ANTİK GİRANO İSPANYA

 

Barselona’nın 103 km kuzey doğusunda bulunan Girona, İspanya’daki 17 özerk eyaletten biri olup, kendi eyaletinin başkentidir. Katalonya bölgesinde yer alan bu  büyülü  şehri Onyar Nehri ikiye böler. Köprünün bir tarafında Antik Girona, diğer tarafında ise Yeni Girona bulunur.

Antik ve Yeni Girona'ları birbirine bağlayan Aslanlı Köprü üzerinden geçerken Antik Girona’ya doğru baktığınızda, kentin ve çevresinin en büyük kilisesi olan Girona Katedrali ya da Santa Maria Katedrali muhteşem görünüşüyle karşınıza çıkar.

Bu tarihi yapı, mimari güzelliğiyle fotoğraf karelerinizde unutulmaz bir iz bırakır.

Diğer taraftan, Antik Girona'ya ulaşmak için geçtiğiniz Onyar Nehri'nin iki yakasında sıralanmış olan pastel renkli evlerin,  sudaki yansımasıyla masalsı bir ortam ortaya çıkar. Yansıyan renklerle boyanmış binalar nehrin içinde yıllardır solmayan nadide çiçeklere benzer. Bu nedenle, kentlerin içinden geçen nehirler, kentlere masalsı bir hava katar.

İlginç bir detay olarak, köprü üzerinde aslan heykeli yoktur. Ancak neden “Aslanlı Köprü” dendiğini anlamak için köprüyü geçmek gerekir.

Köprünün sonunda karşınıza Plaça de Sant Feliu Meydanı çıkar. Antik Girona olarak tanımladığımız bu bölge, dar sokaklarında yüzyıllarca Yahudi nüfusunu barındıran, Yahudi Gettosunun başlangıç yeri olarak bilinir. 

Meydanın sağında, taş direğe tırmanmış bir aslan heykeli bulunur. Ancak aslandan ziyade, çok korkmuş ve ağaca tırmanmış bir kedi yavrusuna benzer. Kedi yavrusuna benzese de  taş direkteki aslan heykeli Yahudi Gettosunun koruma kalkanıdır.

Kastilya Kraliçesi Isabella, katı bir Katolik'ti ve hainleri ile kendi dini dışındaki inançlara sahip olanları düşman olarak görüyordu. Avrupa’daki son Müslüman ve Yahudi öldürülünceye kadar yıkanmayacağını söylemişti ve bu sözünde durdu. Hayatı boyunca sadece iki kez banyo yapmıştı.

İspanya Kraliçesi Isabella, Hristiyan kilisesi ile işbirliği yaparak 1492 yılında ülkedeki bütün Yahudilerin ülkeyi terk etmeleri üzere ferman çıkarmıştır. 1492 tarihli ferman İspanya kentlerinde olduğu gibi, 300 bin İspanya Yahudi’sinin içinde yer aldığı Girona’dakileri de zor durumda bırakır.

Yahudilerin bir bölümü Osmanlı İmparatorluğunca himaye altına alınırken, bir bölümü de din değiştirmiş Yahudiler sınıfına katılır. İspanya’dan kovulmamak için din değiştiren ya da değiştirmiş görünen Yahudiler de ”Gettolaşmak'' zorunda kalırlar.

Yahudiler, oluşturdukları Gettolarında içlerine kapanıp, göze çarpmamaya çalışan bir topluluğa dönüşürler. Zorunlu olmadıkça bölgelerinden çıkmazlar, unutulmak isterler. Kendilerini de kem gözlerden ve yabancılardan korumak isterler.

İşte, Onyar Nehrini geçerek Yahudi mahallesine adım attığımızda karşılaştığımız, beton direğe tırmanan aslan maskotu, güvenlik nedeniyle oraya konulmuştur.

Onyar Nehrini geçenler, gettoya girmeden önce; direkteki aslanın poposunu öpüyorlar ise, Yahudi cemaatinin üyesidirler. Öpmüyorlar ise, Yahudi Cemaati dışından, yabancı kişilerdir.


