İSTANBUL AYVANSARAY

 

İstanbul Tarihi Yarımada’da yer alan Ayvansaray’ı ilk kez 2009 yılında keşfetmiş ve tarihi yapısını öğrenmeye çalışmıştım.  Mahalleyi saran surların dışında, insanın içini açan muhteşem bir çevre düzenlemesi vardı. Surların içinde kalan mahalleye girdiğimde ise Kültür Mirası olarak ilan edilen tescilli yapıların yıkılmak üzere olduğunu görmüş ve üzülmüştüm.

Bölge Tüm Dünya Kültür Mirası listesinde olduğundan, mal sahipleri ve kiracılar tarafından bakım onarım da yapılamıyordu. Bazı antik evler yok olmak üzereydi. Yasalarda ya da uygulayıcılarda bir terslik olmalı diye düşünmüştüm. Hiç olmazsa buradaki kültürel mirasımızın fotoğrafları arşivime girsin diyerek, onlarca fotoğraf çektim 2009, 2011 ve 2014 yıllarında.

Üç imparatorluğa 1600 yıl başkentlik yapmış kimliğiyle İstanbul dünyanın en derin kültür kentlerinden biriydi. Klasik, Helenistik ve Erken Roma dönemlerinin izlerine pek rastlanmasa da Bizans, Doğu Roma ve Osmanlı dönemleri açısından çok güçlü kalıntılara sahipti. Bir o kadar önemli olan bir yerleşim yeri de AYVANSARAY bölgesiydi.

Roma’nın geç dönemlerinde Konstantinopolis’ten bağımsız bir yerleşim olan Blakherna, günümüzdeki Ayvansaray’ı içine alıyordu. Atikmustafapaşa, Karabaş, Türk Mahallesi ve Abdülvedüd Mahallelerinden meydana gelen AYVANSARAY ve yakın çevresinin Antik dönemdeki adıydı BLAKHERNA.

İstanbul’un altıncı tepesinin sırtını ve Haliç’e doğru inen eteğini kapsayan ve Trak yapımı olduğu sanılan bölgede; avlulu küçük saray, Yunan Mitolojisi ‘ndeki su, orman ve dağ perileri olan nymphlere adanmış iki katlı anıtsal çeşme, İmparator Tiberius zamanında yaptırılan bir hamam, tiyatro, oyun sahası, ahşap bir köprü, beş özel hamam, bir kamu ve bir özel fırın ile beş adet ekmek dağıtım yeri bulunmaktaydı. 

Sonradan birkaç toplantı salonu ile Blakherna Kilisesi ve Ayazması inşa edilmişti. Bunlardan, bugünkü İvaz Efendi Camisi’nin üzerine kurulduğu sanılan Anastasios Toplantı ya da Taht Salonu önde gelenlerdendi ki Anemas Zindanları da buradaydı.

Türkiye’de ‘’Kentsel Dönüşüm’’ ve dönüşümle birlikte ortaya çıkan yenileme çalışmaları, 2000 yılından sonra hız kazandı. Temel amaç, kentlerin eski yerleşim alanlarını ve kültürel mirasını korumaktı. Oysa amaçlanan yerine rant ağır bastı ve kültürel miraslarımız aralıklarla yok edildi. Yok edilmeye de devam ediyor. Nitekim Ayvansaray ’daki Türk Mahallesi bunlardan biridir.

Millennium İstanbul Golden Horn Oteli

Ayvansaray Kuyusu Sokağı ile Toklu İbrahim Dede Sokağı arasında kalan 19 dönümlük alan Ayvansaray’ daki Türk Mahallesi’ni oluşturuyordu. Dünyaca ünlü otel zinciri Millennium Hotels & Resorts’un Türkiye'deki ilk oteli Millennium İstanbul Golden Horn Oteli Mayıs 2018’de burada hizmete girmişti.

Yatırımcıları tarafından 18 yıllık süre zarfında Türk Mahallesi içindeki 95 adet tarihi ahşap köşk satın alınmıştı. Eski haline birebir bağlı kalarak 33 köşkü yeniden inşa ettiklerini iddia etseler de Türk Mahallesi’nin 2009, 2011 ve 2014 yıllarındaki durumunu fotoğraflamış biri olarak, mahalle konsepti yok edilmişti. Türk Mahallesi betona gömülmüştü. İzin verilmediği için, Otel bölgesine girip fotoğraflama olanağı bulamadım. 

Panayia Vlaherna Ayazması

Otelin yanından geçerek, yaklaşık 100 metre sonra Panayia Vlaherna Ayazması Meryem bahçesine giriyorum. Kutsal Su pınarları olarak tanımlanan Ayazmalar, aynı zamanda şifalı su kaynakları olup, Anadolu’nun birçok yöresinde bulunmaktadır. Burasını 2009, 2011 ve 2014 yıllarında ziyaret etmiştim.

Panalyo Ayazması, Bizans döneminde, Tekfur Sarayı’nın ayazmasıydı. İstanbul’da Meryem Ana adına yapılan en önemli kilise olduğu bilinmektedir. Efsaneye göre 5. Yüzyılda Kudüs’ten gönderilen Meryem Ana’nın kutsal elbisesi burada saklanmaktaydı. Kilisenin kuruluşu da aynı yüzyıla tarihlenmektedir. Kilise, zamanında o kadar büyüktü ki, çalışan sayısının 74 olduğunu belirten kaynaklar bulunmaktadır.



M.S. 450-457 yılları arasında İmparator Marcianos tarafından yaptırılan Ayvansaray Panalyo Bihoherno Ayazması geniş ve bakımlı bir bahçeye sahip. Ayazma sadece Hristiyanların değil aynı zamanda Müslümanların da şifa bulmak için ziyaret ettiği bir yer olarak biliniyor. 

Kilise, 8. Yüzyılda yaşanan, kiliselerde yer alan tüm insan şeklindeki dini figürlerin parçalanması ve bu figürleri kullananlara ağır cezaların verildiği anlamında kullanılan İkonoklazm döneminde ikona severlerin kalesi konumuna gelir. İkonoklazm dönemi bittiğinde ilk kutlama burada yapılır. Çünkü şehrin koruyucusu Meryem Ana ikonası bu kilisede korunmaktadır. 

Kutlamada kullanılan ikonada Meryem Ana tam boy olarak cepheden görünür. Elleri iki yana açılmış, göğsünde bir madalyon ve madalyonun içinde de çocuk İsa bulunmaktadır. Bu tür Meryem Ana tasvirlerinin hepsine ikonografide Blakherna Meryem’i denilmektedir.

Meryem Ana ikonasının şehrin koruyucusu haline gelmesinin nedeni, 626 senesinde Avarlar tarafından kuşatılan şehrin kuşatıldığı bir cuma günü Meryem Ana ikonasının surlarda dolaştırılmasıdır. Hala 7 Ağustoslarda bu olayın adına bu kilisede ayin düzenlenmektedir.

Kilise, İstanbul’un fethinden kısa bir süre önce içindeki kutsal emanetlerle birlikte yanar. Ortodoksları büyük önem verdiği Ayazma yenilenir ve 1867 yılında Rum Ortodoks Kürkçüler Loncası burayı satın alır. Ayazmanın üzerine yeniden küçük bir kilise yaptırılır.

Ayazma gezip, fotoğraflarını çektikten sonra, yaklaşık 800 metre güney-batıda bulunan Tekfur Sarayı Müzesine ulaşmak istiyorum. Dervişzade Sokak ve Şişhane Caddesi rotasını seçiyorum. Bu rota üzerinde Anemas Zindanları, Emir Buhari Tekkesi, Kazasker İvaz Efendi Camii, Eğrikapı Çeşmesi, Avcıbey Camii, Hz. Şu’be Türbesi ve Hatice Sultan Camii bulunmaktadır.

Anemas Zindanları

İstanbul’un Bizans döneminden kalan en büyük ve önemli anıtlarının Surlar olduğu kolaylıkla söylenebilir. Kenti çepeçevre saran bu görkemli anıtlar, eskiden olduğu gibi günümüzde de Bizans’ın gizleriyle doludur.

Surların kendileri ve yakın çevreleri Bizans'ın önemli anıtsal yapıtlarının kalıntılarıyla doludur. Bugün bile Surların değişik yerlerinde, Anemas Zindanlarında olduğu gibi, çeşitli yerleşim birimlerine rastlamak mümkündür.

Anemas Zindanları, Blakherna Saray kompleksinin bir parçasıydı. Bizans döneminden İstanbul’da kalan tek yer altı zindanı olmasının yanı sıra yer altı tünelleri, dolambaçlı sarnıçları ve son derece dar işkence odaları ile kural dışı özelliklere sahip olduğu bilinmektedir. Mahzenler ve kuleler genişçe bir kompleks oluşturur. Geçmiş yıllarda, Anemas Zindanı denilen tonozlu hücreler, tarihi filmler için plato olmuştur.

Üstünde 16. yüzyıl sonlarında inşa edilen İvaz Efendi Camii'nin bulunduğu terasın önünde bulunan bitişik kulelerden birine Anemas, diğerine İsaak Angelos Kulesi denilmekteydi.

İvaz Efendi camisinin yapıldığı terastaki çukurdan, bir merdivenle aşağıya inilmektedir. Buradaki bir kapıdan, bu zindanlara girilir. Kıvrılarak inilen bir koridordan sonra, 60-70 metrelik geniş bir koridorun başına gelinir. Burada, surlardaki mazgallardan içeriye ışık vurur ve dramatik bir görüntü ortaya çıkar.

Bu koridorun üstünde kemerli kapılarıyla yan yana hücreler sıralanır. Bizans imparatorluğunda görev yapmış bir komutan olan Arap asıllı “Anemas”  ismiyle anılan bu zindan 60 metre uzunluğunda olup, yer yer 15 metre genişliğe kadar ulaşır.

Emir Buhari Tekkesi 

Ayvansaray’da, Anemas zindanları üzerindeki kaçak 17 gecekondunun yıkılması sonrasında Emir Buhari Tekkesi’ nin temel kalıntıları ortaya çıkmıştı. Tekke kalıntılarının bulunduğu yere bir mescit ve yanında bulunan haremlik bölümüne ise ney sanatının icra edildiği bir yapı inşa edildi.

Bu yapı tam adıyla Emir Buhari Şeyh Ahmet Nakşibendi Dergâhı olarak tanınmaktaydı. Sonraki yıllarda kullanımına göre Şeyh Selim Tekkesi adını almıştır. Mescit şeklindeki Semahane Blakherna Sarayının tonozları üzerine inşa edilmiştir. Sultan II. Beyazıt ve Yavuz Sultan selim dönemlerinde yaşamış olan Emir Ahmed Buhari, adından da anlaşılacağı üzere aslen Buharalıdır. Peygamber sülalesinden geldiği söylenir.

Buhara’dan Anadolu’ya hocası Abdullah İlahi ile beraber göç etmiş olan Emir Buhari Kütahya’nın Simav ilçesine yerleşir ve burada 6 yıl yaşar. Daha sonra Hacca gider. Hac dönüşünde İstanbul’ a yerleşir. İstanbul’da kaldığı dönemde Şeyh Vefa Hazretleri ile temasları olur. Hocası Abdullah İlahi ile birlikte o tarihlerde boş olan Zeyrek Camiinin medresesine yerleşirler. Verdikleri eğitimle o dönemde İstanbul’da meşhur olurlar.

Abdullah İlahi Evrenos oğullarının daveti üzerine Vardar Yenicesi’ne gidince medrese Emir Buhari’ye kalır. Daha sonra Ayvansaray’ daki bu binaya geçer ve burada eğitim vermeye başlar. 1516 yılında vefat edince Cibali Üsküplü Caddesine defnedilir.

İstanbul Ayvansaray’da 16. yüzyılda inşa edilen Emir Buhari Tekkesi’ nin restorasyonu sırasında, tarihi 5. yüzyıla dek uzanan Bizans Blakherna Saray Kompleksi kalıntılarına zarar verildiği ortaya çıktı.

Kazasker İvaz Efendi Camii

Anemas Zindanları ve Blakherna kalıntıları üzerine inşa edilen Cami, 1585 yılında Eğrikapı kara surlarına cepheli olarak Kazasker İvaz Efendi tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Cami 208 metrekarelik bir alan üzerine oturtulmuş olup, avlusunun büyüklüğü 1900 metrekare civarındadır.

Surlara paralel olarak Haliç’e doğru uzanan kemerli ve tonozlu uzun dehliz olan Anemas Zindanları, üst ucu İvaz Efendi Camii’nin avlusunun altında uzanmaktadır.

Şadırvanı ve eskiden kalma şadırvan kalıntıları bulunmayan cami, mimarisi bakımından çağdaşı olan mimari eserlerden farklıdır.  Mihrap kısmı dışarıya taşan kare şeklindeki caminin üç tarafındaki cephelerinde ince ahşap direklere oturan, öne meyilli ahşap çatılara sahip “U” biçiminde sakaflar bulunuyordu. 1950'li yıllara kadar görülen bu elemanlar günümüzde bulunmamaktadır.

Bu ölçülerdeki ibadethanelerin sahip olması gereken üç veya beş bölümlü son cemaat yeri İvaz Efendi Cami’de bulunmamaktadır. Son cemaat yeri olarak sadece sağdaki revak kullanılmaktadır, bu sebeple kıble duvarı köşesine ve dışa çıkıntılı yapılan minarenin kürsü kısmında küçük bir mihrap bulunur ve bu alışılmış bir uygulama değildir.

Eğrikapı Çeşmesi

Ayvansaray kara surlarındaki Eğrikapı’dan içeri girişte, Şişhane Caddesi üzerinde bulunan çeşme, klâsik bir duvar üzerinde kaş kemer çeşmesidir. İkisi merkezi kemerin içinde, diğer ikisi dışında olan dört ayrı daire yayından meydana gelen kaş kemere “Dört merkezli kemer” adı da verilmektedir. Kemerin sağ ve sol kollarında, birisi içbükey, diğeri dışbükey olmak üzere ikişer yay bulunur. Basık sivri kemerli nişi içinde kaş kemerli bir tas yuvası var. Yine üzerinde kaş kemer motifi bulunan ayna taşının yarısı kaldırım altında kalmış. Dolayısıyla teknesi de yok olmuş. Banisi ve yapım tarihiyle ilgili bir bilgi yok. 

Tekfur Sarayı

Edirnekapı ile Eğrikapı arasında, İstanbul kara surlarına bitişik inşa edilen ve Türk kültür tarihinde “İmparatorluk Evi” adıyla da bilinen Tekfur Sarayı, köklü bir geçmişe sahiptir. Bizans imparatorlarının 12. yüzyıldan itibaren sürekli kullandıkları Bizans İmparatorluk Sarayı kompleksinin bir parçası olarak varlığını kalıntılarıyla devam ettirmiştir.

Tekfur Sarayı, Bizans İmparatorluk saraylarının son ihtişamlı devrinde imparatorlar tarafından kullanılan saraylar arasında yer aldı. Çevresine hâkim bir mevkide, şehir burçlarının muhafazası altında bulunan bu tarihî bina, eski kaynaklarda Blakherna saraylarının “yüksek bir saray” olarak adlandırıldıkları parçalarından biridir.



Muhtemel bir isyana karşı imparatorların korunması için ideal bir konumda bulunuyordu. İstanbul’a 57 sene süren Latin istilasında, Tekfur Sarayı ve çevresindeki diğer imparatorluk yapılarının neredeyse tamamı yakılıp yıkıldı. Binaların çatı kaplamasındaki kurşunlar dahi eritilerek Venedikli tüccarlara satıldı.               

Restorasyondan önce çatısız boş bir yapı olarak görülen Tekfur Sarayı'na Türklerin bu adı vermelerine karşılık, yabancılar ilk zamanlar «Palatium Constantini», daha sonraları «Constantine Porphyrogenitus» olarak adlandırmışlardı. Osmanlıların bu sözcüğü Bizans dilindeki Takiro' dan, Tekvir ve giderek Tekfura dönüşmesiyle elde ettikleri sanılıyor.

Yaklaşık bin yıllık tarihî serüveni esnasında pek çok kez tamirat gören Tekfur Sarayı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2006 yılında ilk adımını attığı bir dizi çalışmanın ve titizlikle yürütülen restorasyon sürecinin ardından müze olarak ziyarete açıldı. Osmanlı döneminde cam ve çini atölyesi olarak da kullanılan saray, burada üretilen nitelikli eserlerle haklı bir şöhrete kavuşmuştur. Restorasyonun ardından bu şöhrete yaraşır şekilde; atölyelerinde üretilen çini, cam ve çömlek örneklerinin sergilendiği müstakil bir müze olarak şehrimize kazandırılmıştır.

Atik Mustafa Paşa Camii (Hazret-i Cabir Camisi)

Ayvansaray Caddesi’nden girdiğim Çember Sokak üzerinde, sol kolda bulunan Atik Mustafa Paşa Camii ya da Kristos Pantepoptes Kilisesi Orta Bizans döneminden kalma bir yapıdır. Bu eski Doğu Ortodoks kilisesi Osmanlılar tarafından dönüştürülmüş ve şu anda mahalle camii olarak hizmet vermektedir.

Bazı kaynaklara göre caminin yerinde 9 yüzyıldan kalma “Aya Tekla Kilisesi” varmış. Bu kilise İmparator Theophilus'un en büyük kızı Prenses Thekla ‘nın Petrus ve Markus adındaki azizler adına yaptırılmıştı. Surlarla bu kilise arasındaki mahallenin ismi de “Tekla” kelimesinden türetilerek “Toklu Dede” olarak kullanılmaktadır.

Kısa kollu, Bizans Haçı planlı ve merkezi kubbeliydi. Doğu yönünde, dışa doğru çıkıntı yapan üç apsis bölümü vardı. Sol yanda sonradan yapılmış ve bakımlı bir avlu görülüyordu. Duvar örgü biçimi, taş ve tuğra sıralamaları Bizans mimarisini hatırlatıyordu. Kilise camiye çevrildiği ilk yıllarda “Atik Mustafa Paşa Camisi” olarak bilinmesine rağmen, sonradan adı “Hazret-i Cabir Camisi” olmuştur.

Hz. Muhammed’in sahabelerinden “Cabir Hazretlerinin” mezarına bağlanmaktadır. Atik ya da Koca Mustafa Paşa diye bilinen Sadrazam Sultan II. Beyazıt döneminde, 1490 yılında bu kiliseyi camiye dönüştürmüştür.

İç mekânında büyükçe bir sanduka bulunan caminin minaresi sağ ön köşededir. Camilerin içinde, genellikle mezar geleneği yoktur. Bu mezar sahabeler den Hz. Cabir’e aittir. Caminin ön kısmındaki dar sokak üzerinde bulunan çeşme, Ahmet Ağa tarafından 1682 yılında yaptırılmıştır.

Aya Dimitri Ortodoks Kilisesi

Balat yönünde, sahil yolunun hemen iç kısmındadır. Kilisenin 19 yüzyılda yenilenmiş haliyle günümüze ulaşan, 13 yüzyılda yapılmış bir eski Doğu Roma kilisesi binasıdır. Kilise camiye çevrilmeden önce, 1597-1601 yılları arasında, Sultan III. Mehmet döneminde, Ortodoks Rum Patrikhanesi olarak kullanılmıştır. 1601 yılında ise, Patrikhane günümüzdeki yerine taşınmıştır. Yapı dikdörtgen, uzunlamasına mekanları ve çatı örtüleriyle, dıştan bakıldığında üçgen gibidir. Çatı örtüleri: düz dam şeklindedir.

Ayvansaray’da Kırkambar sokağında Rum Ortodoks kilisesidir. Balat yönünde, sahil yolunun hemen iç kısmındadır. Bizans devrinde 1204'de Nikolas Kanavis’e ithafen yakınları tarafından inşa ettirildiği ileri sürülen bu yapı 1597-1601 yıllarında Patrikhane kilisesi olarak kullanılmıştır. 1729'da çıkan büyük yangında yanmış ve ertesi sene Patrik II. Paisios zamanında tamir ettirilerek ibadete açılmıştır.

Giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1835 'de Patrik Konstantin zamanında yeniden tamir edildiği yazar. Ayrıca Narteks’deki kitabelerde 1933,1946 ve 1960'da onarım gördüğü yazılıdır.

Kilise camiye çevrilmeden önce, 1597-1601 yılları arasında, Sultan III. Mehmet döneminde, Ortodoks Rum Patrikhanesi olarak kullanılmıştır. 1601 yılında ise, Patrikhane günümüzdeki yerine taşınmıştır. Yapı dikdörtgen, uzunlamasına mekanları ve çatı örtüleriyle, dıştan bakıldığında üçgen gibidir. Çatı örtüleri düz dam şeklindedir.

Birbirinden sütunlarla ayrılan üç mekândan, üç nefli bir bazilika planına sahiptir. Erken Hristiyan ve Bizans kiliselerinde apsisin önünde din adamlarının bulunduğu, halkın giremediği kutsal bölüm bema kısmı ana bölümden iki basamak yüksektir. Doğu Ortodoks ve Doğu Katolik kiliselerinde, kilisenin merkezi apsisinin güney tarafında, kilisenin İlahi Hizmetlerinde kullanılan kıyafetlerin, kitapların tutulduğu hücrelerinin kendi apsisleri vardır. Bu üç apsis çıkıntısı dışarıdan yarım yuvarlaktır.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder