İSTANBUL ALTIN BOYNUZ HALİÇ 1
‘’Pera
tepelerinin gerisinden birdenbire beliren güneş, şehrin minareleriyle Altın Boynuz
’un üzerine doğarak, insanın içini kıpkırmızı bir neşeyle dolduruyor. Uzun gece
boyunca uyuklayan her şey şimdi uyanıyor…’’
Knut Hamsun
Haliç, Antik çağlardan beri hep
Altın Boynuz olarak adlandırılmıştır. İstanbul Kenti’nin kuruluşundan bu yana
bu büyük koy, kentle birlikte düşünülmüştür. Bizantion, İstanbul şehrinin kent
olarak ilk atası ve Konstantinopolis’ten önceki adıdır. Bir efsaneye göre;
Antik Yunanistan’dan gelenler, bugünkü Topkapı Sarayı’nın bulunduğu bölgede,
Boğaz’ın güneybatı girişinde, Haliç ve Marmara Denizi’nin arasındaki Tarihi
Yarımadanın doğu ucunda, İstanbul kentinin kuruluşuna ilk adımları atmışlar.
Yine Efsaneye göre İstanbul;
Megara, Argos ve Korint ’den gelen kolonici Dor Yunanlılar tarafından İ.Ö.
667’de kurulmuş ve adını kral Byzas ya da Byzantas ‘tan almıştır. Bizantion’u
görmüş olan Antik Çağ tarihçi ve yazarları, kentin zenginliğini anlatırken, bu
zenginliğin başlıca kaynağını ticaret olarak göstermişlerdir. Zenginliği sağlayan
ise Altın Boynuz ya da Golden Horn olarak adlandırılan Haliç’teki
korunaklı ve donanımlı limanlardır.
Haliç’in; doğal bir liman
olmasının yanı sıra, sunduğu zenginlik kaynaklarından biri de barındırdığı
balıklar, özellikle palamutlardır. Antik tarihçilere göre, Ege ile
Karadeniz arasındaki akıntılar, palamut başta olmak üzere, balık sürülerini
Haliç’e girmeye zorlamaktadır. Bu nedenle, Haliç’te elle bile balık
tutulabilmektedir. Günümüzde de Galata Köprüsü, Atatürk Köprüsü ve Haliç
Köprüsü üzerinde, günün her saatinde amatör balıkçıları görmek
mümkündür. Birkaç saat içerisinde, kovalarını balıkla doldurup evin yolunu
tutarlar. Daha uzun süre kalanların ise balıkçılarda satılacak kadar balık
tutabildikleri görülmektedir. Balıkçılarda satılan ‘’Olta Balıkları’’
köprülerde ve boğaz kıyılarında olta ile tutulan balıklardır. Taze olmaları
nedeniyle, tüketiciler tarafından tercih edilmektedirler.
Coğrafi açıdan bakıldığında ise; Haliç ile İstanbul Boğazı arasında kalan Pera ya da ‘’Öteki Yaka’’ olarak adlandırılan Beyoğlu, Dicle ve Fırat Nehirlerinin arasında kalan Mezopotamya’ya benzer. Yunancada iki nehir arasındaki yer anlamına gelen Mezopotamya, medeniyetlerin beşiği olarak bilinmektedir. İstanbul’un önemli bir bölgesi de, Haliç ve Haliç’i besleyen Nehirler ile İstanbul Boğazı arasında kalan bir bölgede bulunur. Mezopotamya’dan sonra, Medeniyetlerin beşiği olarak yerini almıştır. Tarihi Yarımada bunun en büyük kanıtıdır. Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’na ev sahipliği yapmıştır. Karadeniz çevresi zenginliklerinin güneye, Akdeniz’e çıkmasını sağlayan ve İstanbul Boğazı’ndan geçmekte olan Akdeniz ticaret gemilerinin, her türlü tehlikede sığınabilecekleri ve ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir konumda bulunuyordu Haliç. Kara ticaret yollarının geçiş noktası Haliç’e sahip olmak, Akdeniz ve dünya ticaretinin yüzde yetmişine hâkim olmak demekti.
Haliç, bir büyük akarsu gibi
menderesler çizen; girintileri ve çıkıntıları, küçük koyları ve burunlarıyla
bir uçtan bir uca sekiz kilometrelik bir uzunluğa sahip bir suyolu olarak
karşımıza çıkıyor. En geniş yeri Kasımpaşa-Cibali arasında olup 700 metreyi
bulur. İstanbul Boğazına açılan ağız kesiminde ise genişlik yaklaşık 1000
metredir. Aynı şekilde derinliği de, yukarı kesimlerinden Boğaz’a doğru
yaklaştıkça artar. Eyüp önlerinde sadece birkaç metre derinlik
bulunduğundan bu kesimde yayvan alüvyon adacıkları ortaya çıkmıştır. Unkapanı
ile Azapkapı arasında 40 metreye varan derinlikler vardır. Eminönü-Karaköy
arasındaki derinlikler 60 metreye yaklaşır. Yapılan derinlik çalışmalarına göre
Haliç’in dibi “V” biçimindedir. Dolayısıyla ortası çok derin olmakla beraber
yanlarda, yüzyılların getirdiği toprak birikimleri çamur kaplı yamaçlar
oluşturmuştur.
Haliç’e akan iki tatlı sudan
batıdaki Alibey, doğudaki Kağıthane deresi olarak adlandırılmıştır. Antik geçmişine
bakıldığında; karşı kıyıdaki Hasköy sırtlarında Nasalos adına yapılmış bir
sunağın eteklerinde balıkçılık bakımından çok verimli bir sahil şeridinin
uzandığı anlaşılıyor. Daha güneyde, içeriye derin bir biçimde giren Aktis
koyuna Keison adı verilen bir akarsu dökülmekteymiş. Burası daha sonraları
Kasımpaşa Deresi adıyla anılır olmuş. Günümüzde, Piyalepaşa bulvarının uzandığı
vadiden akan bu derenin, Haliç kıyısındaki bölümünün üstü betonla kaplanarak,
cadde haline getirilmiştir. Söylenceye göre, IV. jeolojik zamanın başında,
derin bir vadiyi deniz sularının istilâ etmesiyle dünyanın en güzel boğazı olan
İstanbul Boğazı meydana gelmiş.
İlk yerleşimlerin, Boğazın
Anadolu yakasında İ.Ö. 5 000 yıllarında, Kadıköy civarındaki Fikirtepe’de
olduğunu biliniyor. Batılıların, mitolojiden esinlenerek Bosphoros dedikleri 27
kilometre uzunluğundaki İstanbul Boğazının güzelliğini ilk önce Megaralılar
keşfetmiş ve yerleşmişlerdir. Herodot’a göre ise, Boğaziçi’nin ilk
yerleşimleri, İstanbul Tarihi Yarımadasından önce, Kadıköy’de kurulmuştur.
Yunanistan’ın, Atina’yı da içine alan Attiki bölgesinde bulunan Megara kentinin
halkı, durumlarını iyileştirmek ve kendilerine yeni bir yurt bulmak için İ.Ö.
685 yılında gemilerle yola çıkar. Uzun süren bir deniz yolculuğunun
sonunda, günümüzde İstanbul kentinin bulunduğu alana gelirler. Boğaz’ı geçerler
ve Anadolu yakasına, Kadıköy’e yerleşirler.
Kadıköy, İ.Ö. 685 yılında
Megaralılar tarafından küçük bir köy olarak kurulmuş. Sonraki dönemlerde ise
büyüyüp, gelişmiş. Daha sonra, yine, Megara’dan başkaları gelmiş
Marmara’ya. Ancak onlar ilk gruptan farklı olarak Avrupa yakasına, Sarayburnu
ve çevresindeki alana yerleşmişler. İlk yerleşimciler için pek de cazip olmayan
şimdiki Haliç Kıyıları ve İstanbul, Sicilya’da ticaret kolonileri kurmuş
Megaralı denizciler için altın bir fırsat olarak
değerlendirilmiş. Kendilerinden önce gelen Mağaralıların, günümüzde
“Suriçi” ya da ‘’Tarihi Yarımada’’ olarak adlandırdığımız bölgenin doğal
güzelliklerini ve stratejik önemini fark edemeyerek, Boğaz’ın doğu kıyısına
yerleşmiş olmaları çok şaşırtmış onları. “Bu kadar güzel doğası olan bir yeri
görmeyerek Boğaz’ın diğer yakasına yerleşmeyi tercih edenler ‘kör’ olmalı”
demişler. O yüzden, Yunancada ‘Körler Ülkesi’ anlamına gelen Kalkedonya adını
Kadıköy için kullanmışlar.
İlk yerleşimlerin yoğunluğu Haliç’in iki yakasında gerçekleştiğinden, İstanbul Kenti Haliç’le var olmuştur. Haliç limanı İstanbul’a hayat vermiş ve kenti; ticaretin merkezi, imparatorluklar kenti ve dünya medeniyetlerin başkenti yapmıştır. İ.Ö. 5. Yüzyılda İstanbul, kendi parasını Akdeniz dünyasına kabul ettirecek kadar büyüyüp güçlenmesiyle ilk mega kent unvanını kazanmıştır. Asıl nüfusun yer aldığı Haliç ve çevresinde dönen ticaret, kültürel ve demografik gelişmeleri de beraberinde getirmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder