İSTANBUL MİHRABAT TABİAT PARKI

Avrupa yakasından, Sultan Mehmet Köprüsü ile, İstanbul’un Anadolu yakasına geçtiğinizde sağ tarafınızda Fatih Korusu, sol tarafınızda ise Kanlıca’nın simgelerinden biri olan Mihrabat Korusu yer alır.

Günümüzdeki adıyla Mihrabat Tabiat Parkı’dır Mihrabat Korusu.

Mihrabat Korusu, İstanbul Boğazı'na bakan Kanlıca tepelerinde yer alan pitoresk bir doğal cennet olarak karşısına çıkar ziyaretçilerinin.

Bu büyüleyici, resmi yapılmaya değer, yani pitoreks yerle ilgili bazı bilgilerin detaylarını sizlerle paylaşmak istedim.

İlk karşılaştığımda oldukça ilginç gelen “Mihrabat” adı, güneş ve ayı temsil eden “Mihr” ile güzelleşmeyi ve muhteşemliği simgeleyen “Abat” sözcükleri birleştirerek oluşturulmuştu.

Mihrabat Korusu'nun bulunduğu arazi, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, Mısırlı Abbas Halim Paşa'nın kızı Rukiye Hanım'a hediye edilmişti.

Yüzyıllar boyunca mehtaplı gecelere, müzikli toplantılara ve büyük kutlamalara ev sahipliği yapmış, padişahları, sanatçıları ve ileri gelenleri ağırlamıştı.

Yaklaşık 210.000 metrekare alana yayılan Mihrabat Korusu, Ortaköy sahili, Rumeli Hisarı ve İstinye Körfezi dahil olmak üzere Boğaz'ın nefes kesen manzaralarını sunuyor konuklarına.

Özellikle bahar aylarında; fıstık çamları, çınarlar, selviler, erguvanlar, defne ve siklamen kokularının havayı doldurduğu bahar aylarında keyifli bir atmosfer yaratıyor Mihrabat Korusu'nun dar yollarında gezinenlere. Hala elini tuttuğunuz sevgiliniz yanınızda ise.

Özdemir Asaf’ın şiirini anımsatmadan geçemeyeceğim.

Şu anda İstanbul’da olmak isterdim.

Mihrabat Korusunun dar yollarında seninle

Yan yana, yana yana yürümek…

Bir de martıların kanatlarından seyretmek İstanbul’u.

Aralarında Yahya Kemal Beyatlı'nın da bulunduğu yazar ve şairler bu doğal vahadan ilham almışlardı.

Mihrabat Korusu'nda restoran, kafe, etkinlik alanları, yürüyüş yolları ve amfi tiyatro bulunmaktadır.
Çocuklu aileler için muhteşem bir yerdir. Çocuklar parkın keyfini çıkarabilir.

İlkbahar, yaz, sonbahar ya da kış aylarında ziyaret ettiğiniz Mihrabat Korusu, Asya ile Avrupa'nın buluştuğu bir rüya bahçesi duygusu veriyor konuklarına. Ayrıca, oldukça büyük bir otoparkı da bulunmaktadır tesislerin.

Ulaşmak için; Avrupa yakasındaysanız arabanızla köprü güzergahını kullanmak uygun olur. Diğer taraftan, Kanlıca'dan kalkan şehir içi feribotları kullanarak da deniz yoluyla Mihrabat Korusu'na ulaşabilirsiniz

Ziyaret etmeyi planlıyorsanız, 180 çeşitten oluşan nefis kahvaltı büfesini kaçırmayın!

Mihrabat Korusu, doğanın güzelliği ile tarihin iç içe olduğu, adına yaraşır güzellikteki bu koru ve eklentilerini mutlaka ziyaret etmelisiniz.



31 Mart 2017 Cuma, Mihrabat Korusu...

Dünyada Cennetin izdüşümü olarak tanımlanan Hıdiv Kasrı’nı gezmiş, Kanlıca ’ya inerek Kanlıca İskelesi’nde meşhur pudra şekerli Kanlıca Yoğurdunu yemiştim. Böylelikle dinlenmiş, enerji toplamıştım. Mihrabat Korusu-Tabiat Parkı'nı görmemek olmazdı.

Kanlıca İskelesi’nden hareketle, çam kokularının izini sürüp Fıstıklı Yokuşunu tırmanmaya başlıyorum. yokuşun bitiminde beni iki köprüyü de kucaklayan muhteşem manzarası ve tüm ihtişamıyla Boğaziçi’nin büyüleyici görüntüsü karşılıyor.


Eğimi oldukça fazla olan Fıstıklı Yokuşunda 20 dakikalık zorlu bir yürüyüşten sonra Mihrabat Korusu’na ulaşıyorum.

Mihrabat Tabiat Parkının Osmanlı İmparatorluğu döneminde de önemli bir piknik alanı olduğuna dair bilgiler edinmiştim gelmeden önce.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahlarından I. Mahmut tarafından kurulan ve dönem padişahlarının da sıklıkla gittiği yerlerden olan, o zaman ki adıyla Mihrabat Korusu, günümüzde de İstanbul’un en gözde mesire yerlerinden biriydi.