10 Nisan 2009 Cuma, Girano…

8 Nisan 2009 çarşamba günü, İstanbul Atatürk Hava alanından saat 14.30 da havalanan uçağımız, Barselona’ya, İspanya’nın yerel saati ile saat 17.00 de ulaşmıştı. Bizi karşılayan tur otobüsü ile, yaklaşık 2 saatlik şehir turundan sonra otelimize giderek yerleşmiştik.

Perşembe günü, Barselona Şaheserleri turu çerçevesinde; Yahudi tepesi olarak bilinen Montjuik tepesinden sonra, Barselona’ya damgasını vuran Mimar Gaudi’nin iki önemli eseri, Park Güell ve Sagrada Familia gezildi. Öğleden sonraki serbest zamanımızda da La Rambla Caddesini gezip, Kolon Meydanına ulaşarak Port Well gezilmişti.

Barselona’ya gelmişken; Figueres’teki Salvador Dali Müzesi ile Katalanların, Barselona’dan sonraki en önemli kenti Girona’yı görmeden edemezdik. Rehberimiz Tülay hanım; ”Barselona’ya gelen turistlerin Olmazsa Olmaz” dediklerinden biri de ”Figueres’teki Dali Müzesinin görülmesidir.” Demişti.

10 Nisan 2009 Cuma günü otelimizde güzel bir kahvaltıdan sonra tur otobüsünde yerlerimizi alıyor ve Girano yolculuğu başlıyor. 

Katıldığımız tur şirketi, bir aile şirketi olup; baba Demir Bey, anne Tülay Hanım ve çocukları Kağan ve Orhan, İspanya tarihi ve ekstra turlarda ziyaret edeceğimiz kentlerin tarihi ve sosyal yapılarını çok iyi biliyorlar. Olağanüstü tarih bilgilerini de, bu tür yolculuklarda, konuklarına, yani bizlere aktarıyorlar. Böylelikle, ziyaretine gittiğimiz kente ulaşmadan önce, kentin tarihi ve turistik yerleri , konusunda bilgilenmiş oluyoruz.


Bu kez de ziyaret etmek istediğimiz Girano ve Figueres hakkında bilgi vermeye başlıyor rehberimiz Tülay Hanım. Barselona’nın 103 km kuzey doğusunda bulunan Girona, İspanya’daki 17 özerk eyaletten biri olup, kendi eyaletinin başkentidir.

Yöreye ilk yerleşenler İberler, Avrupa kıtasının Akdeniz’e uzanan üç yarımadasından biri de İber Yarımadası’dır. Ancak, İber Yarımadası Roma kayıtlarında Hispanya olarak geçmektedir. Bu nedenle, İber Yarımadası İspanya olarak bilinmektedir.

İber Yarımadasında İspanya’nın yanı sıra Portekiz devleti de yer almaktadır. İberler, Antik çağda bugünkü İber Yarımadasının doğusunda ve güney doğusunda yaşamış bir halktır. Günümüzde İberler, bu yarımadada yaşayan topluluğun yerli halkı olarak kabul edilmektedir.

İberler, boylar halinde ve izole topluluklar halinde yaşamışlar. Metal işleme, bronz ve tarımda gelişmiş bir toplumdur. Sonraki dönemde gelişerek şehirleşmişler ve yüksek medeniyet seviyesine ulaşmışlar.

Daha sonra Romalılar geliyor ve uzun süre kalıyorlar. Romanın 5. yüzyılda zayıf düşmesinden yararlanan Vizigotlar bölgeyi kontrolleri altına alıyorlar. Büyük bir Cermen Kabilesi olan Gotların en büyük iki kolundan biri Vizigotlar, diğeri Ostrogotlardır.


Vizigotlar, M.S. 370 yılından itibaren, Kavimler Göçü ile birlikte hareket eden en önemli topluluklardır. Batı Roma İmparatorluğunun çökmesinden sonra tarih sahnesine çıkmışlar ve Batı Avrupa’nın şekillenmesinde önemli rol oynamışlardır.

8. yüzyılda ise, kuzey Afrika’nın çeşitli bölgelerinde yaşayan ve Mağribiler adı verilen Müslümanların İber Yarımadasına hakim oldukları görülüyor. Tarık bin Ziyad 711 yılında, sonradan adını taşıyacak olan Cebelitarık Boğazından, peşinde ordusuyla İber Yarımadası’na geçer.  Geçer geçmez de gemileri yakar, artık geriye dönüş yoktur. Dönmedikleri gibi Araplar, İber Yarımadasında 800 yıl kalırlar.

711-1492 yılları arasında, İber Yarımadasında Müslümanlığın etkisi altında bulunan bölgelere Endülüs adı verilmiştir. 

Kuzey Afrika’dan İber Yarımadasına geçen ve gemilerini yaktıran Tarık Bin Ziyad, Vizigot kralı Rodrigo’yu ağır bir yenilgiye uğratınca Vizigot krallığı parçalanır ve bütün İber yarımadası kısa bir süre içinde Müslümanların eline geçer.

750 yılında, Bağdat’ta halifeliklerini ilan eden Abbasiler, İspanya’da, Endülüs Emevî devletini kurarlar. Bu dönem Endülüs’ün en parlak dönemi olarak bilinir.

Kurtuba şehri, Bağdat ve Kahire’den sonra dünyanın üçüncü önemli bilim merkezi haline gelir. Bu dönemde günümüz Avrupa bilim ve sanatının bazı temelleri Endülüs’te atılır.


Endülüs Emevî Devletinde yaşayan bütün azınlıklar, ki en önemlileri Yahudiler idi, büyük bir hoşgörü içerisinde yaşarlar. Dilleri ve dinlerini özgürce kullanan Yahudiler Ticaret yapıp, zenginleşirler.

10. yüzyılda, Mısır’daki Fatımiler de kendilerini halife ilan edince, Abbasiliğin gücü azalır ve İslam önderliği bölünür. Bu ortamda Endülüs Emiri III. Abdurrahman 16 Ocak 929 tarihinde kendisini halife ilan eder ve Kurtuba'yı da başkent yapar. 

İspanya tarihini anlatmakta olan rehberimiz biraz soluklandıktan sonra, Endülüs Emevîlerinin başarıları 11. yüzyıl başlarına kadar devam etti. Dedikten sonra, anlatmaya devam etti.

1031 yılında halifelik parçalanarak küçük beyliklere bölündü ve eski gücünü kaybetti. 1236 yılında, Endülüs’ün en büyük merkezi olan Kurtuba, Kastilya Kralı II. Ferdinand tarafından ele geçirilip, yakılıp yıkıldı. Bundan sonraki süreçte, Endülüs şehirleri birer ikişer ele geçirilerek, Endülüs Beyliklerine son verildi.

Bunlardan sadece bir tanesi, güney doğu İspanya’da Hristiyanlara karşı direndi. Bu devlet, merkezi Granada olan Beni Ahmer idi.

15. yüzyılın sonlarına doğru Kastilya Kraliçesi Isabella ile Aragon Kralı Ferdinand’ın evliliği İspanyol Birliğinin oluşumunu ve Avrupa’nın en güçlü devleti olmasını sağladı. Vizigotlar ile de anlaşma sağlanınca ”Yeniden Fetih” hayalleri gerçekleşti. 



İspanya Kraliçesi Isabella'nın Hristiyan kilisesi ile işbirliği yaparak 31 Mart 1492 tarihinde ülkedeki bütün Yahudilerin, 2 Ağustos 1492 tarihine kadar ülkeyi terk etmeleri için ferman yayınlaması ülkedeki 300 bin İspanya Yahudi’sini zor durumda bırakır.

Rehberimiz   Tülay Hanımın İspanya tarihi ile ilgili bilgiler nedeniyle yolculuğumuzun nasıl geçtiğinin farkına bile varmamıştık.

İki saate yakın bir yolculuktan sonra, Girona kentinin kuzey bölgesindeki Rotenda del Ponte del Pedret Meydanına ulaşıyoruz. Meydanın merkezi, yarıçapı oldukça büyük bir daireden oluşmuş. Meydanın  çevresinde, yüzlerce araçlık park yerleri ve tuvaletler bulunuyor. Kente gelen çok sayıda turistin acil ihtiyaçlarının karşılanması düşünülmüş. Çağdaş bir davranış olarak nitelendirdim.


Rehberimiz, 20 dakikalık ihtiyaç molası verildiğini, bu sürenin sonunda Passeig de Jose Canalejas Caddesinin başında toplanacağımızı söylüyor.  Kısa molada zorunlu ihtiyaçlarımızı gideriyoruz. Molanın ardından, rehberimizin elinde şemsiye gibi tuttuğu, gökkuşağı renklerle bezenmiş ayçiçeğinin peşine düşüyoruz.

Passeig de Jose Canalejas caddesini takip ederek, sarmaşıkların sardığı bir demir yolu köprüsünün altından geçiyoruz. Türizm  Danışma Ofisinin bulunduğu bir köşe başına ulaşıyoruz.

Sol tarafımızda Onyar Nehri ve bizi Antik Girona’ya götürecek olan Aslanlı köprü bulunuyor. Onyar Nehri Girano Kentini ikiye ayırmış. Köprünün karşısında bulunan Antik Girona ve bizim tarafımızda bulunan Yeni Girona.


Köprüden Antik Girona’ya bakıldığında, kentin ve yörenin en büyük kilisesi, Girona Katedrali ya da Santa Maria Katedrali görülüyor. Muhteşem bir mimari harikası olan katedral, fotoğraf karelerimizde de yerini alıyor.

Köprüden, Girano Kentini ikiye ayıran Onyar Nehrine bakıyoruz. Nehrin iki yakasına sıralanmış pastel renkli evlerin görüntüleri suda yansıyarak, su ve ışığın birleşmesiyle masalımsı bir hava yaratmış. Bu haliyle, Rüyalar ve Aşıklar Kenti Venedik akla geliyor. Hepsi birbirinden güzel renklere boyanmış binalar; suların içinde, yüz yıllardır solmayan nadide çiçeklere benziyor.

Kentlerin içinden geçen nehirlerin, kentlere masalımsı bir hava kattığının bir kez daha farkına varıyorum. Ankara ve Ankara Çayı aklıma gelince, gerçekten çok üzülüyorum.


Üzerinden geçtiğimiz köprüye, üzerinde bir aslan bulunmadığı halde ”Neden Aslanlı Köprü” sorusunun yanıtı, köprüyü geçince anlaşılıyor. Köprünün sonunda karşımıza Plaça de Sant Feliu Meydanı çıkıyor.

Antik Girona olarak tanımladığımız bu bölge, dar sokaklarında yüzyıllarca Yahudi nüfusunu barındıran Yahudi Gettosunun başlangıç yeri olarak biliniyor. 

Meydanın sağında, taş direğe tırmanmış bir aslan heykeli var. Yukarıdaki resimde görüldüğü gibi, taş direkteki görüntü, aslandan ziyade, çok korkmuş ve ağaca tırmanmış bir kedi yavrusuna benziyor.

İspanya Kraliçesi Isabella'nın  31 Mart 1492 tarihinde çıkardığı ferman  300 bin İspanya Yahudi’sini iyice zor durumda bırakmıştı. Girona’daki Yahudiler de bu fermandan üzerlerine düşeni almışlardı.

İspanya’dan kovulmamak için din değiştiren ya da değiştirmiş görünen Yahudiler, ”Gettolaşmak'' zorunda kalmışlardı. Gettolar, Yahudilerin gönüllü olarak veya zorlanarak yerleştirildikleri ve her türlü gereksinimini başka yere gitmeden karşılayabildikleri mahallelerdi. 

1492 yılından sonra Girona’da, Yahudi Mahallesinde kalmak zorunda bırakılan Yahudiler, göze çarpmamaya çalışan ve kapalı bir ekonomi oluşturan bir topluluğa dönüşürler. Kendilerini de kem gözlerden ve yabancılardan korumak isterler. Önlem alırlar. İşte, Onyar Nehrini geçerek Yahudi mahallesine adım attığımızda karşılaştığımız, beton direğe tırmanan aslan, bizi buraya ulaştıran köprüye adını vermişti.


Fotoğraflar çekildikten sonra Ramla Caddesine giriyoruz. Rehberimize göre, La Rambla, Orta Çağdan beri, insanların alış veriş yaptıkları en önemli cadde oluyor. Aradan yüz yıllar geçmesine rağmen, dokusu değişmeden kalabilen caddelerden biri.

İşlek mağazaları, kafeteryaları, turistik restoranları, küçük ve otantik alış veriş mağazaları, sokaklara taşmış masa ve sandalyeleriyle ilginç bir cadde. Trafiğe kapalı ağaçlarla bir bölgeye giriyoruz. Barselona’daki Katalunya Meydanını Kolon Meydanına bağlayan Dere Yatağı (La Rambla) aklıma geliyor. Ancak, oradaki cıvıldama burada yok.

Eşim, otantik dükkanları ve alış veriş tezgahlarını gözden geçirirken, ben de etrafı dolaşarak sürekli fotoğraf çekiyorum. Rehberimizin, kısa bir mola veriyoruz demesi üzerine, ağaçların altındaki masalardan birine oturuyoruz. Kalamarlı sandviçler ve kolalı içecekler alarak, açlığımızı bastırıyoruz. Kalamarlı sandviçler doyurucu olduğu gibi, 2 Euroluk fiyatıyla kesemize de uygun. Karnımızı doyurup, dinlendikten sonra, kazandığımız enerjiyle gezimizi sürdürüyoruz.


Kısa molamızdan sonra, daracık sokaklardan ve çok basamaklı merdivenlerden tırmanarak, katedrallerin kulelerini takip ediyoruz. Sokaklar eğimli ve hala Orta Çağ atmosferi hakim. ”Ara” olarak bilinen Yahudi Mahallesi, küçük ve dar bir labirent içine yayılmış adeta.

Yahudi yerleşim bölgelerine ”Call” adı verilmiş. Call bölgeleri; yüksek taş duvarları, yüzlerce dik merdivenleri, Arnavut kaldırımlı dar sokakları ile turistlerin ilgisini çekiyor. Neden yüksek taş duvarlar? Sorusuna yanıt aradığımızda, aklıma Kapadokya Yöresi geliyor.  

M.S. 3. yüzyılda Kapadokya’ya Hristiyanlar gelir ve bölge onlar için bir eğitim ve düşünce merkezi olur. 303-308 yılları arasında Hristiyanlara uygulanan baskılar iyice artar. Kapadokya baskılardan korunmak ve Hristiyan öğretiyi yaymak için ideal bir yerdir. Derin vadiler ve volkanik yumuşak kayalardan oydukları sığınaklar Romalı askerlere karşı güvenli bir alan oluşturur.

Ortodokslar; İsa, Meryem ve ermişlerin tahta üzerine mumlu ve yumurtalı boyalarla yapılmış dini içerikli resimleri, yani ”İkonlar” önünde dua ederler. III. Leon’un ikonları yasaklamasından sonra, 4. yüzyılda bölgenin önemi artar. Bu durum karşısında, ikon yanlısı bazı kişiler de bölgeye sığınmaya başlar, ikondan yana olanlar burada rahatlıkla ibadetlerini sürdürürler.

Kapadokya’daki Hristiyanlar yasaklardan korunabilmek için; kayaları oymuşlar, yerin altına, labirentleri andıran yerleşim birimleri yapmışlar. Yahudiler de korunmanın yolunu; insanların zorla geçebileceği daracık sokaklar, yüzlerce basamağı olan dik merdivenler ve yüksek taş duvarlar yaparak sağlamaya çalışmışlar.


Yahudi Mahallesi Call’in dik yokuşlu ve yüzlerce merdivenli sokaklarından  çıkarken, Orta Çağda, burada yaşayanların günlük koşuşturma ve heyecanlarını ruhunuzda hissedebilirsiniz.

Bu mahallede; kuytuda kalmış, mozaik karolarla kaplı ve sessiz avlulardan birine girerek kısa bir mola verebilir, düşsel olarak Orta Çağa gidebilirsiniz.

Daracık, dik ve çok merdivenli sokaklardan geçerek, Esglesia de Sant Felium Kilisesine ulaşıyoruz. Kilisenin duvarlarında, eski çeyiz sandıklarına benzeyen çıkıntılar dikkatimizi çekiyor ve rehberimizden bilgi istiyoruz. 

Duvarların, Sant Felium Kilisesinin papazlara ayrılan bölümünün duvarları olduğunu öğreniyoruz. Pagan ve Hristiyan cenaze lahitleri, bu duvarlardaki çeyiz sandığı biçimindeki lahitlere yerleştirilmiş


Alaca karanlığın loş ışığındaki lahitler, etrafa korkutucu bir görünüm yansıtıyor. Lahitlerin üzerindeki tasvir, Persephone’yi dünyanın derinliklerine taşıyan Plüton’u (Hades) betimliyor. 

Özgür Ansiklopedi (Vikipedi) ve Yunan Mitolojisinden edindiğim bilgilere göre; Babaları Kronos’un yok edilmesinden sonra üç oğul yani Zeus, Poseidon ve Hades kalan mirası anlayış içinde paylaşılmış. Zeus’a uçsuz bucaksız gökyüzü, Poseidon’a engin denizler, Hades’e ise tüm toprak altı dünyası miras olarak kalmış.

Toprak altı karanlığı, ölümü ve kederi simgeler. Hades’i, Azrail olarak düşünebiliriz. Hades ya da Azrail, insanları kendi diyarına götürebilmek için, görünmez olmak zorundadır. Ona bu görünmezlik özelliğini sağlayacak bir miğfer giyer. 

Ölüler ülkesinin Tanrısı Hades, doğal olarak insanlar tarafından sevilmez ve kendisinden korkulur. Cehennemdeki muhteşem bir sarayda, kendine eş olarak yer yüzünden cebren ve hile ile getirdiği güzel kadınlar ile yaşarmış.

Işıksız ve hareketsiz olan bu ortamdaki kadınlar, dalından koparılmış birer çiçek gibi günden güne solarak ölürlermiş. Hades de sevgiye muhtaç, ancak çaresiz bir şekilde o zenginliğe rağmen mutsuz bir hayat sürermiş. Yalnızlığını giderebilmek için yeğeni, Zeus ve Demeter’in kızı, Persephone (Kore) yi kaçırır.


Mitolojideki söylencelerden birine göre, Persephone Cennete benzer bir korulukta çiçek toplarken, yer birdenbire yarılır. Ölümün karanlık efendisi, o muhteşem atlı arabasıyla ölüler ülkesinden çıkar, Persephone’yi arabasına alarak geri döner ve toprak altı dünyasının kraliçesi yapar.

Hades’in Ölüler İmparatorluğuna girmek çok kolay, ama geri dönüş olanaksızdır. Hades kapıları geri dönüşe izin vermez. Başka bir deyişle, ölümden sonra diriliş yoktur.

Ancak, Matthew İncili’ne göre; Hz. İsa’nın kıyamette yeniden geleceği, Şam’ın doğusundaki beyaz minarede Mehdi ile buluşacağı ve Deccalı öldüreceği anlatılır. Ayrıca, Matthew İncili’ne göre; İsa Mesih’in şöyle dediğini yazar. Kiliseleri yukarılara, göğe yakın kayalıklara kurun, mezarları (lahitleri) da yukarıda yapın, Hades Kapıları bu yapılara geçerli değildir.

Demek ki, Sant Felium Kilisesinin duvarlarına yerleştirilmiş olan mezarlar, Hades Kapılarını açabilmek ve yeniden dirilişi sağlayabilmek için yapılmıştır.


Esglesia de Sant Felium Kilisesini geçiyoruz. Antik Girano Katedrali’ne giderken Paskalya Törenleri hazırlıklarına rastlıyoruz. Hristiyanlıktaki en eski ve en önemli   bayramdır Paskalya. 

İsa’nın çarmıha gerildikten sonra 3. günde dirilişi kutlanır. Doğu ve Batı kiliseleri arasında farklılıklar olmakla beraber, Paskalya dönemi yaklaşık olarak  Mart sonundan Nisan sonuna kadar olan dönemdir.

Her sene sabit bir tarihte gerçekleşmeyen ve dünya kiliselerinin çoğunda Pazar günü kutlanan Paskalya Günü ise, Kıyam Yortusu, Diriliş Pazarı ya da Diriliş Günü olarak da adlandırılır. İsa’nın sırtına bir haç yüklemişler. Yüklemişler çünkü İsa, askerlerin denetiminde, halkın arasından geçerek haçını sırtında taşımış.

Matthew inciline göre, İsa Mesih, çarmıh üzerindeyken bile kendisini çarmıha gerenleri affettiğini söylemiş.

Pastel renkleriyle boyanmış İkonlar gözden geçiriliyor, eksikleri tamamlanmaya çalışılıyor. Birden bire bastırabilecek Nisan yağmurlarından da koruyabilmek için, naylon örtüler kullanılıyor. Paskalya Törenleri; İsa Peygamberin Kudüs’e gelişinin anılmasıyla başlıyor. Sonraki altı gün boyunca; İsa’nın, havarileriyle son yemeği, Romalı askerlere yakalanışı, işkenceden geçirilişi, çarmıha gerilmesi, ölümü ve göğe yükselmesi anlatılır ve anılır.

İsa’nın dirilişini dile getiren Paskalya, Hristiyanlığın en büyük bayramıdır. Paskalya günü; İlkbaharda, gün dönümünün başladığı 21 Martta dolunayın görülmesinden sonraki pazar günüdür.


Paskalya Törenleri hazırlıkları izleyip, fotoğraflarını çektikten sonra, Santa Maria Katedraline ulaşmak için rehberimizin elindeki ayçiçeğinin peşine düşüyoruz. Bir süre sonra, giriş sahanlığına 90 basamakla ulaşılabilen katedral karşımıza çıkıyor.

Girona’nın orta çağlarda inşa edilen katedrallerinden biri. Dünya’nın en önemli Gotik anıtlarından biri olarak biliniyor. İnşaatına 14. yüzyılda başlanmış ve 300 yıl sonra, 17. yüzyılda bitirilebilmiş. Muhteşem cephesinde yer alan Barok stildeki süslemeler, büyük bir kubbe ve melek şeklinde bronzdan bir rüzgar gülüyle taçlanıyor

Ana kapıdan koroya değin uzanan açıklık alanın uzunluğu 23 metre olup. Hristiyan aleminin Gotik stildeki en büyük örneğini teşkil ediyor. Katedraller, Haçlı Seferlerini bir başka yan ürünüydü.

İlk Haçlılar Kutsal Topraklara giderken yollarının üzerindeki Konstantinopolis’i gördüklerinde kentin büyüklüğü ve zenginliğinden ve Ayasofya’nın görkeminden çok etkilendiler. Avrupa’da bunlarla karşılaştırılabilecek ne bir kent ne de bir kilise vardı. Katedral yapımının, birinci Haçlı Seferleri bitip Haçlıların yurtlarına dönmelerinden kısa bir süre sonra başlanması bir tesadüf değildi. Gotik katedraller baştan aşığı İncil’deki öykülerin yontusal temsilleriyle kaplıydı.


En etkileyici yenilik ise, kilise duvarlarının, neredeyse, tamamen kaldırılmasıydı. Duvarların yerini, öykülerin İncil’den resmedildiği renkli vitraylar aldı. Böylece, tüm yapı, taşları ve renkli camlarıyla , okuma yazma bilmeyenler için İncil’e dönüştü. Burada önemli olan ise, bu görsel imgelerin herkesçe biliniyor olması; efendi, tüccar, uşak ve serf gibi, herkese açık olmasıydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder