İSTANBUL TOPKAPI SARAYI ALAY MEYDANI



Osmanlı İmparatorluğunun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca devletin idare merkezi ve padişahların aileleriyle yaşadığı bir mekân olan Topkapı sarayını tanımak, biraz da imparatorluğu tanımak anlamına geliyor benim için. 
Bab-ı Hümayun olarak adlandırılan Saltanat kapısından girilen Alay Meydanı, sarayın halka açık olan tek bölümüydü. Çeşitli alay ve törenlerin gerçekleştiği bu avlu çok büyük olup; Saltanat kapısını Babüsselam olarak bilinen Selamlık kapısına bağlayan 300 metrelik ağaçlıklı bir yola sahiptir.
 
Alay Meydanına girer girmez, kapının sağına yönelirseniz, sağ tarafta Marmara Denizi ve Kadıköy bütün görkemiyle karşınıza çıkar. Biraz daha yaklaşırsanız, sahil yolunu ve Bizans surlarını görürsünüz. İlerlemeye devam edince, bilet kuyruklarına girmiş mahşeri bir kalabalıkla karşılaşırsınız. 12 satış gişesi önündeki uzun kuyruklar İstanbul’un bir dünya kenti olduğunun kanıtıdır. Paris, Madrid ve Barselona’daki müze kuyruklarına gıpta etmiştim.  Gördüğüm bilet kuyruklarına memnun oldum. Ayasofya ve Topkapı Sarayındaki kuyruklar onları katlamıştı. Demek ki İstanbul da bir Dünya Kenti olmuştu.
Bilet gişelerini geçip, Selamlık Kapısına ulaşmadan, sağ köşeye odaklanırsanız, Cellât Çeşmesi ile karşılaşırsınız. Sarayda verilen ölüm cezaları, Alay Meydanında bulunan bir çeşmenin önünde infaz edilirdi, cellâtlar infazdan sonra kanlı baltalarını ve ellerini burada yıkarlardı. Bu çeşmenin sağında ve solunda kesilmiş kafaların teşhir edildiği kelle taşları vardı bu taşlara ibret taşları da denirdi. Cellât Çeşmesinin yanında, o dönemden kalma çeşme örnekleri sıralanmıştı.

Cellât Çeşmesini geçerek, Selamlık Kapısına geliyor ve fotoğrafını çektikten sonra, Alay Meydanındaki turumu sürdürüyorum. Marmara cephesinin tam karşısındaki duvarlara yöneldiğimde; Darphane ve Damga Matbaası, Koz Bekçileri kapısı, Arkeoloji Müzeleri, Çinili ve Alay Köşkü yolları ve nihayet Aya İrini Müzesine ulaşıyorum. 
Türkiye'deki ilk müze çalışmaları Aya İrini'de başlamıştır. III. Ahmet döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli yerlerinden gönderilen eserler, Eski Silahlar Koleksiyonu ve Eski Eserler Koleksiyonu adları altında, iki ayrı bölüm olarak Aya İrini'de toplanmıştı. Aya İrini, İstanbul'da bulunan camiye çevrilmemiş en büyük  Bizans Kilisesidir. Eski kaynaklara göre, burada bulunan Roma döneminden kalma Artemis, Afrodit ve Apollon mabetlerinin kalıntılarından yararlanılarak, 4. yüzyılın başlarında I. Konstantin zamanında yapılmış.

Topkapı Sarayı’nın yapımına başlandığında, dış duvarları, Ayasofya ve Aya İrini`nin arasından geçer. Aya İrini bir süre sonra silâhların bakım ve onarımının yapıldığı iç cephane olur. Aya İrini, Osmanlı`nın ilk müzesidir. Depodaki silâhlar antika olunca 1846`da ilk müze Aya İrini`de açılır. Müze; eski eserler koleksiyonu ve eski silahlar koleksiyonu adı altında, iki bölüm halinde açılmıştır. Eserler buraya sığmayınca,1875 yılında Çinili Köşke taşınmıştır. Depo haline getirilen Kilise ise, 1908 yılından sonra, bir dönem askeri müze olarak kullanılmıştır. 
Bir süre boş kalan yapı, genel bir onarımdan sonra, Ayasofya Müzesine Müdürlüğüne bağlı bir birim haline getirilmiştir. Alay Meydanındaki turumu tamamlayıp, bilet kuyruğuna giriyor, yaklaşık bir saat sonra da biletimi alarak Selamlık Kapısına doğru yürümeye başlıyorum. Gezimin bundan sonraki bölümünü bir sonraki yazı dizisinde anlatacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder