YOROS KALESİ BEYKOZ İSTANBUL

 


Yoros Kalesi'nin ismi dağ anlamına gelen Oros kelimesinden, Kutsal Yer anlamına gelen Hieoron kelimesinden ve Zeus'un uygun rüzgârları anlamına gelen Ourios kelimesinden geldiği üzerine çeşitli görüşler var ama bence kale hepsini kapsıyor.

Çok rüzgârlı bir dağda, Marmara ile Karadeniz’i birbirine bağlayan kutsal bir yer gibi sanki.

Tarih boyunca İstanbul Boğazı, Karadeniz ve Ege denizi arasındaki temel geçiş noktası olduğundan dolayı ticari ve stratejik anlamda çok önemli bir bölge olmuştur. Tam da bu nedenle boğaz kıyılarında birçok kale ve savunma noktası inşa edilmiştir. Bunlar arasında en göze çarpanı Yoros Kalesi’dir.

Yoros Kalesi ve çevresinden, Cholchis yolu üzerinde bulunan Jason ve Argonauts tapınağı olarak adlandıran yerlerden ilk kez, antik tarihçi Herodot söz etmektedir. Dahası, birçok Yunan ve Roma kaynaklarında, buradan “Hieoron”, yani kutsal mekân olarak bahsedilmektedir.

12 Tanrı ya da Zeus Ourios/İyi Rüzgârlar sunağını da içeren büyük bir tapınak Antik dönemde tapınma noktası olarak hizmet vermiştir.

Hieoron, buraya giriş ya da çıkış yapan denizciler için bir tapınma, Karadeniz'e açılan bir kapı konumundaydı.

Dahası bu kale tüm Karadeniz seyir çizelgelerinin ölçüt aldığı bir nokta olmuştur. Korsanlara, fırtınalara, boğaz rüzgârlarına karşı hayati bir korunak olarak hayati öneme sahipti.

Erken Bizans döneminde, İmparator Jüstinyen kaleye bir özel bir ücret ve bir vergi memuru atamıştır. Ayrıca Orta Bizans Döneminde daha büyük bir duvarla sağlamlaştırılmış ve kuzey bölgesini kontrol etmek için kullanılmıştır.

*****



İstanbul’a yolu düşen yerli ve yabancı turistlerin yanı sıra, ülkemizi ziyaret eden devlet ve hükümet başkanlarının da mutlaka görmek ve gezmek istedikleri bir cennet olarak tanımlanıyor Boğaziçi ve iki yakasında yer alanlar.

Bu kez Anadolukavağı ve özellikle tepelerinde yer alan Yoros Kalesi’ni görmek istiyorum. Kavacık aktarma terminalinden bindiğim 15A hat numaralı belediye otobüsü yolcularını Kanlıca-Çubuklu-Paşabahçe-Beykoz güzergâhından sahil yolunu izleyerek Anadolukavağı’na ulaştırmaktadır.

Deniz seviyesinden başlayarak 270 metreye kadar yükselen Beykoz’un engebeli arazisini geçmemiz gerekiyor.

Beykoz merkezden sonra Doğu Kapısı Caddesi’ne girdiğimiz andan itibaren 201 metre yükseklikteki Yuşa Tepesine kadar tırmanıyoruz. Anadolu Kavşağı Caddesi’ne girdiğimiz andan itibaren de dolambaçlı ve dar bir yoldan inmeye başlıyoruz. Yolun her iki tarafı da askeri bölge ve İstanbul Kuzey Ormanlarının bir parçası. Ortam bir ağaç denizi…



Bu ağaç denizinde görülen türler arasında sapsız meşe, saplı meşe, doğu kayını, Anadolu kestanesi, adi gürgen, gümüşi ıhlamur, adi kızılağaç, ova karaağacı, ova akçaağacı ve titrek kavak sayılabilir. Bunlar içinde sapsız meşe, kuzey ormanları içinde toplamda %75’lik bir paya sahiptir. Bunu Balkanlara özgü Macar meşesi izler.

Askeri bölge olduğu için bölge bakir kalmış. Bu bakir bölgede inmek ve yürümek istiyorum ama durak olmadığı gibi askeri bölge. Fotoğraf çekemem. İnmem ve yürümem olanaksız.

Otobüsümüz Anadolu Kavşağı Caddesi’nden çıkıp Boğaziçi sahiline paralel olan Macar Tabya Caddesine girdiğinde ilk durakta, Anadolukavağı Caddesi otobüs terminalinde iniyorum. İniyorum çünkü sahil boyunca yürürken Boğaziçi ve karşısındaki Rumelikavağı ve çevresini de fotoğraf karelerine alma olanağım var.


Google haritalardan edindiğim bilgilere göre bu durağın Anadolukavağı İskelesine uzaklığı yaklaşık 900 metre. Kıyı boyunca piknik alanları oluşturulmuş. Doyumsuz bir Boğaziçi manzarası var. İyi ki bu durakta inmişim. Onlarca fotoğraf çekerek 900 metrelik yolu tamamlayıp İskele meydanına giriş yaptım.

Turistik bir balıkçı kasabası olmasıyla öne çıkmış olan Anadolukavağı, yeşil ve mavinin bütün tonlarının buluştuğu, Boğaziçi’nin en güzel olduğu yerlerden biri. Daha önceleri köy olan Anadolukavağı, Büyükşehir belediyeleri yasa tasarısı ile birlikte Beykoz ilçesinin mahallelerinden biri konumuna gelmiş.


Suyu ve inciri ile de meşhur olan Anadolukavağı, “şifalı” olarak nitelenen birçok güzel su kaynağına ev sahipliği yaptığı söylenmektedir. Yöre turizminin ana dayanağı olarak Doğu Roma döneminden kalma Yoros Kalesi biliniyor.

Bu kez İskele meydanından Yoros Kalesi’ne gitmek üzere harekete geçiyorum. Dere Sokak üzerinden İsmail Ağa Sokağa giriyorum. Sağ tarafımda Kuzey Ormanlarının bir bölümü var. Askeri bölge olması korunmasını sağlamış. Yine de yamaca kurulmuş yerleşimler var.


Bölgeye bahar bütün güzellikleriyle gelmiş. Cennette bir bölgede olduğum duygusu yaşıyorum. Buraları gördükçe İstanbul’u daha çok seviyorum. İsmail Ağa Sokak bitiminde mezarlık ortasından geçen bir yola giriyorum. Yoros Kalesi’nin deniz seviyesinden yüksekliği 270 metreye kadar çıkıyor. Eğim oldukça büyük, zorluyor. Bereket hava serin ve bu cennet mekânda gezinmek bir ayrıcalık diye düşünüyorum.

Mezarlık içindeki yol bitiminde Tuna Caddesi karşıma çıkıyor. Kuzeyinde Yoros Kafe ile karşısında Çam Vadisi Mesire Alanı yer alıyordu. Adından da anlaşılacağı gibi Yoros Kafe Yoros Kalesi’nin eteklerinde, doğanın ve tarihin harmanlandığı bir yerde kurulmuş. Anadolukavağı iskele meydanında bulunan Yosun Restoranın eklentilerinden biri.


Yoros Kafenin geçmişi 1977 yıllarına kadar uzanıyor. Tuna Caddesi’nden Yoros Kalesi’ne en keyifli yolculuk Yoros Kafesi içinden yapılandır. Teraslama yapılarak oluşturulan mekânlar İstanbul Boğazı’nı muhteşem bir göle dönüştürmüş, Antik Kale kapısı önünde oluşturulan kafe terasındaki masalar rengârenk örtüleriyle insanın yaşama sevincini arttırıyordu.

Yoros Cafe hakkındaki yorumları okurken hemen herkes müthiş manzarasından bahsediyordu. Ben de merak etmiş, neymiş o kadar övülesi manzarası demiştim.


Masalar arasında ilerleyip Boğaziçi’ne bakınca fark ettim ki, yorumlarda bahsedilenler az bile. İstanbul Boğazı ayaklarınızın altında, karşıda yemyeşil dağlar, etrafta antik kale kalıntıları, kediler, çiçekler, kelebekler... Daha ne olsun…

Üstelik kaleye doğru tırmandıkça cennetin değişik köşelerini gezmiş duygusuna kapılıyorsunuz. Her ulaştığım yeni mekânlarda Boğaziçi’nin doyumsuz güzellikteki fotoğraflarını çekiyorum.

Fiyatlar normal. Serpme kahvaltı 35 TL olup, bol bol çeşit var. Yağlı inek peyniri, örgü peyniri, tel peynir, hellim peyniri, zeytin, reçel, bal, tereyağ, yumurta, domates, salatalık, bir termos çay, sıcacık ekmek...



Soğuk havalarda gidenler için kapalı yeri de var. Yorumlarda servis biraz yavaş olduğu yazılıyor. Varsın yavaş olsun, güzel bir havada, güzel bir manzaranın keyfini çıkartmaya gidiyorsunuz, aceleniz yok ne de olsa...

Yoros Kalesi'nin ismi dağ anlamına gelen Oros kelimesinden, Kutsal Yer anlamına gelen Hieoron kelimesinden ve Zeus'un uygun rüzgârları anlamına gelen Ourios kelimesinden geldiği üzerine çeşitli görüşler var ama bence kale hepsini kapsıyor.

Çok rüzgârlı bir dağda, Marmara ile Karadeniz’i birbirine bağlayan kutsal bir yer gibi sanki.

Tarih boyunca İstanbul Boğazı, Karadeniz ve Ege denizi arasındaki temel geçiş noktası olduğundan dolayı ticari ve stratejik anlamda çok önemli bir bölge olmuştur. Tam da bu nedenle boğaz kıyılarında birçok kale ve savunma noktası inşa edilmiştir. Bunlar arasında en göze çarpanı Yoros Kalesi’dir.




Yoros Kalesi ve çevresinden, Cholchis yolu üzerinde bulunan Jason ve Argonauts tapınağı olarak adlandıran yerlerden ilk kez, antik tarihçi Herodot söz etmektedir. Dahası, birçok Yunan ve Roma kaynaklarında, buradan “Hieoron”, yani kutsal mekân olarak bahsedilmektedir.

12 Tanrı ya da Zeus Ourios/İyi Rüzgârlar sunağını da içeren büyük bir tapınak Antik dönemde tapınma noktası olarak hizmet vermiştir.

Hieoron, buraya giriş ya da çıkış yapan denizciler için bir tapınma, Karadeniz'e açılan bir kapı konumundaydı.

Dahası bu kale tüm Karadeniz seyir çizelgelerinin ölçüt aldığı bir nokta olmuştur. Korsanlara, fırtınalara, boğaz rüzgârlarına karşı hayati bir korunak olarak hayati öneme sahipti.

Erken Bizans döneminde, İmparator Jüstinyen kaleye bir özel bir ücret ve bir vergi memuru atamıştır. Ayrıca Orta Bizans Döneminde daha büyük bir duvarla sağlamlaştırılmış ve kuzey bölgesini kontrol etmek için kullanılmıştır.

Bizanslılar, Cenevizliler ve Osmanlılar bu stratejik öneme sahip kaleyi almak için dolayı sürekli savaşmışlarıdır. 1352’deki deniz muharebesinin ardından boğazdaki ticari gemi geçişlerini kontrol etmek ve başkente saldırılmasını engellemek amacıyla kaleye Ceneviz askeri ve ticari birlikleri getirilmiştir. Yaklaşık yarım yüzyıllık Ceneviz idaresi bu kaleye Ceneviz Kalesi adının verilmesine neden olmuştur. 



Yoros kalesi Venedik ve Cenevizlilerin kolonileşme döneminde hayati öneme sahipti ve altın çağında bugünkünden iki kat daha büyük alana sahip olduğundan Boğaz kıyısındaki en geniş kaleydi.

14. yüzyılın sonlarından itibaren kale, Osmanlılar tarafından ele geçirilmiş ve Fatih Sultan Mehmet’in 1453’teki İstanbul fethinde önemli bir karargâh olan Anadolu Hisarı’nın yapımında üs olarak kullanılmıştır. Bu tarihten sonra İstanbul’un savunulmasında hayati öneme sahip bir nokta haline gelen kalenin Cenevizliler tarafından kullanılması yasaklanmıştır. 15. ve 17. yüzyıllarda kale birçok kez restore edilmiştir. Sultan II. Beyazıt (1481 – 1512) döneminde kaleye bir cami, hamam ile askerler ve aileleri için farklı mekânlar dâhil edilmiştir. Birçok Batılı ve Türk gezgin ve coğrafyacı Yoros Kalesi’nden bahsetmiş ve stratejik önemini vurgulamıştır.



ANADOLUKAVAĞI BEYKOZ İSTANBUL


İstanbul'da, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ile Karadeniz çıkışı arasında henüz ranta kurban edilmemiş mücevher gibi altı köy vardır.

Boğaz’ın Anadolu yakasında Anadolukavağı, Poyrazköy ve Anadolufeneri köyleri yer alırken, Boğaz’ın Rumeli yakasında da Rumelikavağı, Garipçe ve Rumelifeneri köyleri yer almaktadır.

Turistik bir balıkçı kasabası olmasıyla öne çıkmış olan Anadolukavağı, yeşil ve mavinin bütün tonlarının buluştuğu, Boğaziçi’nin en güzel bulunduğu yerlerden biri.

Daha önceleri köy olan Anadolukavağı, Büyükşehir belediyeleri yasa tasarısı ile birlikte Beykoz ilçesinin mahallelerinden biri konumuna gelmiş.

Poyrazköy ve Anadolufeneri’nde olduğu gibi, Anadolukavağı’nda yaşayanlar da bu değişiklikten memnun değiller.

Değiller çünkü mahalle olmadan önce köylerine ait olan suyu yok denecek kadar küçük bir ücretle kullanıyorlarmış.

Su kuyularını İSKİ işletmeye başlayınca, kuyu açmak izne bağlı ve oldukça pahalı olduğundan, şebeke suyu kullanmak zorunda kalmışlar.

Şebeke suyu çok pahalı olduğundan Sebze yetiştiremez, hayvan besleyemez hale gelmişler.


Boğaziçi’nin mücevherleri olarak tanımladığım bu köyleri yıllar önce gezmiştim. Üçüncü Boğaziçi Köprüsünün yapımıyla birlikte köyleri güncelleme gereği doğdu. Bu nedenle, bu kez bilinçli ve ne yapacağımı bilerek köyleri tekrar geziyor ve fotoğraflarla belgeliyorum.

Geçtiğimiz günlerde Rumeli yakasında bulunan üç köyü gezip, fotoğraflarını çektikten sonra, ilgili yazılarımı güncelledim.

Bu kez, 2014 yılında gördüğüm Anadolu yakasındaki köylerden ilkine, Anadolukavağı’na gitmek istiyorum.


Kavacık aktarma terminalinden bindiğim 15A hat numaralı belediye otobüsü yolcularını Kanlıca-Çubuklu-Paşabahçe-Beykoz güzergâhından sahil yolunu izleyerek Anadolukavağı’na ulaştırmaktadır.

Deniz seviyesinden başlayarak 270 metreye kadar yükselen Beykoz’un engebeli arazisini Riva, Küçüksu ve Göksu dereleri parçalamıştır.

Beykoz merkezden sonra Doğu Kapısı Caddesi’ne girdiğimiz andan itibaren 201 metre yükseklikteki Yuşa Tepesine kadar tırmanıyoruz. Yuşa tepesinde Yoros Kalesi görülmesi gereken yerlerden biridir.

Anadolukavağı Kavşağı Caddesi’ne girdiğimiz andan itibaren de dolambaçlı ve dar bir yoldan inmeye başlıyoruz. Yolun her iki tarafı da askeri bölge ve İstanbul Kuzey Ormanlarının bir parçası. Ortam bir ağaç denizi…


Bu ağaç denizinde görülen türler arasında sapsız meşe, saplı meşe, doğu kayını, Anadolu kestanesi, adi gürgen, gümüşi ıhlamur, adi kızılağaç, ova karaağacı, ova akçaağacı ve titrek kavak sayılabilir.

Bunlar içinde sapsız meşe, kuzey ormanları içinde toplamda %75'lik bir paya sahiptir. Bunu Balkanlara özgü Macar meşesi izler.

Askeri bölge olduğu için bölge bakir kalmış. Bu bakir bölgede inmek ve yürümek istiyorum ama durak olmadığı gibi askeri bölge. Fotoğraf çekemem. İnmem ve yürümem olanaksız.

Otobüsümüz Anadolu Kavşağı Caddesi’nden çıkıp Boğaziçi sahiline paralel olan Macar Tabya Caddesine girdiğinde ilk durakta, Anadolukavağı Caddesi otobüs terminalinde iniyorum.


İniyorum çünkü sahil boyunca yürürken Boğaziçi ve karşısındaki Rumelikavağı ve çevresini de fotoğraf karelerine alma olanağım var.

Google haritalardan edindiğim bilgilere göre bu durağın Anadolukavağı İskelesine uzaklığı yaklaşık 900 metre. Kıyı boyunca piknik alanları oluşturulmuş. Doyumsuz bir Boğaziçi manzarası var.

İyi ki bu durakta inmişim. Onlarca fotoğraf çekerek 900 metrelik yolu tamamlayıp İskele meydanına giriş yaptım.

Turistik bir balıkçı kasabası olmasıyla öne çıkmış olan Anadolukavağı, yeşil ve mavinin bütün tonlarının buluştuğu, Boğaziçi’nin en güzel bulunduğu yerlerden biri.


Daha önceleri köy olan Anadolukavağı, Büyükşehir belediyeleri yasa tasarısı ile birlikte Beykoz ilçesinin mahallelerinden biri konumuna gelmiş.

Poyrazköy ve Anadolufeneri’nde olduğu gibi, Anadolukavağı’nda yaşayanlar da bu değişiklikten memnun değiller. Değiller çünkü mahalle olmadan önce köylerine ait olan suyu yok denecek kadar küçük bir ücretle kullanıyorlarmış.

Su kuyularını İSKİ işletmeye başlayınca, kuyu açmak izne bağlı ve oldukça pahalı olduğundan, şebeke suyu kullanmak zorunda kalmışlar. Şebeke suyu çok pahalı olduğundan Sebze yetiştiremez, hayvan besleyemez hale gelmişler.

Giriş yaptığım İskele Meydanındaki Yosun Restoran’ın önü rengârenk örtülü masalarla dolu, ancak müşteri yok.

Çevreyi gözden geçiriyor, fotoğraflar çekiyorum. Restoranın arka tarafındaki meydan daha büyük ve bir Atatürk büstü var.



Güneyinde Kavak Çapari Restoran mavi örtülü masalarıyla sizi davet ediyor. Meydanın kuzeyinde ise Kavak&Doğan Restoran kırmızı-sarı örtülü masalarıyla ayrı bir güzellik katmış meydana. Bazı arkadaşlarımın yorumuyla bayram yeri gibi olmuş meydan.

Her iki balık lokantasının da muhteşem bir Boğaziçi manzarası var. Boğaziçi’nin karşı kıyısındaki Rumelikavağı Köyü size göz kırpıyor adeta.

Her iki lokantanın da fiyat aralıkları sizin seçiminize bağlı. Levrek porsiyon 40 TL, lüfer porsiyon 80 TL… Burada yemek yemiş olan bazı yorumcular ‘’su bardağı kadar karides güveç 40 TL’’ Dedikten sonra, bir de %10 bahşiş yazmışlar hesap pusulasına denmekte…

Manzara muhteşem, ortam tam bir bayramlık ama müşteri yok. Orada çalışanlardan birine soruyorum ‘’Neden yeterli müşteri yok?’’ diye.

İki neden sıralanıyor olamayan müşteriler için. Birinci ve en önemlisi neden olarak, insanların giderek fakirleşmesi, piyasada yeterli paranın bulunmaması gösteriliyor. İkinci nedene gelince, yöneticilerin içkili servis yapan lokantaları adeta cezalandırma yoluna gitmesi.

Giderek içki ruhsatları iptal ediliyormuş. Bir müşteriye bir bira sattı diye bir esnafa 13 000 TL ceza kesilmiş. Böyle bir uygulamanın olduğu yerlere yabancı turistler gelmez diyor konuştuğum çalışanlardan bir başkası.


Bayramlık bir atmosferin bulunduğu meydandan ayrılarak köyün diğer bölgelerini tanımaya çalışıyorum. Köyde ilkokul ve ortaokul var. Lise yokmuş. Sarıyer ya da Beykoz’daki liselerden birine gidiyorlarmış. Köyde banka yok, ancak Boğaz Komutanlığı Sosyal Tesisleri yanında Garanti Bankası ATM’si var.

Kardak Şehitleri Parkının karşısında Midilli Ali Reis Camii bulunuyor.

Suyu ve inciri ile de meşhur olan Anadolukavağı, “şifalı” olarak nitelenen birçok güzel su kaynağına ev sahipliği yaptığı söylenmektedir.

Yöre turizminin ana dayanağı olarak Doğu Roma döneminden kalma Yoros Kalesi biliniyor.

Yoros Kalesi’ne gitmek üzere tepeye doğru tırmandıkça yeryüzündeki cennetlerden biriyle karşılaştım. Bir sonraki yazı dizisinde Yoros kalesi eteklerinden ve bu eteklerde yer alan Yoros Cafe gözüyle bu yeryüzü cennetini anlatmaya çalışacağım.

Şimdi gelelim bu cennet köye nasıl ulaşılacağı konusuna. Köylere ulaşım araçları ve yolculuk süreleri önemli… Özel araçları olan İstanbullular için ulaşım sorunu yok ama köyde park sorunu olur yaz aylarında.

Özel araçları olmayanlar için şehir hatları vapurları ve belediye otobüsleri ulaşımı sağlar. Nereden, hangi ulaşım aracılığı ile gideceğinizi önceden bilirseniz, Anadolu yakasındaki üç köye ulaşım oldukça kolay olacaktır.


Bu aylarda Sarıyer-Rumelikavağı-Anadolukavağı rotasını izleyen Şehir Hatları vapurları Sarıyer İskelesinden öğleden önce bir kez saat 08:00’de kalkmaktadır. Öğleden sonraları ise 17:40 ile 20:30 arasında dört sefer yapmaktadırlar. Bu seferler gezi amaçlı olanlara uygun değildir. Belediye otobüsleri tercih edilmelidir.

Anadolu yakasında oturanlar için Kavacık Aktarma terminalinden 15A hat numaralı otobüse binmeleri yeterlidir. Rumeli yakasında bulunanların önce Mecidiyeköy terminalinden kalkan 121A hat sefer sayılı otobüslerle Kavacık aktarma terminaline ulaşmaları gerekiyor. Ben de öyle yaptım. Göktürk'ten bindiğim 48 hat numaralı otobüsle Mecidiyeköy’e ulaştım.

Sonra da 121A hat numaralı otobüsle Kavacık aktarma terminaline en yakın Sedir Sokakta indim. Kavacık aktarma terminalinden kalkan 15A hat numaralı bu toplu taşım araçları, Kanlıca-Çubuklu-Paşabahçe-Beykoz güzergâhından sahil yolunu izleyerek Anadolukavağı’na ulaşmaktadırlar.

Diğer taraftan, 15 Nisan - 15 Eylül tarihleri arasında ise hafta içinde iki kez, yaz sezonunda hafta sonlarında günde üç kez olmak üzere Eminönü'nden kalkan Özel Gezi seferleri düzenlenmektedir.

Ayrıca yaz sezonu boyunca, cumartesi günleri Bostancı'dan kalkan vapurlarla, Mehtaplı geziler düzenlenmektedir. Mehtap Gezileri canlı müzik eşliğinde yapılmakta olup, saat 20.00 'de Anadolukavağı'na ulaşılmakta, 22.00’de geri dönülmektedir. 

RUMELİFENERİ KÖYÜ İSTANBUL

 


Sarıyer ilçesinin deniz sahilinde, Karadeniz çıkışına kadar yer alan henüz ranta kurban edilmemiş üç turistik yerleşim bölgesinden üçüncüsüdür Rumelifeneri Köyü. 

Sarıyer merkezine olan uzaklığı yaklaşık 11 km’dir. Masmavi denizi, bir yandan boğaza, bir yandan Karadeniz'e hâkim kayalık sahilleri, limanı, tarihi kalesi, balıkçı lokantaları, çarşıdaki asırlık çınar ağacıyla mutlaka görmeniz ve gezmeniz gereken bir yer.

Köyde, fenerden sahile kadar ara sokaklarını keşfetme arzusuyla dolaşırken çok ilginç manzaralar görebilirsiniz. Bolca fotoğraf çekme noktaları ve muhteşem manzaralı bankları var. Güzel ve hesaplı balık lokantaları var. Her birinin tadını ayrı ayrı çıkarabilirsiniz.


İstanbul Boğazı ile Karadeniz’in birleştiği nokta olan Rumelifeneri Köyü, Rumelikavağı ve Garipçe köylerinde olduğu gibi, Boğaziçi’nin önemli balıkçı köylerinden biridir. 

Köye ulaşım İETT otobüsleriyle sağlanıyor. Bunlardan biri her yarım saatte bir kalkan Hacıosman Metro çıkışındaki 150 hat numaralı otobüstür. Diğeri Taksim’den kalkan 40 hat numaralı otobüs olup, her iki otobüs de Garipçe Köyüne uğramaktadır.

Tercihiniz Hacıosman’dan kalkan otobüsler olmalıdır.

Taksim Gümüşsuyu’ndan kalkan 40 hat numaralı otobüslerin sefer sayısı sınırlı sayıda olup, çalışanlara yönelik ve çok geç saatlerde gerçekleşmektedir.

Ben Hacıosman Metro çıkışındaki otobüsleri tercih ediyorum. Dediğim gibi Hacıosman Metro çıkışında Garipçe, Rumelifeneri, Rumeli Kavağı, Kilyos, Kısırkaya ve diğer semtlere giden belediye otobüsleri hazır beklemekte, ulaşımı kolaylaştırmaktadırlar.

Hacıosman’dan bindiğimiz 150 hat nolu İETT otobüsü bilinen yollardan kısa sürede Sarıyer’e ulaşıp, yeni yolcularını alıyor. İçlerinde Garipçe Köyü’ne gidenler de var. Otobüsümüz Şehit Mithat Yılmaz Caddesi’nden sonra eski Kilyos yoluna giriyor ve burgaçlar halinde Sarıyer sırtlarına tırmanmaya başlıyor. Boğazın damı sayılabilecek bir yüksekliğe çıkıyoruz ki muhteşem bir manzara önümüzde duruyor. Yaklaşık 6 km sonra Koç Üniversitesi’nin önünden geçip, yeşillikler içindeki Rumeli Feneri yolunu izliyoruz.


Biyolojik çeşitlilik olarak tanımlanan bitki ve hayvan çeşitliliği bakımından da önemli bir yere sahip Sarıyer sırtları ve Boğaziçi kıyıları…

İstanbul ve çevresindeki orman alanları, dünyanın önemli kuş göçü yoğunlaşma alanlarından biri olup, yüz binlerce su kuşuna, yırtıcı ve ötücü kuş türüne göç döneminde ev sahipliği yapmaktadır.

Bu özellikleri nedeniyle İstanbul Boğazı, ülkemizde ve dünya üzerinde kuş göçünün en iyi izlenebildiği yerlerden biridir. Ayrıca Sarıyer’deki Türkmenbaşı Tabiat Parkı, barındırdıkları önemli bitki örtüsü ve yaban hayatı ile halkın dinlenme ve eğlenmesine uygun tabiat parçaları olarak bu orman alanları içinde yer almaktadır.

Bu yolun her iki yanı ve gözlerinizin uzanabildiği yamaçları sahilçamı, karaçam ve meşe ağaçları ile kaplı… Bitki örtüsü ve çam kokusu bizi kendimizden geçirdi.

Yıllar önce, Marmaris’ten Datça’ya giderken de aynı duyguluları yaşamıştım...

Yol boyunca çam ağaçlarının arasından görebildiğimiz ölçüde, Boğaziçi’ne ve Anadolu yakasındaki Poyrazköy kıyılarına bakıyorum.

Poyrazköy’ de birçok teknenin yan yana dizilip, kıçtankara bağlandıklarını görüyorum otobüsümüzün camından. Girdiğimiz bu ormanlık yolda ilerlerken başka bir dünyaya gelmiş duygusuna kapılıyor insan.

Çiftlik Caddesi yolunu geçtikten biraz sonra da boğazın damından kıvrılarak sahile doğru inmeye başlıyoruz ve Garipçe Köyü’ne ulaşıyoruz.


Garipçe yolcularını bırakan otobüsümüz tekrar tırmanmaya başlıyor, fotoğraf makinemi çalıştırmaya başlıyorum. En ön koltukta yer bulmuştum hareket halinde fotoğraf çekebileyim diye.

Tekrar Rumelifeneri yoluna çıkıyor ve Garipçe ’den 2,5 km uzaklıktaki Rumelifeneri ’ne 20 dakika sonra giriş yapıyoruz.

Göğün damına çıkmıştık ya, bu kez de, İstiklal Caddesi’nde dönerek deniz seviyesine inmeye başlıyoruz. Rumelifeneri durağında inenler oluyor. Ben özellikle son durağa kadar gitmek istiyorum dönüşte durak aramayayım diye.

İstiklal Caddesi bitiminde Salaş Barınak Restoran’ın yanından Kale çıkmazına kıvrılıyor, sonra da kuzeye yönelerek Kale Caddesi’ne giriyor otobüsümüz.

Kale Caddesi otobüs durağında iniyorum. Etrafı kolaçan ettikten sonra, Kale Caddesi üzerinde kuzeye, Karadeniz’e doğru yürümeye başlıyorum. Google haritalardan Rumelifeneri Köyü Kalesi ile Topçu Kulesi’nin buralarda olduğunu öğrenmiştim.

Kale Caddesinde tırmanmaya başlıyorum. Yalçınkaya Restoran’ın yanından geçerek 10 dakikada kale girişine ulaşıyorum.

Tel çitten yapılmış bir açık kapı ve yaklaşık 100 metre ileride kale…


Herhangi bir görevli olmadığı gibi açıklama levhaları da yok. Kaderine terk edilmiş. Kaderine terk edilmişliğini her karede ortaya koyduğum kale, bağrını Karadeniz’e dönerek ve geçmişteki ihtişamlı günlerini özlemle anarak sessiz bir çığlık atmakta…

Kaleye giriş kapısı kemerli bir yapı göstermektedir. Kemer yapısındaki harçlar bağlayıcılık özelliklerini kaybetmişler. Kemeri oluşturan pişmiş toprak tuğlaları tutamayarak düşmelerine ve kemerde ağır hasara sebep olmuş. Ayrıca bu durum kaleyi çevreleyen sur duvarı derzlerinde de görülüyor.

Sur duvarlarında boşluklar oluşturmuş. Yapının daha fazla hasara uğramaması için yapı derzlerinin yenilenerek sur duvarındaki boşlukların onarılması, kale giriş kapısındaki kayıp pişmiş toprak tuğlaların derzleri ivedilikle yenilenerek yerine konması gerekmektedir. Ancak kale kaderine terkedilmiş.

Cumhuriyet döneminde askeri karakol olarak kullanılmış.

Tasarımı Rum mimar tarafından yapılan kale 18. yüzyılda inşa edilmiş, aynı yüzyıl içinde yenilenmiştir.

Kale yaklaşık 55 metre,70 metre boyutlarındadır. Kuzeye bakan iki köşegeni eğik olarak kesilmiş kenar dikdörtgen formdadır. Yığma taş ile inşa edilen yapının kemer ve kubbesinde tuğla malzeme kullanılmıştır.

İki farklı kotta teraslanmış olan avluyu bir duvar çevrelemektedir. Doğu ve batı duvarları üzerinde sekizgen planlı birer kule yer almaktadır. Batı kulesi özgün formunu korurken doğu kulesi çeşitli tahribatlar sonucu özgün formunu koruyamamıştır.

Doğu kulesinde merdiven basamaklarında kayıp, iç duvarlarında yıkılma ve iç mekânda bitki oluşumları görülmektedir. Kulelerde derz yenileme, duvardaki boşlukları doldurma ve bitki oluşumlarının büyümesini engelleyici ve bitki oluşumlarını kurutucu solüsyonlar kullanılabilir. Avlunun güneyinde sarnıç bulunmakta olup, yine avlu içinde bazı yapılara ait temel kalıntıları görülmektedir.

Kalenin Karadeniz’i gözetleyen, avludan giriş sundurmasına çıkışı sağlayan merdiven hala ayakta dursa da basamak kayıpları sebebiyle işlevini yitirmiş.

Tarihteki işlevi ve ihtişamından çok uzak bir görüntü içinde olan Rumelifeneri Kalesi’nin günü birlik vakit geçirmek, çeşitli yerlerinde fotoğraf çektirmek ve kemerleri içinde mangal yakmaktan öte bir işlevi kalmamış.

Kaleyi ve çevresini etraflıca gezip, fotoğrafladıktan sonra geri dönüyorum. Gelirken yanından geçtiğim Yalçınkaya Restorana uğruyorum.

Restoranda çalışanlardan başka kimse yoktu. Kendimi tanıtıyor ve restoran hizmetleri için bilgi istiyorum. Girişteki cama asılmış fiyat listesine bakıyorum. Oldukça uygun. Tereyağlı Karides 50 TL, levrek 70 TL, hamsi tava 35 TL…

Çalışanlardan Mehmet Ahmetov beni bilgilendiriyor, sonra da çay ikram ediyor. Sonra da dışarıda birlikte özçekim yaparak, fotoğraf karelerinde yerimizi alıyoruz.

Yalçınkaya Restoran çalışanlarına teşekkür ederek Rumelifeneri ’nin Boğaziçi’ne bakan bölümüne, mendirek tarafına geçmek istiyorum. Kale Caddesi’nden Atatürk Caddesi’ne giriyorum.

Cumhuriyet Dönemi öncesinde, ufak bir Rum köyü olan Rumelifeneri, çıkan yangınlar ve depremler sonrasında o tarihi Rum evlerini yitirmiş.


1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleşen nüfus mübadelesinin ardından burada yaşayan Rumlar, Yunanistan ya da Kıbrıs’a gitmek durumunda kalmış.

Köyde yaşayan diğer gayrimüslimler ise zaman içerisinde köyü terk etmiş. Cumhuriyet sonrasında ise ülkemizin Karadeniz bölgesinde yer alan Rize kentinden göçen halk buraya yerleşmiş.

Atatürk Caddesi üzerinde mendireğe doğru giderken ilk gözüme çarpan köyün camisi ve minaresi oldu.

Biraz daha ilerleyince, asırlık bir çınarın bulunduğu Çınaraltı meydanına ulaşıyorum. Sol tarafımda Rumelifeneri Derneği ve çay bahçesi var. Dernek, Rumelifeneri’ndeki eğitimden sağlığa, elektrik kesintilerinden ulaşıma kadar yaşanan bütün sorunların bir an önce çözümlenmesi için uğraş vermekte.

Çay bahçesindeki büfede sandviçlerin yanı sıra her türlü içeceği bulmak da mümkün. Bu bahçede yanınızda getirdiğiniz yiyecekleri de, sadece çay söyleyerek yiyebilirsiniz.

Çay bahçesine girerek bir çay söylüyor ve evde hazırladığım kaşar peynirli sandviçimi yiyorum.

Bu arada, Rumelifeneri Deneği sakinlerinden edindiğim bilgilere göre, kayıtlı nüfusu 3 bin 500 olan köyde, bir ortaokul bulunuyor. Köyde yaşayan lise çağındaki gençlerse, Sarıyer civarındaki okullara gidiyormuş.


Çay bahçesinin karşısındaki camiyi soruyorum. Yeni Cami olduğunu söylüyorlar. Köyde biri büyük biri küçük olmak üzere iki cami yer alıyormuş. 1970’li yıllara kadar büyük caminin yerinde bir kilise yer alıyormuş. 1970’li yıllara gelindiğinde bakımsızlıktan çöken kilisenin yerine, köyün artan Müslüman nüfusu da göz önünde bulundurularak Rumelifeneri Yeni Camii inşa edilmiş. Diğeri de Ramazan Ağa Camii…

Çay bahçesinden ayrılarak mendireğe doğru yürüyorum. Görünen mendireğin sağ tarafımda Mendirek Balık Lokantası, sol tarafımda ise Rumeli Feneri ile Golden Beach Club yer almakta.

Rumeli Feneri, Osmanlı Dönemi’nde Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin İstanbul Boğazı’nın ve Karadeniz'in girişlerini görebilmeleri için yapılmış. Deniz yüzeyinden 58 metre yüksekte inşa edilip kule boyu 30 metre yüksekliğindedir. Fener ve beyaz beyaz ışığı 18 deniz mili uzaktan görülebiliyor.

Rumeli Feneri ’nin İstanbul Boğazı’na bakan tarafında yer alan balıkçı barınağı olarak da bilinen mendirekte, köy halkına ait balıkçı tekneleri bulunuyor.

Köylerinde liman olmadığı için Garipçeli balıkçılar da teknelerini Rumeli Feneri'ne bırakıyorlar. Köyün Karadeniz’e bakan tarafında ise denize girilebilen sahili ve binalar yer alıyor. Denize girilebilen kısım, bölgenin kayalık olmasından dolayı, düşünüldüğü gibi çok geniş değil.


Mendireğin en uç noktasında, Boğaziçi ile Karadeniz’in birleştiği noktada Roke Balık Lokantası yer alıyor. Roke'nin manzarası müthiş...

Masanıza oturduğunuzda bir yanda Karadeniz, diğer yanda Marmara'yı seyredebiliyorsunuz. Burada Meral Okay, Tan Sağtürk, Emre Altuğ, Sibel Tüzün, Çağla Şikel gibi ünlü isimlerin buraya geldiklerini öğreniyoruz.

Mendirek boyunca dolaşarak fotoğraflarını çektikten sonra, Mendirek Balık Lokantasına giriyorum.

İnternetten lokanta ile ilgili yorumlar oldukça olumluydu. Kendimi tanıttıktan sonra, lokanta ile ilgili bilgi istiyorum. Yetkili olduğunu söyleyen Mehmet Bey, lokantamızda Asya ve Avrupa olmak üzere İki Kıtayı aynı anda görebileceğiniz gibi Karadeniz ile Marmara Denizini bir arada izleme şansına da sahip olursunuz.


Günlük, taze balıkları ve diğer deniz ürünleriyle, değerli misafirlerimize muhteşem bir damak zevki ve görsel güzellik sunmaya devam etmekteyiz. Dedi. Serpme sabah kahvaltı fiyatımız 30 TL’dir.

Mendirek Balık Lokantası ve terasından mendireğin fotoğraflarını çektikten sonra, görevlilere teşekkür ederek ayrılıyorum…


GARİPÇE KÖYÜ SARIYER İSTANBUL

Yavuz Sultan Selim Köprüsü ile birlikte adını sıkça duyduğumuz Garipçe Köyü, özel aracınızla Sarıyer’e 10 dakika uzaklıkta, Rumeli Feneri ile Rumeli Kavağı arasında yer alan şirin bir balıkçı köyü.

Üçüncü köprünün de hayata geçmesi ile birlikte sınırları biraz daha genişleyen İstanbul, Garipçe köyünü İstanbullulara daha yakın bir hale getirdi.

Kıyı köyü olduğu için halkın geçim kaynağı balıkçılık. Özellikle Sarıyer ve Tarabya balıkçılarının ürünlerinin bir kısmı bu güzel köyden gelmekte.

Üçüncü köprü ile birlikte aranan bir yer olmasının nedenlerinden bir başkası da gözden uzak ve doğa ile iç içe olması.

Boğaziçi'nin kumsala vuran dalgaları, doymak bilmeyen martıları, suda hafifçe süzülen balıkçı kayıkları ile huzur arayanlar için muhteşem bir seçenek Garipçe Köyü.

Köyün girişinde bulunun otoparka arabanızı park ettikten sonra on dakikalık bir yürüyüş ile bütün köyü baştan sona gezebilirsiniz.

Köyü gezdikten sonra da sahilde bulunan mekânlardan birini seçerek, günün saatine göre ister kahvaltınızı yapabilir ister öğle ya da akşam yemeğinizi yiyebilirsiniz.

Boğaziçi kıyısında bulunun ve bir elin parmaklarını geçmeyen mekânların neredeyse hepsinin kendine göre bir özelliği dikkat çekici bir yapısı var.

Ortak noktaları ise lüksten uzan ve samimi olmaları.

Az daha unutuyordum. Köyün tam karşısında, Anadolu yakasında Poyrazköy bulunmaktadır...

*****


İstanbul Sarıyer İlçesine bağlı Garipçe Köyünü ilk kez 24 Ağustos 2014 Pazar günü ziyaret etmiştim eşimle birlikte. Üçüncü Boğaziçi Köprüsü yapım aşamasında olup, köyden üçüncü köprünün her iki yakadaki yükselen kuleleri görülmekteydi.

Köprü ile birlikte Garipçe Köyünün popülaritesi artacak, köy canlanacak, arsa ve konutlardan rant elde edilecek düşüncesindeydi köy sakinleri. Özellikle, çöplük haline gelmiş olan kalenin aslına uygun olarak yenilenmesi ve turizme kazandırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığınca çalışma başlatacağı söyleniyordu.

Garipçe Köyü sakinlerinin hayallerinden hiçbiri gerçekleşmemiş. Kale ile ilgili hiçbir çalışma yapılmamış. Köydeki bazı ahşap yapılar yıkılma ve yok olma aşamasında...

Bu kez Köyün her iki tarafındaki tepelerine çıkarak panorama fotoğraflar çektim. Çektiğim fotoğraflardan bir kısmını, eski çektiklerimle birlikte, bu yazı dizisinde kullanacağım. 

Daha önce yazdığım bilgilere eklenecek yeni bir şeyler olmadığından, eski yazılarımı aynen bırakıyorum...

24 Ağustos 2014 Pazar, Garipçe Sarıyer...

Sarıyer İlçesi'ne bağlı 8 köyden biri olan Garipçe, Sarıyer’e 8 km uzaklıkta. Garipçe Köyü’nü gezen bazı arkadaşlar da ‘’İnsanın kendini Cennetteymiş gibi sanmasına neden olan muhteşem bir manzarası var’’ demişlerdi.

Özel arabamızla Sarıyer’den, Sarıyer Rumelifeneri yoluna girdik. Koç Üniversitesi’nin önünden geçip, yeşillikler içindeki yolu izliyoruz. Rumeli Feneri yoluna doğru dönerek rampa çıkmaya başladığımız zaman, boğazın damı sayılabilecek bir yüksekliğe çıkıyoruz ki manzara muhteşemdi.

Biyolojik çeşitlilik bakımından önemli bir yere sahip Sarıyer sırtları ve Boğaziçi kıyıları… 




İstanbul ve çevresindeki orman alanları, dünyanın önemli kuş göçü yoğunlaşma alanlarından biri olup, yüz binlerce su kuşuna, yırtıcı ve ötücü kuş türüne göç döneminde ev sahipliği yapmaktadır.

Bu özellikleri nedeniyle İstanbul Boğazı, ülkemizde ve dünya üzerinde kuş göçünün en iyi izlenebildiği yerlerden biridir. Ayrıca Sarıyer’deki Türkmenbaşı Tabiat Parkı, barındırdıkları önemli bitki örtüsü ve yaban hayatı ile halkın dinlenme ve eğlenmesine uygun tabiat parçaları olarak bu orman alanları içinde yer almaktadır.

Yolumuzun her iki yanında, gözlerinizin uzanabildiği bütün yamaçları sahilçamı, karaçam ve meşe ağaçları ile kaplı…

Bitki örtüsü ve çam kokusu bizi kendimizden geçirdi. Arabamızın camlarını açarak ciğerlerimizi çam kokularıyla doldurduk.

Yıllar önce, Marmaris’ten Datça’ya giderken de aynı duyguluları yaşamıştık.

Yol boyunca çam ağaçlarının arasından görebildiğimiz ölçüde, Boğaziçi’ne ve Anadolu yakasındaki Poyrazköy kıyılarına bakıyoruz. Poyrazköy’de birçok teknenin yan yana dizilip, kıçtankara bağlandıklarını görüyoruz.

Girdiğimiz bu ormanlık yolda ilerlerken başka bir dünyaya gelmiş duygusuna kapılıyor insan. Çiftlik Caddesi yolunu geçtikten biraz sonra da boğazın damından kıvrılarak sahile doğru inmeye başlıyoruz ve köye ulaşıyoruz. 

Köy meydanına indiğinizde sol tarafta köy kahvesini, sağ tarafta da lokantaları göreceksiniz. 


Yaz mevsiminde, sessiz, sakin denilen Garipçe ana baba günüdür. Mahşeri bir kalabalık karşılar sizi. Rastgele park edilen arabalardan ötürü ilerlemekte zorluk çeker, valenin bulunduğu paralı otoparklardan birininde park yeri bulabilirsiniz.

Köye adımlarımızı atabildik. Avuç içi gibi küçük bir koyun yamacına kurulmuş 105 haneli bir yerleşim yeri Garipçe. Koyun iki başında yüksek tepeler köyün bir bakışta tamamını görme imkânı ve panoramik fotoğraflar çekme olanağı veriyor.

Köy içinde dolaştıktan sonradır ki bir kalenin bulunduğunun farkına vardık. Kale ile ilgili herhangi bir levha ya da tanıtım yazısı yoktu.

Set tarzındaki merdivenlerden çıkarak çöplük haline getirilmiş bir alana çıktık. Kalenin üstüne çıkmışız. 




Garipçe Kalesi’nin, Boğazın Karadeniz yönüne tamamen hâkim bir tepede olduğunu görüyoruz. Kuzeyinde Rumelifeneri bulunuyor. Rumelifeneri’nin tam karşısında da Anadolufeneri yerini almış.

Eğimli bir koridorla kalenin içine giriliyor. Ne yazık  ki alt katlar pislik içinde ve karanlık. Yalnız girmeye cesaret ister. Görmesem aklımda kalırdı, gezdim ve fotoğraflarını çektim. 

Kale, Osmanlı Padişahı III. Mustafa tarafından, Macar asıllı Fransız mimar Baron François de Tott’a yaptırılmış. Antik Çağ'da Likyalıların Limanı adı verilen koyda kayalıklar üzerine inşa edilen kale Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından bir süre kullanılmış.

Kalenin yıkılan ve dökülen bölümleri betonarme malzemeyle yenilenmiş. Mimari yapısı ile dikkat çeken ve muhteşem bir boğaz manzarasına sahip olan kalenin, Anadolu Yakası Poyrazköy Burnu’nda da bir ikizi varmış.

Bir kez daha vurgulamakta yarar var. Garipçe Kalesi şu anda, harabe bir yapı görünümünde ve çöplük halinde bulunuyor. 



Biraz üzülerek, biraz da tiksinerek gezdikten sonra tekrar kalenin üstüne çıkıyorum. Kalenin hemen dibine, doğru düzgün yaya yolu bile olmayan yerlere, evler yapılmış, şimdi bu evlerden bazıları, metruk bir halde, kaderlerine terk edilmiş.

Garipçe köyünün, Yeni Cami adında, 1941 yılında inşa edilmiş bir camisi de var. 1974 ve 2003 yıllarında olmak üzere, iki büyük onarım görmüş.

Kalenin üstünden, köyün panoramik görüntüsünün yanı sıra, köprü ayakları da rahatlıkla görülebiliyordu. Tam karşıda, Boğaziçi’nin Anadolu yakasında, Poyrazköy ve köprünün diğer ayağı görüş alanımıza girmişti.

İnternetten yaptığım araştırmalara göre; 3. köprü ile birlikte, Kültür ve Turizm Bakanlığı, kalenin turizme kazandırılması çalışmaları başlatmış. Kale ve kulenin 5225 sayılı Kültür Yatırımları ve Girişimlerini Teşvik Kanunu kapsamında 'Kültürel Amaçlı Özel Tesis' olarak yerli girişimcilere kullandırılması amaçlanmış.

Buna göre, Garipçe Kalesi ve Kulesi, müze, çok amaçlı salon, sergi salonları, sanat atölyeleri, sanat galerileri, kütüphane, arşiv ve dokümantasyon merkezi haline getirilecek.