Koru adını Mihrabat Kasrı’ndan ve hediye ediliş biçiminden almış. Kelimenin etimolojik kökeninde ‘’Mihr’’ Güneş ve Ay’ı temsil ederken ‘’Abat’’ ise Güzelleştirme, daha mükemmel hale getirmeyi temsil eder.

Bu durumda ‘’Mihrabat’’ Güneş ve Ay’ın güzelleştirilmiş ve mükemmel hale getirilmiş halidir. Diye yorumlanabilir. Koruyu gezerseniz kelime anlamının yerli yerine oturduğunu göreceksiniz.

Nitekim başta Yahya Kemal Beyatlı olmak üzere, çeşitli yazar ve şairlere ilham kaynağı olduğu söylenir Mihrabat Korusu’nun.

Koru, Abdülhamit’in Berlin Büyükelçisi Sadullah Paşa’nın eşi Necibe Hanım tarafından Mısırlı Abbas Halim Paşa’nın kızı Rukiye Hanım’a yüz görümlülüğü olarak verilmiş. Koruya adını veren Kasra gelince, bir yeniçeri isyanında yanıp kül olmuş.

Yüzyıllar boyu, mehtaplı gecelerde, sazlı sözlü boğaz eğlencelerine ihtişam ile ev sahipliği yapmış, padişahları, sultanları ağırlamış.

Muhteşem manzarası ile nice sanatçılara ilham veren Mihrabat Korusu, şimdilerde İstanbul’da Kır Düğünleri için benzersiz mekânlardan biri olarak ün yapmış.

Karşınızda Ortaköy sahili, Rumeli Hisarı, İstinye Koyu gibi uçsuz bucaksız muhteşem bir manzara ile baş başa kalıyorsunuz…

İşte bu eşsiz manzara ile Mihrabat Korusu Kır Düğünlerinin en çok aranan mekânlarından biri olmuş. Yeni sezon için hazırlık yapılan sosyal tesis görevlilerinden bilgi alıyorum.

210.000 m2 alan üzerine kurulu Mihrabat Korusu; Restoran, kafe, özel davet ve organizasyon alanları, sosyal ve kültürel faaliyet alanları, yürüyüş yolları ve amfi tiyatro gibi mekânları ile hizmet vermektedir. Çocuk parkı ve geniş kullanımlı otopark alanları ile konuklarının tüm ihtiyaçlarınız düşünülmüştür.

Geçmiş ile geleceğin harmanlandığı; Asya ve Avrupa’nın eşsiz boğaz manzarası ile buluştuğu, dört mevsimi bir düş gibi yaşayacağınız bir mekândır Mihrabat Korusu.



DÜNYA MİRASI ANTİK KSANTOS

 


UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne dâhil edilen Likyalıların efsanevi antik şehirlerinden biridir Ksantos…

Eski çağda Ksantos olarak bilinen 120 km uzunluğundaki Eşen Çayı Akdağlardan çıkıp Seki Yaylası’ndan geçerek, Ören’deki Sivrikaya’nın dibinden fışkıran ana kaynakla buluştuktan sonra, en büyük kolu olan Akçay’la birleşip Karaçay’ı da sularına katarak denize dökülür. Eşen Çayı oluşturduğu Ksantos Vadisinde onlarca Likya antik şehrine hayat vermiştir. Ksantos Antik Kenti de bunlardan biridir.

Kalkan’ın yaklaşık 20 km kuzey-batısında, Patara Antik kentinin ise 12 km kuzeyinde bulunan Ksantos Antik kenti Esen Çayı kenarındaki ovaya hâkim iki tepe üzerinde kurulmuştur. İlki Esen Çayı’nın kenarından sarpça bir kayalık seklinde yükselen surla çevrili Likya akropolü; ikincisi ise kuzeydeki daha yüksek ve geniş olan Roma akropolüdür. Likya’nın başkentliğini de yapmıştır.

Oldukça acılı bir geçmişi var bu antik kentin. İlk acılı tarihi olay Perslerle karşılaşmalarında gerçekleşmiş. Güçlü Pers ordusu, M.Ö. 545 yılında Ksantos’a saldırmış. Ksantoslular büyük bir yiğitlik örneği göstererek, o dönemde bütün düşmanlarını dize getiren Pers ordusuna direnmişler. Savaşı kazanamayacaklarını anladıklarında, kale içinde bulunan insanlarla birlikte evlerini de ateşe vererek, esir olmaktansa ölmeyi seçmişler.

İkinci acılı olay M.Ö 42 yılında Roma İmparatorluğunun güçlü adamı Brütüs’ ün işgali ile gerçekleşir. Ksantoslular önce şehrin çevresine hendek açarlar. Ancak kent çabuk düşer. Likyalılar için tarih tekerrür eder, onlar yine ailelerini kendi elleriyle öldürmek ve intihar etmek zorunda kalırlar.

Yunan tarihçi Plutarkhos’un anlattığı bu toplu intihar olayı, belki de Likya tarihinin en acılı olayıdır. İşgalci Brütüs’ ü bile gözyaşlarına boğar. Kucağında ölü çocuğuyla bir ilmeğin ucunda intihar etmekte olan Likyalı kadın, öbür eliyle evini ateşe vermektedir. Ne kendini ne evini ne de çocuğunu bırakmıştır düşmana…



17 Ekim 2017 Salı, Ksantos Antik kenti...

Kalkan’da konakladığımız bir haftalık süre içinde çevredeki tüm antik kentleri gezmek istiyorduk. Fethiye-Antalya karayolunun her beş on kilometresinde bir Xanthos UNESCO yazısını görmüştüm.

UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne dâhil edilen Likyalıların efsanevi antik şehirleri görülmeye değerdi.

Eski çağda Ksantos olarak bilinen 120 km uzunluğundaki Eşen Çayı Akdağlardan çıkıp Seki Yaylası’ndan geçerek, Ören’deki Sivrikaya’ nın dibinden fışkıran ana kaynakla buluştuktan sonra, en büyük kolu olan Akçay’la birleşip Karaçay’ı da sularına katarak denize dökülür.

Eşen Çayı oluşturduğu Ksantos Vadisinde onlarca Likya antik şehrine hayat vermiştir. Bunlardan biri olan Ksantos Antik Kenti Kalkan’ın yaklaşık 20 km kuzey-batısında, Patara Antik kentinin ise 12 km kuzeyinde bulunuyordu.

Öğleden önce ziyaret ettiğimiz Patara Ören yerinden hareket ettikten yaklaşık yarım saat sonra Kınık Beldesi’ne giriş yapıyoruz. Kınık Beldesi içine girince ana cadde Atatürk heykelini geçince ikiye ayrılıyor. Sağ taraftaki yoldan ilerleyip, tepenin eteğine gelince sola, Asar Caddesi’ne giriyoruz. Tepeye tırmanan yol bizi Likya’nın başkenti Ksantos antik kentine ulaştırıyor.


Asar Caddesi’nin solunda kalan antik kent, Eşen çayının doğu yakasında, Esen Çayı kenarındaki ovaya hâkim iki tepe üzerinde iki yerleşim birimi olarak kurulmuştur.

İlki Esen Çayı’nın kenarından sarpça bir kayalık seklinde yükselen surla çevrili Likya akropolü; ikincisi ise kuzeydeki daha yüksek ve geniş olan Roma akropolüdür.

Likya’nın başkentliğini de yapmış olan Ksantos'un oldukça acılı iki geçmişi beni de hüzünlendirmişti. İlk acılı tarihi olay Perslerle karşılaşmalarında gerçekleşmişti.

Güçlü Pers ordusu, M.Ö. 545 yılında Ksantos’a saldırmıştı. Ksantoslular, teslim olmak yerine, büyük bir yiğitlik örneği göstererek, o dönemde bütün düşmanlarını dize getiren Pers ordusuna direnmişlerdi.

Tarihçi Herodot, kendilerinden sayıca çok üstün Pers güçlerine karşı şehirlerini savunan Ksantlosluların savaşı kazanamayacaklarını anladıklarında, kale içinde bulunan insanlarla birlikte evlerini de ateşe vererek, esir olmaktansa ölmeyi seçtiklerini yazmıştı.


Azra Erhat’ın tercüme ettiği bir Ksantos tabletinde bulunan şiir acılı olayı acılı olayı aşağıdaki gibi betimlemişti.

Evlerimizi mezar yaptık,

Ve mezarlarımızı kendimize ev…

Evlerimiz ateşe verildi,

Ve mezarlarımız yağmalandı…

Yüksek tepelere sığındık,

Yerine dibine saklandık,

Su içinde gizlendik,

Geldiler ve bizi buldular…

Bizi yaktılar ve yok ettiler,

Bizi yağmaladılar…

Ve biz,

Analarımızın uğruna,

Kadınlarımızın uğruna…

Ve biz,

Onurumuz uğruna,

Ve özgürlüğümüzün…

Biz, bu toprakların insanları,

Topluca intiharı aradık

Arkamızda bir ateş bıraktık,

Hiç sönmeyecek…

İkinci acı olayları da, M.Ö 42 yılında Romanın güçlü adamı Brütüs, istediği haracı vermedikleri için, Ksantos'u kuşatır. Ksantoslular önce şehrin çevresine hendek açarlar. Ancak kent çabuk düşer.

Likyalılar için tarih tekrarlanacak, ailelerini kendi elleriyle öldürmek ve intihar etmek zorunda kalacaklardır.

Yunan tarihçi Plutarkhos’un anlattığı bu toplu intihar olayı, belki de Likya tarihinin en acılı olayıdır. Öyle ki, işgal tamamlandığında, Brütüs’ü bile gözyaşlarına boğar.

Kucağındaki ölü çocuğuyla bir ilmeğin ucunda intihar etmekte olan Likyalı kadın, öbür eliyle evini ateşe vermektedir. Ne kendini, ne evini, ne de çocuğunu bırakmıştır düşmana…