ANILARIMDA VENEDİK 1989

17 Temmuz 1989, Venedik…

Yatılı okul, özellikle İvriz İlköğretmen Okulu, alışkanlıklarım devam ediyor. Sanki, üzerimde iz bırakanlardan biri, Hüseyin Seçmen ranza demirlerine anahtarlarla vurarak ''kalkın, geri döndüğümde yataklarda kimseyi görmeyeceğim'' diyerek gidiyormuş duygusuyla, saat 06:15'de gözlerim aralanmıştı. İvriz'de ve ranzada değildim. Neredeydim acaba?

Birden anımsadım. Dün öğleden sonra, Klagenfurt'tan Lido di Jesola'ya gelmiştik. Sabah kahvaltısından sonra da rüyalarım ve hayallerimin kenti Venedik'e gidecektik.

Eşim Serap ile kızım Ceren'in uyanmaması için, olabildiğince sessiz davranarak, ihtiyaçlarımı giderdim. Dün gece fotoğraf çekemediğim yerleri görmek için, kilometrelerce uzanan sahilde yürüdüm.

Dün gece yarısını geçene kadar, iğne atsan yere düşmez deyiminin geçerli olduğu sahillerde bu sabah benden başka kimse yoktu. Onlarca fotoğraf çekerek otele döndüm. Eşimle kızım da kahvaltıya inmek için hazırlanmışlardı.

Kahvaltıdan sonra, tam zamanında ve eksiksiz olarak, gezi otobüsümüzde yerimizi aldık. Yaklaşık yarım saat sonra, Venedik’e en yakın bir vapur iskelesine ulaşıyoruz. Tarifeli vapur beklenirken, iskelede hatıra fotoğrafları çekiliyor. İskeleye yanaşan vapura biniyoruz Hava açık, güneşli ve sabah serinliği var. Herkesin neşesi yerinde.

Yarım saat sonra, hayallerimizi süsleyen, ölmeden önce görmek istediğim ''Suya Yansıyan Tarihi Güzellik” le karşılaşacağız. Bundan büyük mutluluk olur mu? Olmaz tabi…


Lido di Jesola'dan yavaşça uzaklaşıyoruz. Yolculuk boyunca lagündeki bazı adacıklar görülüyor. Kimilerinde gökkuşağı renkleriyle bezenmiş saray benzeri evler, kimilerinde ise yüksek çan kuleli kiliseler var.

Yaklaşık yarım saat sonra ''Puplic Transport'' yazan iskeleye yanaşıyor vaporetto. Böylece, hayalimizdeki Venedik kentine ayak basıyor ve fotoğraf makinelerimizi çalıştırmaya başlıyoruz.

Sahile paralel yürüyüş yolu bizi, ''Ahlar Köprüsü''nün de üzerinde bulunduğu, 1800'lerden kalma Ponte della Paglia Köprüsüne götürüyor. Köprü üzerinden geçerken sağda, üzeri beyaz taşlarla kaplı ikonik köprü (Ahlar Köprüsü) görüş alanımıza giriyor.






Sağ tarafımıza Dükler Sarayı'nı alarak ilerliyor ve San Marco Meydanı'na ulaşıyoruz. Meydanı gezginler ve turistlerin yanı sıra güvercinler de işgal etmiş.

Meydana girişte bizi sağ tarafımızda muhteşem Dükler Sarayı ile tam karşısında Sansovina Kütüphanesi, karşımızda ve sağda San Marco Kilisesi ve ön yüzünde yer alan ''Mahşerin Dört Atlısı'' ile karşısında  98 metre yüksekliğinde San Marco Çan Kulesi  bütün heybetiyle yerini almış.

Başlangıçta pazar yeri olarak tasarlanıp kullanılan San Marco Meydanı'nda, 1536 yılından sonra, pazar kurulması yasaklanmış.


Alanın deniz tarafındaki girişinin her iki tarafında birer tane sütün yer alıyor. Birinin üzerinde, Venedik’ ilk koruyucusu seçilen Bizans Kraliçesi Theodore’nin heykeli, diğerinde ise, sonradan, kentin yeni koruyucusu olarak seçilen San Marco’nun sembolik olarak temsil eden ve Venedik’in de sembolü olan bronz bir aslan heykeli yer alıyordu.

Meydanı panoramik olarak gezdikten sonra, serbest zamanda, Venedik yolculuğumuz süresince gözden geçirip yeniden düzenlediğim notlarımı çıkarıyorum.


Venedik Lagünü ve tarihçesi...

Yarım ay şeklindeki bir ”Lagün” üzerine kurulmuş olan Venedik; 118 adacık, 180 kanal ve adacıkları birbirine bağlayan 400 köprüden oluşuyor. Dünyada bir eşi daha bulunmayan coğrafyası ya da lagünü ve tümüyle antik yapılardan oluşan mimarisiyle bir masal kenti Venedik.

550 km2 lik Venedik lagünü, Akdeniz’in en geniş gelgit yelpazesine sahiptir. Fethiye’deki Ölü Denizde görüldüğü gibi, açık denizden gelen güçlü dalgalar yüksek kumulların oluşmasına neden olur. Kumullar arasında gelgit kanalları ve anakara ile kumul arasında göller oluşur. Bu tür göllere, lagün gölleri denmektedir.

Alp Dağlarının eteklerinden yola çıkarak, Adriyatik Denizine ulaşmaya çalışan nehirler, önlerine kattıkları çalı çırpı, ağaç kütükleri ve balçıkları, deniz kulağı olarak da adlandırılan lagüne taşırlar. Taşınanlar, küçük adacıkların oluşmasını sağlar.

Alplerden gelen derelerin getirdikleri alüvyonlarla sürekli beslenen bu adacıklar, denizden gelen hırçın dalgalara karşı koyabilecek dayanıklılığa kavuşurlar. Üstelik, gelgit dalgalarının oluşturduğu kumullar da koruyucu görev yaparlar.

M.Ö. 2000’li yıllarda, ilkel silahlarla avlanan atalarımız, özellikle geceleri, vahşi hayvanlardan korunmak için lagün göllerinden yararlanmışlar. Lagün göllerindeki alüvyonlu balçık üzerine diktikleri onlarca ağaç kazıklar üzerine kulübeler yapmışlar.

1000 yıl sonra , M.Ö. 1080’li yıllarda, Venedik lagününde aynı yöntem uygulanmış. Alpler’ deki ormanlardan getirdikleri milyonlarca kazık üzerine, Rüyalar Kenti Venedik kentini kurmuşlar.

Söylenceye göre, Santa Maria Kilisesi bir milyonu aşkın ahşap kazığın üzerine oturtularak yapımı gerçekleşmiş.

Büyük kanalla bağlantılı 180 kanalın bulunduğu bu kentte sokakların yerini kanallar, arabaların yerini de gondollar alır. Herhangi bir trafik keşmekeşi olmadığı gibi, motor ve egzoz sesi de duyulmaz. Bu nedenle Venedik, insanlar için, ‘’Huzur Kenti’’ olarak da tanımlanabilir. Gerçekten de huzur verici, şiirsel ve masalımsı bir havası var. Birdenbire kendinizi 1 000 yıl öncesinde hissediyorsunuz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder