender’in Anadolu seferi sırasında, Krallığın egemenliği altına girmiş.

İskender’in genç yaşta ölümünden sonra bölge, Seleukoslar ile Ptolemaioslar arasında el değiştirmiş. Kazılarda ortaya çıkan buluntular bunu doğrulamaktadır.

Antik kent Antiphellos, Roma Dönemi’nde önem kazanmış ve Bizans Dönemi’nde Piskoposluk merkezi olmuş. Bu dönemde Arap akınlarına uğramış, daha sonra Anadolu Selçuklu topraklarına katılarak Andifli adını almış. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Tekeoğulları Beyliği yönetimi ele geçirmiş ve Osmanlı Devleti ilçeyi Yıldırım Beyazıt zamanında topraklarına katmış.

Bu gizemli antik kent Kaş sokaklarında dolaşırken, ilçeye gelmeden Google haritalarda işaretlediğim ‘’Kral Mezarını’’ bulmaya çalışıyorum.

İbrahim Serin Caddesi üzerinde bir süre kuzeye doğru yürüdükten sonra, sağdaki Doğruyol Caddesi’ne giriyorum. Uzakta devasa boyutlarıyla Kral mezarı görünüyor. Doğruyol ile Likya Caddelerinin buluşma noktasındaki meydanda konuşlandırılmış.

Anadolu’da görülen değişik mezar tiplerinden birisi de lahittir. Likyalılardan günümüze ulaşan eserlerin başında Likya Kentlerinin bazılarında kayalara oyulmuş mezarlar ile dört bir tarafa serpilmiş Lahitler gelir. Bu Lahitlerin en görkemlisi halk arasında Kral Mezarı olarak adlandırılan Likya Yazılı Kaş’taki bu Anıt Mezardır. Eser, tek bloktan oluşmuştur ve üzerinde sekiz satırlık Likya dilinde kitabe vardır.

Günümüze iyi bir konumda gelen ve tek bir bloktan yapılmış olan bu lahdin 1,5 metre uzunluğundaki alt kısmında boncuk motifleri ve sekiz satırlık Lyk’çe bir kitabe bulunmakta.

Tarihçilere göre, M.Ö. IV. yüzyıla tarihlenen bu mezarın kitabesi okunamadığından kime ait olduğu anlaşılamamıştır. Bu kaidenin üzerine dikdörtgen prizma şeklindeki anıtın sandukası oturtulmuş.

Kapağın kuzey-batı alınlığında sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üzerine atmış, üzgün görünümlü bir erkek ile bir kadın figürü işlenmiştir.

Güney-doğu alınlığında ise ayakta duran ve uzun bir manto giymiş bir kadın figürü görülmektedir. Ayrıca lahit kapağının her iki yanına da aslan kabartmaları işlenmiştir. Kapağın batı tarafı pencere şeklindedir.

Kendilerine ait bir dile ve özgün bir kültür – sanat yapısına sahip olan halkı Likyalı yapan, üzerinde yaşadıkları topraktı. Özellikle dorukları tutmuşlardı. Kentlerini doruklara, ulaşılmaz yamaçlara yerleştirmişlerdi.

Birkaç istisna dışında Likya’nın tüm önemli kentleri kıyıdan içeride, doruklara yakın yerlerde kurulmuştu. Tapınakları, tiyatroları ve diğer büyük binaları bugün hala ayakta duruyor. Likyalılar tamamen kendilerine özgün bir mimari tarz ve kültür yaratmışlardı.

Bölgede en bol bulunan yapı malzemesi ahşaptan yaptıkları karakteristik evleriyse yapılandıkları körfeze hâkimdi. Öyle ki körfez çevresindeki yamaçlarda amfi tiyatro olacak şekilde evlerini yapmışlardı.

Likyalılar için ölüm bir son değil, başka bir yaşama başlangıçtı. Yeni yaşam bu yeni mekânlarda da eskisi gibi devam edebilsin diye, mezarlarını ve lahitlerini sivri kemerli çatıları olan ahşap evlerinin biçimde yapmışlardı. Bu mezarlar Likya toprağının her köşesine attıkları imzaları olmuş.

Likyalılar, hala ülkelerinin her yanını kaplayan ünlü Likya mezarlarında yaşıyorlar. İnsanların ölümden sonra da yaşamlarını sürdürdükleri ve bu nedenle de ölümden sonra da yaşamlarına uygun bir konut yaptırma inançları birçok kültürde olmasına karşın, hiçbir yerde Anadolu’daki kadar yaygın bir şekilde görülmemektedir.

Ölüyü eve benzer bir mezara gömme geleneği Anadolu’da M.Ö. 3. binin 2. yarısından başlayarak Roma İmparatorluk devrinin sonlarına değin kesilmeksizin sürmüş ve bunun sonucunda da mimari anlamdaki birçok mezar yapısı oluşturulmuştur.

Kral Mezarı ile ilgili olarak bir hayli fotoğraf çektikten sonra, belediye otoparkından gördüğüm kentin kuzeyindeki dik tepeye oyulmuş Kaya mezarlarını görmek istedim.

Kral Mezarına komşu olan esnaftan yardım istedim. Sayıları 5-6 kadar olan kaya mezarlarına ulaşmam için önce Likya Caddesi üzerinden kuzeye doğru bir süre gittikten sonra İlkokul Sokak aracılıyla Koza Sokağa çıkmam önerildi. Koza Sokak üzerinde bir süre gittikten sonra evler arasındaki bir patikada Kaya mezarları levhasını görerek tırmanmaya başladım. Mezarlara ulaşmam oldukça zor oldu.

İki ya da üç katlı olanları ve üzerinde mezar sahipleri olduklarını düşündüren aile kabartmaları bulunanları, ev tipi kaya mezarlarının iyi örnekleri olarak sayılabilirler. Bir kısmı geceleri aydınlatılmaktadır.

Hiçbiri M.Ö. 4. yüzyılın 2. çeyreğinden önceye tarihlendirilemeyen kaya mezarları içinde en önemli grup, tapınak cepheli olanlardır. Yan duvarların arasındaki sütunların taşıdığı üçgen alınlıklı cephenin gerisinde, basamaklarla çıkılan bir ön oda ve bir kapıyla açılan mezar odası bulunur.

Kareye yakın mezar odalarının arka ve yan duvarları önünde ölü yatakları yapılmıştır. Bazılarında sunu sekileri de oluşturulmuştur. Yakılan ölüden arta kalanların içine konulduğu kapların dik yerleştirildiği küçük nişler de, tapınak cephesi biçiminde şekillendirilen birer plakayla kapatılmıştır.

Yan yana açılan sandık mezarların uzun yan kenarları, genelde yükseklikleri birbirlerine eşit plaka blokların dik konulmasıyla elde edilmiştir; biri ana kayaya cepheli dar yüzleri ise çoğunlukla tek bir blok oluşturmuşlar. Üzerleri de  büyük Sal taşlarıyla kapatılmıştı.

Kaya mezarlarının da fotoğraflarını çektikten sonra eşimle buluşmak ve yeni bir rota çizmek üzere Cumhuriyet Meydanı'na dönüyorum.