İSTANBUL ESKİ ŞARK ESERLERİ MÜZESİ
İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksi derya içinde derya gibi
bir mekân olarak karşım çıktı. Girişin hemen solunda Eski Şark Eserleri Müzesi
ve oldukça büyük bir avluya girdiğimizde sol kanatta Çinili Köşk Müzesi ve sağ
kanatta da Arkeoloji Müzesi yer almaktaydı.
Bunlardan Çinili Köşk Müzesi'ni barındıran yapı en eski ve en
muhteşemi olup, 1492 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Bu
yazı dizimde tanımaya ve tanıtmaya çalışacağım yapı ise 1883 yılında Osman
Hamdi Bey tarafından Sanayi-i Nefise Mektebi olarak yaptırılan Eski Şark
Eserleri Müzesi'dir. Eski Şark Eserleri Müzesi koleksiyonları, Anadolu ve
Mezopotamya'nın Yunan öncesi, Mısır ve Arap Yarımadası'nın İslam öncesi
çağlarına ait eserlerinden oluşuyor.
Bu eserlerin çoğunluğu 19. yüzyıl sonunda başlayıp, I. Dünya
Savaşı'na kadar süren arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmış ve bu ülkelerin o
zamanki hâkimi olan Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'a getirilmiş.
Sergilenen eserler; İslamiyet Öncesi Arabistan Eserleri, Mısır Eserleri,
Mezopotamya Eserleri, Anadolu Eserleri, Urartu Eserleri ve Çivi Yazılı Belgeler
bölümlerinden oluşuyor.
Eski Şark Eserleri Müzesi'nde anlatım bölgesel bir sınıflama
ile yapılmış. Arabistan Yarımadası,
Mısır, Mezopotamya ve Anadolu kültürleri kendi tarihi gelişimleri içinde
sunulmuş. Akad Kralı Naramsi'nin Steli, Kadeş Anlaşması, İştar Kapısı,
Hammurabi Kanunu gibi eşsiz eserlerin yanında 75.000 tane çivi yazılı belgenin
bulunduğu Tablet Arşivi de bu bölümde yer alıyor. Eski Şark Eserleri'nin bugün
içinde bulunduğu bina, Osman Hamdi Bey tarafından 1883 yılında Sanayi-i Nefise
Mektebi yani Güzel Sanatlar Akademisi olarak inşa ettirilmiştir.
İleride Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin
temellerini oluşturacak olan bu akademi Osmanlı İmparatorluğu'nda açılmış olan
ilk güzel sanatlar okuludur. Binanın mimarı daha sonra İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Klasik binasını inşa edecek olan Alexander Vallaury'dir. 1917 yılında
içindeki akademinin Cağaloğlu'nda başka bir binaya taşınması üzerine bu bina
müzeler müdürlüğüne tahsis edilmiş.Dönemin müze müdürü Halil Edhem Bey
Yakındoğu ülkelerinin eski kültürlerine ait eserleri Yunan, Roma ve Bizans
eserlerinden ayrı sergilenmesinin daha uygun olacağını düşünmüş ve binanın Eski
Şark Eserleri Müzesi olarak düzenlenmesini sağlamıştır.
Bu iş için davet
edilen Alman Uzman Eckhard Unger, 1917-1919 ve 1932-1935 yıllarında İstanbul'da
çalışmış, müzenin teşhirini tamamlamış ve eserler üzerine bir dizi yayın
yapmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında savunma amacıyla boşaltılan müze, daha
sonra mimari ve planlama dalında uzman olan Osman Sümer tarafından Unger'in
ilkelerine göre tekrar düzenlenmiştir. 1963 yılında müze yapısında büyük bir
düzenleme yapılarak 1974 yılında tekrar ziyarete açılmıştır.
En son 1999-2000 yıllarında bakım ve onarımları yapılan Eski
Şark Eserleri Müzesi 8 Eylül 2000'de bugünkü haline kavuşmuştur. Eski Sanayi-i
Nefise Mektebi'nin derslikleri sergi salonlarına dönüştürülmüş. Müzeye girişte
ilk karşımıza çıkan İslamiyet Öncesi Arabistan Eserleri olup, salon 1 de teşhir
edilmiş. Hemen yanındaki salon 2 de Eski Mısır Eserleri teşhir ediliyor. İki
salonu da gezip, fotoğraflarını çekiyorum. Salon 2’den 3'e geçerken çarpıcı
Aslan Kabartmaları karşıma çıkıyor.
Kent devletleri halinde yaşamışlar. Kent devletlerinin
başında “ensi” ve “patesi” adı verilen rahip krallar vardı. Mezopotamya kültür
ve uygarlığının temeli Sümerler tarafından atıldı. Mezopotamya devletleri
kültür ve uygarlık yönünden büyük ölçüde Sümerlerin etkisinde kaldılar. M.Ö.
2350’de Akadlar, Sümerleri egemenlikleri altına aldılar. M.Ö. 4000′de
Arabistan’dan göç eden ve Sami kavimlerinden olan Akadlar, Fırat Irmağı
boylarına gelip yerleştiler. M.Ö. 2350’de Sümer egemenliğine son veren Sargon,
Akad Krallığı’nı kurdu.
Müzede en fazla teşhir salonu/3-4-5-6 nolu salonlar Eski
Mezopotamya Eserlerine ayrılmış. Geriye kalan 7-8-9 nolu salonlar Eski Anadolu
Eserlerine ayrılmış. Ben, Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni çokça
ziyaret etmiş, yüzlerce fotoğraf çekmiş ve bu müzeyi tanıtmak için 10 yazı dizisi
yapmış biri olarak, daha çok Eski Mezopotamya Eserleri ile ilgilenmeyi seçtim.
Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan topraklara, iki ırmak arası anlamına
gelen Mezopotamya tabiri kullanılır. Nehrin akış yönüne göre bölge Yukarı
Mezopotamya ve Aşağı Mezopotamya olarak bölümlendirilmiş.
Mezopotamya,
İlk Çağ’ın en eski ve en önemli uygarlık merkezlerinden biridir. Topraklarının
verimli, ikliminin yaşamaya uygun olması nedeniyle, dışarıdan birçok kavim
buraya gelip yerleşmiştir. Mezopotamya’da Sümer, Akad, Elâm, Babil ve Asur
devletleri kurulmuştur. Asya kökenli bir kavim olan Sümerler, M.Ö. 3500
yıllarında Mezopotamya’ya gelip yerleşmişler.
Kent devletleri halinde yaşamışlar. Kent devletlerinin
başında “ensi” ve “patesi” adı verilen rahip krallar vardı. Mezopotamya kültür
ve uygarlığının temeli Sümerler tarafından atıldı. Mezopotamya devletleri
kültür ve uygarlık yönünden büyük ölçüde Sümerlerin etkisinde kaldılar. M.Ö.
2350’de Akadlar, Sümerleri egemenlikleri altına aldılar. M.Ö. 4000′de
Arabistan’dan göç eden ve Sami kavimlerinden olan Akadlar, Fırat Irmağı
boylarına gelip yerleştiler. M.Ö. 2350’de Sümer egemenliğine son veren Sargon,
Akad Krallığı’nı kurdu.
Mezopotamya’ya egemen oldular ve tarihin ilk büyük
imparatorluğu olan Akad İmparatorluğu’nu kurdular. İlk Babil Devleti M.Ö ikinci
bin yılında Samilerin bir kolu olan Amurrular tarafından kuruldu. En güçlü
dönemlerini Hammurabi zamanında yaşadılar. Hammurabi, Sümer ve Akadların
yasalarını toplayarak zamanın ihtiyaçlarına göre düzenleyen ünlü “Hammurabi Kânunlarını
meydana getirdi. Babil Devleti, M.Ö. 1800 yıllarında Hititler tarafından
yıkıldı. Babil, uzun yıllar Asurların egemenliği altında kaldı. Babilliler,
Medlerle birleşerek M.Ö. 612 yılında Asur egemenliğine son verdiler yeni Babil
Devleti’ni kurdular. Yeni Babil Devleti’ne de M.Ö. 539 yılında Persler son
verdi.
İştar kapısı
Pişmiş toprak, sırlı ve kabartmalı tuğlaların birleştirilmesinden
oluşan, boğa ve ejder kabartmaları, Yeni Babil Devleti'nin başkenti Babil'in iç
ve dış sur duvarlarını birleştiren Tanrıça İştar adına yaptırılmış olan anıtsal
çifte kapıya aittir. Kapının duvarları, Tanrı Adad'ın kutsal hayvanı boğa ve Babil'in
baş tanrısı Marduk'un kutsal hayvanı ejder 'Muşuşu'nun kabartmaları ile
süslenmiştir. Ejderin başı ve boynu yılan, ön ayakları aslan, arka ayakları
kartal pençesi biçiminde olup, gövdesi yılan derisi biçiminde işlenmiştir.
Tanrıça İştar'ın kutsal hayvanı olan aslan kabartmaları ise Babil'deki tören
yolunun iki yanını süslemekteydi. Anıtsal yol kentin merkezindeki Marduk
tapınağından başlayarak İştar Kapısı'nı geçer ve sur dışında yeni yıl
bayramının kutlandığı 'Bayram Evi'nde son bulurdu. İştar kapısı ve Tören yolu
Yeni Babil Çağı'nın en parlak devri olan II. Nabukadnezar zamanında MÖ 6.
yüzyıl sonlarında yapılmışlardır. Kapının ve tören yolunun bir canlandırması da
ayrıca sergilenmektedir. Yapının pek çok unsuru da Berlin Müzesi'nde
bulunmaktadır.
Aslan Kabartmaları
Tanrıça İştar'ın kutsal hayvanı olan aslan kabartmaları ise
Babil'deki tören yolunun iki yanını süslemekteydi. Anıtsal yol kentin
merkezindeki Marduk tapınağından başlayarak İştar Kapısı'nı geçer ve sur
dışında yeni yıl bayramının kutlandığı 'bayram evi'nde son bulurdu.
İştar
kapısı ve Tören yolu Yeni Babil Çağı'nın en parlak devri olan II. Nabukadnezar
zamanında MÖ 6. yüzyıl sonlarında yapılmışlardır. Kapının ve tören yolunun bir
canlandırması da ayrıca sergilenmektedir. Yapının pek çok unsuru da Berlin
Müzesi'nde bulunmaktadır.
Kadeş Anlaşması
Tarihin bilinen ilk barış anlaşması olan Kadeş Anlaşması MÖ
13. yüzyılın iki büyük siyasi ve askeri gücü olan Hitit ve Mısır devletleri
arasında yapılmıştır. Hitit Kralı III. Hattuşili ve Mısır Firavunu II. Ramses
arasında yapılan bu anlaşmanın metnini içeren kil tablet 1906 yılında Boğazköy'de
yapılan kazılarda ele geçmiştir.Bu belgenin ortaya çıkmasından önce anlaşmanın
yalnızca Mısır'da Karnak tapınağındaki bir stel üzerine Mısır hiyeroglifi ile
yazılmış metni biliniyordu.
Yazıtta III. Hattuşili'nin anlaşma metnini gümüş
bir tablete yazdırıp Mısır'a gönderdiği bildirilmişse de bu belge henüz
bulunamamıştır. O zamanın diplomasi dili olan Akadça ile yazılan tablet çok
kırık olup orijinal metnin hemen hemen yarısıdır. Daha sonra yapılan kazılarda,
esas metne ait dört parça daha bulunmuş ve böylece metnin kırık olan
kısımlarının tamamlanması mümkün olmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder