RUMELİFENERİ KÖYÜ İSTANBUL

 


Sarıyer ilçesinin deniz sahilinde, Karadeniz çıkışına kadar yer alan henüz ranta kurban edilmemiş üç turistik yerleşim bölgesinden üçüncüsüdür Rumelifeneri Köyü. 

Sarıyer merkezine olan uzaklığı yaklaşık 11 km’dir. Masmavi denizi, bir yandan boğaza, bir yandan Karadeniz'e hâkim kayalık sahilleri, limanı, tarihi kalesi, balıkçı lokantaları, çarşıdaki asırlık çınar ağacıyla mutlaka görmeniz ve gezmeniz gereken bir yer.

Köyde, fenerden sahile kadar ara sokaklarını keşfetme arzusuyla dolaşırken çok ilginç manzaralar görebilirsiniz. Bolca fotoğraf çekme noktaları ve muhteşem manzaralı bankları var. Güzel ve hesaplı balık lokantaları var. Her birinin tadını ayrı ayrı çıkarabilirsiniz.


İstanbul Boğazı ile Karadeniz’in birleştiği nokta olan Rumelifeneri Köyü, Rumelikavağı ve Garipçe köylerinde olduğu gibi, Boğaziçi’nin önemli balıkçı köylerinden biridir. 

Köye ulaşım İETT otobüsleriyle sağlanıyor. Bunlardan biri her yarım saatte bir kalkan Hacıosman Metro çıkışındaki 150 hat numaralı otobüstür. Diğeri Taksim’den kalkan 40 hat numaralı otobüs olup, her iki otobüs de Garipçe Köyüne uğramaktadır.

Tercihiniz Hacıosman’dan kalkan otobüsler olmalıdır.

Taksim Gümüşsuyu’ndan kalkan 40 hat numaralı otobüslerin sefer sayısı sınırlı sayıda olup, çalışanlara yönelik ve çok geç saatlerde gerçekleşmektedir.

Ben Hacıosman Metro çıkışındaki otobüsleri tercih ediyorum. Dediğim gibi Hacıosman Metro çıkışında Garipçe, Rumelifeneri, Rumeli Kavağı, Kilyos, Kısırkaya ve diğer semtlere giden belediye otobüsleri hazır beklemekte, ulaşımı kolaylaştırmaktadırlar.

Hacıosman’dan bindiğimiz 150 hat nolu İETT otobüsü bilinen yollardan kısa sürede Sarıyer’e ulaşıp, yeni yolcularını alıyor. İçlerinde Garipçe Köyü’ne gidenler de var. Otobüsümüz Şehit Mithat Yılmaz Caddesi’nden sonra eski Kilyos yoluna giriyor ve burgaçlar halinde Sarıyer sırtlarına tırmanmaya başlıyor. Boğazın damı sayılabilecek bir yüksekliğe çıkıyoruz ki muhteşem bir manzara önümüzde duruyor. Yaklaşık 6 km sonra Koç Üniversitesi’nin önünden geçip, yeşillikler içindeki Rumeli Feneri yolunu izliyoruz.


Biyolojik çeşitlilik olarak tanımlanan bitki ve hayvan çeşitliliği bakımından da önemli bir yere sahip Sarıyer sırtları ve Boğaziçi kıyıları…

İstanbul ve çevresindeki orman alanları, dünyanın önemli kuş göçü yoğunlaşma alanlarından biri olup, yüz binlerce su kuşuna, yırtıcı ve ötücü kuş türüne göç döneminde ev sahipliği yapmaktadır.

Bu özellikleri nedeniyle İstanbul Boğazı, ülkemizde ve dünya üzerinde kuş göçünün en iyi izlenebildiği yerlerden biridir. Ayrıca Sarıyer’deki Türkmenbaşı Tabiat Parkı, barındırdıkları önemli bitki örtüsü ve yaban hayatı ile halkın dinlenme ve eğlenmesine uygun tabiat parçaları olarak bu orman alanları içinde yer almaktadır.

Bu yolun her iki yanı ve gözlerinizin uzanabildiği yamaçları sahilçamı, karaçam ve meşe ağaçları ile kaplı… Bitki örtüsü ve çam kokusu bizi kendimizden geçirdi.

Yıllar önce, Marmaris’ten Datça’ya giderken de aynı duyguluları yaşamıştım...

Yol boyunca çam ağaçlarının arasından görebildiğimiz ölçüde, Boğaziçi’ne ve Anadolu yakasındaki Poyrazköy kıyılarına bakıyorum.

Poyrazköy’ de birçok teknenin yan yana dizilip, kıçtankara bağlandıklarını görüyorum otobüsümüzün camından. Girdiğimiz bu ormanlık yolda ilerlerken başka bir dünyaya gelmiş duygusuna kapılıyor insan.

Çiftlik Caddesi yolunu geçtikten biraz sonra da boğazın damından kıvrılarak sahile doğru inmeye başlıyoruz ve Garipçe Köyü’ne ulaşıyoruz.


Garipçe yolcularını bırakan otobüsümüz tekrar tırmanmaya başlıyor, fotoğraf makinemi çalıştırmaya başlıyorum. En ön koltukta yer bulmuştum hareket halinde fotoğraf çekebileyim diye.

Tekrar Rumelifeneri yoluna çıkıyor ve Garipçe ’den 2,5 km uzaklıktaki Rumelifeneri ’ne 20 dakika sonra giriş yapıyoruz.

Göğün damına çıkmıştık ya, bu kez de, İstiklal Caddesi’nde dönerek deniz seviyesine inmeye başlıyoruz. Rumelifeneri durağında inenler oluyor. Ben özellikle son durağa kadar gitmek istiyorum dönüşte durak aramayayım diye.

İstiklal Caddesi bitiminde Salaş Barınak Restoran’ın yanından Kale çıkmazına kıvrılıyor, sonra da kuzeye yönelerek Kale Caddesi’ne giriyor otobüsümüz.

Kale Caddesi otobüs durağında iniyorum. Etrafı kolaçan ettikten sonra, Kale Caddesi üzerinde kuzeye, Karadeniz’e doğru yürümeye başlıyorum. Google haritalardan Rumelifeneri Köyü Kalesi ile Topçu Kulesi’nin buralarda olduğunu öğrenmiştim.

Kale Caddesinde tırmanmaya başlıyorum. Yalçınkaya Restoran’ın yanından geçerek 10 dakikada kale girişine ulaşıyorum.

Tel çitten yapılmış bir açık kapı ve yaklaşık 100 metre ileride kale…


Herhangi bir görevli olmadığı gibi açıklama levhaları da yok. Kaderine terk edilmiş. Kaderine terk edilmişliğini her karede ortaya koyduğum kale, bağrını Karadeniz’e dönerek ve geçmişteki ihtişamlı günlerini özlemle anarak sessiz bir çığlık atmakta…

Kaleye giriş kapısı kemerli bir yapı göstermektedir. Kemer yapısındaki harçlar bağlayıcılık özelliklerini kaybetmişler. Kemeri oluşturan pişmiş toprak tuğlaları tutamayarak düşmelerine ve kemerde ağır hasara sebep olmuş. Ayrıca bu durum kaleyi çevreleyen sur duvarı derzlerinde de görülüyor.

Sur duvarlarında boşluklar oluşturmuş. Yapının daha fazla hasara uğramaması için yapı derzlerinin yenilenerek sur duvarındaki boşlukların onarılması, kale giriş kapısındaki kayıp pişmiş toprak tuğlaların derzleri ivedilikle yenilenerek yerine konması gerekmektedir. Ancak kale kaderine terkedilmiş.

Cumhuriyet döneminde askeri karakol olarak kullanılmış.

Tasarımı Rum mimar tarafından yapılan kale 18. yüzyılda inşa edilmiş, aynı yüzyıl içinde yenilenmiştir.

Kale yaklaşık 55 metre,70 metre boyutlarındadır. Kuzeye bakan iki köşegeni eğik olarak kesilmiş kenar dikdörtgen formdadır. Yığma taş ile inşa edilen yapının kemer ve kubbesinde tuğla malzeme kullanılmıştır.

İki farklı kotta teraslanmış olan avluyu bir duvar çevrelemektedir. Doğu ve batı duvarları üzerinde sekizgen planlı birer kule yer almaktadır. Batı kulesi özgün formunu korurken doğu kulesi çeşitli tahribatlar sonucu özgün formunu koruyamamıştır.

Doğu kulesinde merdiven basamaklarında kayıp, iç duvarlarında yıkılma ve iç mekânda bitki oluşumları görülmektedir. Kulelerde derz yenileme, duvardaki boşlukları doldurma ve bitki oluşumlarının büyümesini engelleyici ve bitki oluşumlarını kurutucu solüsyonlar kullanılabilir. Avlunun güneyinde sarnıç bulunmakta olup, yine avlu içinde bazı yapılara ait temel kalıntıları görülmektedir.

Kalenin Karadeniz’i gözetleyen, avludan giriş sundurmasına çıkışı sağlayan merdiven hala ayakta dursa da basamak kayıpları sebebiyle işlevini yitirmiş.

Tarihteki işlevi ve ihtişamından çok uzak bir görüntü içinde olan Rumelifeneri Kalesi’nin günü birlik vakit geçirmek, çeşitli yerlerinde fotoğraf çektirmek ve kemerleri içinde mangal yakmaktan öte bir işlevi kalmamış.

Kaleyi ve çevresini etraflıca gezip, fotoğrafladıktan sonra geri dönüyorum. Gelirken yanından geçtiğim Yalçınkaya Restorana uğruyorum.

Restoranda çalışanlardan başka kimse yoktu. Kendimi tanıtıyor ve restoran hizmetleri için bilgi istiyorum. Girişteki cama asılmış fiyat listesine bakıyorum. Oldukça uygun. Tereyağlı Karides 50 TL, levrek 70 TL, hamsi tava 35 TL…

Çalışanlardan Mehmet Ahmetov beni bilgilendiriyor, sonra da çay ikram ediyor. Sonra da dışarıda birlikte özçekim yaparak, fotoğraf karelerinde yerimizi alıyoruz.

Yalçınkaya Restoran çalışanlarına teşekkür ederek Rumelifeneri ’nin Boğaziçi’ne bakan bölümüne, mendirek tarafına geçmek istiyorum. Kale Caddesi’nden Atatürk Caddesi’ne giriyorum.

Cumhuriyet Dönemi öncesinde, ufak bir Rum köyü olan Rumelifeneri, çıkan yangınlar ve depremler sonrasında o tarihi Rum evlerini yitirmiş.


1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleşen nüfus mübadelesinin ardından burada yaşayan Rumlar, Yunanistan ya da Kıbrıs’a gitmek durumunda kalmış.

Köyde yaşayan diğer gayrimüslimler ise zaman içerisinde köyü terk etmiş. Cumhuriyet sonrasında ise ülkemizin Karadeniz bölgesinde yer alan Rize kentinden göçen halk buraya yerleşmiş.

Atatürk Caddesi üzerinde mendireğe doğru giderken ilk gözüme çarpan köyün camisi ve minaresi oldu.

Biraz daha ilerleyince, asırlık bir çınarın bulunduğu Çınaraltı meydanına ulaşıyorum. Sol tarafımda Rumelifeneri Derneği ve çay bahçesi var. Dernek, Rumelifeneri’ndeki eğitimden sağlığa, elektrik kesintilerinden ulaşıma kadar yaşanan bütün sorunların bir an önce çözümlenmesi için uğraş vermekte.

Çay bahçesindeki büfede sandviçlerin yanı sıra her türlü içeceği bulmak da mümkün. Bu bahçede yanınızda getirdiğiniz yiyecekleri de, sadece çay söyleyerek yiyebilirsiniz.

Çay bahçesine girerek bir çay söylüyor ve evde hazırladığım kaşar peynirli sandviçimi yiyorum.

Bu arada, Rumelifeneri Deneği sakinlerinden edindiğim bilgilere göre, kayıtlı nüfusu 3 bin 500 olan köyde, bir ortaokul bulunuyor. Köyde yaşayan lise çağındaki gençlerse, Sarıyer civarındaki okullara gidiyormuş.


Çay bahçesinin karşısındaki camiyi soruyorum. Yeni Cami olduğunu söylüyorlar. Köyde biri büyük biri küçük olmak üzere iki cami yer alıyormuş. 1970’li yıllara kadar büyük caminin yerinde bir kilise yer alıyormuş. 1970’li yıllara gelindiğinde bakımsızlıktan çöken kilisenin yerine, köyün artan Müslüman nüfusu da göz önünde bulundurularak Rumelifeneri Yeni Camii inşa edilmiş. Diğeri de Ramazan Ağa Camii…

Çay bahçesinden ayrılarak mendireğe doğru yürüyorum. Görünen mendireğin sağ tarafımda Mendirek Balık Lokantası, sol tarafımda ise Rumeli Feneri ile Golden Beach Club yer almakta.

Rumeli Feneri, Osmanlı Dönemi’nde Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin İstanbul Boğazı’nın ve Karadeniz'in girişlerini görebilmeleri için yapılmış. Deniz yüzeyinden 58 metre yüksekte inşa edilip kule boyu 30 metre yüksekliğindedir. Fener ve beyaz beyaz ışığı 18 deniz mili uzaktan görülebiliyor.

Rumeli Feneri ’nin İstanbul Boğazı’na bakan tarafında yer alan balıkçı barınağı olarak da bilinen mendirekte, köy halkına ait balıkçı tekneleri bulunuyor.

Köylerinde liman olmadığı için Garipçeli balıkçılar da teknelerini Rumeli Feneri'ne bırakıyorlar. Köyün Karadeniz’e bakan tarafında ise denize girilebilen sahili ve binalar yer alıyor. Denize girilebilen kısım, bölgenin kayalık olmasından dolayı, düşünüldüğü gibi çok geniş değil.


Mendireğin en uç noktasında, Boğaziçi ile Karadeniz’in birleştiği noktada Roke Balık Lokantası yer alıyor. Roke'nin manzarası müthiş...

Masanıza oturduğunuzda bir yanda Karadeniz, diğer yanda Marmara'yı seyredebiliyorsunuz. Burada Meral Okay, Tan Sağtürk, Emre Altuğ, Sibel Tüzün, Çağla Şikel gibi ünlü isimlerin buraya geldiklerini öğreniyoruz.

Mendirek boyunca dolaşarak fotoğraflarını çektikten sonra, Mendirek Balık Lokantasına giriyorum.

İnternetten lokanta ile ilgili yorumlar oldukça olumluydu. Kendimi tanıttıktan sonra, lokanta ile ilgili bilgi istiyorum. Yetkili olduğunu söyleyen Mehmet Bey, lokantamızda Asya ve Avrupa olmak üzere İki Kıtayı aynı anda görebileceğiniz gibi Karadeniz ile Marmara Denizini bir arada izleme şansına da sahip olursunuz.


Günlük, taze balıkları ve diğer deniz ürünleriyle, değerli misafirlerimize muhteşem bir damak zevki ve görsel güzellik sunmaya devam etmekteyiz. Dedi. Serpme sabah kahvaltı fiyatımız 30 TL’dir.

Mendirek Balık Lokantası ve terasından mendireğin fotoğraflarını çektikten sonra, görevlilere teşekkür ederek ayrılıyorum…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder