İSTANBUL KÜÇÜKSU KASRI

 


Küçüksu ya da Göksu Kasrı, İstanbul'un Küçüksu semtinde, Göksu Deresi ile Küçüksu Deresi arasında, Boğaziçi'nde Üsküdar-Beykoz sahil yolu üzerinde yer almaktadır.

Sultan Abdülmecid tarafından Nigoğos Balyan' a yaptırılmış, inşaatı 1856 yılında tamamlanmıştır. Eski adı "Göksu Kasrı" olan bu yapı, padişahların Boğaziçi kıyılarındaki biniş kasırlarından biridir.

Yalnız padişahlara ait ve özel olan kasırlar sürekli olarak kullanılmayıp, padişahların dinlenmeleri için vakit geçirdikleri yerlerdir.

İstanbul Anadolu yakasında, Beykoz Göksu Mahallesi'nde, Göksu ile Küçüksu dereleri arasında kalan çayırlık alan, Osmanlı döneminde padişahların Boğaziçi’ndeki has bahçelerinden, zamanla da en gözde mesire yerlerinden biri olmuştur.

Ünlü gezgin Evliya Çelebi 19. yüzyılda “bir âb-ı hayât nehirdir” diye bahsettiği Göksu’yu, üzerinde kayıklarla dolaşılan; etrafı gül bahçeleri, küçük köşkler ve hazineye ait değirmenlerle çevrili sakin bir yer olarak tanımlamıştır.

Sultan IV. Murat, Kandilli’ ye kadar sık selvi ağaçlarıyla kaplı Küçüksu ve çevresini düzenlettirerek buraya “Gümüş Selvi” adını vermiştir.

Hasbahçe içindeki ilk yapılaşma Sultan I. Mahmud döneminde başlamıştır.

Boğaziçi kıyısındaki iki katlı yapı, Sultan III. Selim döneminde geniş çaplı bir onarımdan geçmiş ve Sultan’ın isteği üzerine çok sevdiği annesi Mihrişah Valide Sultan adına 1806’da bir çeşme de eklenmiştir.

Sultan II. Mahmud döneminde de kullanılmaya devam eden eski köşk, Sultan Abdülmecid tarafından yıktırılmış ve yerine 1856-1857 yıllarında yeni Küçüksu Kasrı yaptırılmıştır. Sultan Abdülaziz döneminde, kasrın cephe süslemeleri elden geçirilerek zenginleştirilmiştir.

Bodrum katıyla birlikte üç katlı olan Küçüksu Kasrı, 15×27 metrelik bir alan üzerine yığma tekniğiyle ve kâgir olarak yapılmıştır.

Bodrum katı kiler, mutfak ve hizmetkârlara ayrılmış; diğer katlar ise bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir.

Bu özelliğiyle geleneksel Türk evi plan tipini yansıtan yapı, genellikle dinlenme ve av amaçlı olarak kullanılan bir “biniş kasrı” niteliğindedir.

Küçüksu Kasrı, 1983’te müze-saray olarak ziyarete açılmıştır.


22 Mart 2014 Cumartesi, Küçüksu İstanbul…

Dünyada içinden deniz geçen tek şehir olmanın yanı sıra, 1500 yıl süreyle üç imparatorluğa başkentlik yapmış olan İstanbul’da Boğaziçi turları ”olmazsa olmazlardan biridir.”

2011 yılında yaptığım Boğaziçi turlarından birinde kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesi ile dikkatimi çekmişti Küçüksu Kasrı. İlk ziyaretimi de 2011 yılı Eylül ayında gerçekleştirmiştim. Sonraki yıllarda, 2014 yılına gelinceye kadar, birkaç kez daha ziyaret ettim.

Boğaziçi’nde bir mücevher olarak gördüğüm kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesi ve iç bezemelerinin zenginliği ile onlarca kez ziyaret etmiştim. Bu kez eşimle birlikte ziyaret ediyoruz Küçüksu Kasrı’nı.

Göktürk’ten hareketle 45 dakikada ulaştığımız Küçüksu çayırındaki otoparka arabamızı park ederek kasrın giriş kapısına geliyoruz. Giriş biletlerimizi aldıktan sonra, bir süre kasrın bahçesinde dolaşarak, fotoğraflar çekiyoruz. Rehberin uyarısıyla içeri giriyor ve kasırla ilgili bilgilerini dinliyoruz odaları dolaşırken.


Rehberin açıklamalarına göre; (15×27) metrekarelik bir alan üzerine oturan kasır, bodrum üzerine üç katlıdır ve yığma tekniğiyle kâgir olarak yapılmış. Bahçesinin çevresi, diğer saray yapılarındaki yüksek duvarların aksine döküm tekniğiyle yapılmış ve dört yönde kapısı olan zarif demir parmaklıklarla çevrilmiş.

İlk kez İngiltere ve Avrupa devletlerinde elçilikler açılmış, Paris ve Londra gibi kentlerde elçilik yapanlar, dönüşlerinde bu kentlerdeki anıtsal yapıları ve kent parklarını anlatmışlar.

Bu anlatılardan sonra ki 19. yüzyıl Osmanlı yaşamı yalnızca siyasal ve toplumsal açıdan değil sanatsal ürünler açısından da yeniliklerin oluştuğu ve geleneksel kimi değerlerin göz ardı edilmeye başlandığı, Avrupa değerlerinin de yapılara girdiği bir dönem olarak karşımıza çıktığını söylüyor rehberimiz.

Aklıma, alabildiğine zengin bir görünüm kazandırdığı Dolmabahçe Sarayı ve onun küçük bir kopyası olan Ihlamur Kasrı geliyor. 17. yüzyılda başlayan değişim rüzgârı, 18. yüzyılda temellenmeye başlamış, 19. yüzyıldaysa ürünlerini verir konuma gelmiştir.

Mimarlık alanında da bu değişim başlıca göstergelerini, İstanbul’un siluetini değiştiren ve ona göre yeni bir görünüm kazandıran anıtsal saraylar ve askeri yapılarla oluşturmaktadır.

Denizin İstanbul ve özellikle Boğaziçi, Haydarpaşa İstasyonu, Kuleli Askeri Lisesi, Dolmabahçe ve Beylerbeyi sarayları gibi anıtsal yapılarla donanmaktadır.

İstanbul, hem sarayın hem de Mısır Hıdivleri gibi zenginlerin yaptıkları kasır ve köşklerle de zenginleşmektedir. Bu yapılar arasında Küçüksu Kasrı’nın, gerek konumu gerekse mimari biçimi açısından ayrı bir yeri bulunmaktadır. Sahip olduğu nitelikleriyle dönemin mimarlık ortamının tanınmasına ve tanımlanmasına olanak veren önemli örneklerden birini oluşturmaktadır.


19. yüzyıl ortalarından başlayarak Osmanlı yaşamında gayri Müslim, özellikle Ermeni mimarların sarayda ve Mısır Hıdivlerinde oldukça yoğun bir işgücü oluşturduklarını görüyoruz. Oysa 16. yüzyıl ortalarından 17. yüzyıl sonlarına dek mimarlık eylemlerinin başında hep Müslüman mimarlar bulunmuş, ancak 18. yüzyıldan başlayarak gayri Müslim mimarların sayısında belirli bir artış yaşanmıştır.

Sultan Abdülmecit dönemi, özellikle saray ve kasır mimarlığında Batılı biçimlerin tercih edildiği yıllardır. 19. yüzyıl ortalarından başlayarak Osmanlı yaşamında gayri Müslim, özellikle Ermeni mimarların sarayda ve Mısır Hıdivlerinde oldukça yoğun bir işgücü oluşturduklarını görüyoruz.

Oysa 16. yüzyıl ortalarından 17. yüzyıl sonlarına dek mimarlık eylemlerinin başında hep Müslüman mimarlar bulunmuş, ancak 18. yüzyıldan başlayarak gayri Müslim mimarların sayısında belirli bir artış yaşanmıştır. Sultan Abdülmecit dönemi, özellikle saray ve kasır mimarlığında Batılı biçimlerin tercih edildiği yıllardır.

Sultan Abdülmecit, Dolmabahçe ve Ihlamur yapılarında olduğu gibi Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu alanda da eski ve ahşap yapıyı yıktırarak, yerine bugünkü kasrı yaptırmıştır. Küçüksu Kasrı’nın mimarı Ermeni kökenli Nikogos Balyan’dır.

Fotoğraflar çekildikten sonra, Küçüksu Kasrı ziyaretimizde bizi karşılayan ve 15-20 kişilik gruba rehberlik eden görevli, Küçüksu kasrı ve tarihçesini çok güzel anlattı.

Görevli arkadaşın anlattıklarına göre; Osmanlı tarihinde Lale Devri adıyla geçen dönem, Patrona Halil İsyanı olarak da bilinen Yeniçeri ayaklanmasıyla kanlı bir şekilde sona ermiştir.

Patrona Halil idaresindeki bu ayaklanma 28 Eylül 1730’da başlayıp günlerce sürmüştür. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idam edilmiş; Sultan III. Ahmet tahttan indirilmiş ve yerine yeğeni I. Mahmut tahta geçirilmiştir.

Böylelikle Lale Devri adı verilecek devir sona erdirilmiştir. Lale Devri’ni sona erdiren bu isyanda, Kâğıthane’de bulunan saray, köşk, yalı ve benzeri binalar yağmalanıp yıkılmıştır. İşte, böyle bir ortamda tahta çıkan I. Mahmut, Kâğıthane ve civarını imar etmek yerine, Boğaziçi kıyılarında dinlenmeyi ve eğlenmeyi tercih etmiştir.

Anadoluhisarı’nda bulunan Küçüksu bölgesi de, padişahın Boğaz’da en fazla sevdiği semtlerden biri olmuştur.


Boğaziçi’nde, Küçüksu ile Göksu Derelerinin arasındaki alanda bulunan Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu yörenin yerleşim tarihi Bizans dönemine dek inmektedir.

Bodrumuyla birlikte üç katlı olan kasrın bodrum katı; kiler, mutfak ve hizmet edenlere ayrılmış, diğer katlarsa bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir.

Bu özelliğiyle geleneksel Türk Evi plan tipini yansıtan yapı, genellikle dinlenme ve av amaçlı olarak kullanılan bir “biniş kasrı” niteliğindedir. Devlete ait diğer saray yapılarının tersine yüksek duvarlarla değil, dört yönde kapısı olan ve döküm tekniğiyle yapılmış zarif demir parmaklıklarla çevrilidir. Sultan Abdülaziz döneminde cephe süslemeleri elden geçirilerek zenginleştirilmiştir.

Kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesinde, bu cepheye yaslanmış şadırvanlı küçük havuzunda ve merdivenlerinde Batılı süsleme motifleri kullanılmıştır. Uzun kenarı denize paralel, dikdörtgen planlı bir yapıdır. Yerden 3m kadar yüksekteki bir alt bölüme oturan iki kattan oluşmuş. Deniz cephesi üç düşey parçaya ayrılmıştır. Bunlardan ortadaki düz, yanlardaki dışbükeydir.


Orta bölümde bulunan kapıya, at nalı biçimli, iki kollu görkemli bir mermer merdivenle ulaşılır. At nalının iki kolu arasında fıskiyeli mermer bir havuz yer alır. Oda ve salonlar değerli sanat eserleriyle döşenmiş, Avrupa’dan sipariş edilen mobilyalara yer verilmiştir.

Tavanları alçı kabartma ve kalem işi süslemelidir. Birbirinden farklı renk ve biçimdeki İtalyan mermerinden yapılmış şömineleri, odaların her birinde ayrı süslemeli ve ince işçilik uygulanmış parkeleri bile göz kamaştırıcıdır.

Avrupai tarzdaki mobilyaları, halı ve duvarlarındaki seçme tablolarıyla zengin bir sanat müzesi görünümündedir. Cumhuriyet döneminde, bir süre, yabancı devlet adamları için konukevi olarak kullanılmış.1992 yılında başlatılan kapsamlı bir yenileme projesiyle Küçüksu Kasrı’nın denize kayması engellenerek, 1996 yılında yeniden müze-saray olarak ziyarete açılmıştır.

Küçüksu Kasrı bahçesi içinde yer alan çeşme, Küçüksu Çeşmesi olarak anılsa da asıl adı Mihrişah Sultan Çeşmesi’dir. 1806 yılında Sultan III. Selim tarafından annesi Mihrişah Sultan adına yaptırılmıştır.

Mimarı bilinmeyen çeşme, Göksu ve Küçüksu dereleri arasındaki ünlü Küçüksu Mesiresi’nde yer almasından ötürü, İstanbul edebiyatında özel bir yere sahiptir. Eski Boğaziçi resimlerinde en çok resmedilen yapılardan biridir. Küçüksu Mihrişah Sultan Çeşmesi, barok ve ampir üslupları arasındaki geçiş dönemini yansıtmaktadır.

Kareye yakın, dikdörtgen planlı ve dört yüzlü bir meydan çeşmesidir. Dört tarafında bulunan küçük kuleciklerle desteklenen kubbesi, geniş revaklarla çevrelenmiştir. Dışarıya doğru yükselmiş olan geniş revaklar, muhteşem ampir bezemelere sahiptir.

Kasrın hemen yanı başındaki iskele, çeşme meydanı ve özgün bahçenin geçmişte olduğu gibi halkın eğlenip dinlenebildiği bir mesire kimliğine kavuşturulması amacıyla çeşme civarında ziyaretçilere kafeterya hizmetleri verilmekte, genişletilen rıhtım ulusal ya da uluslararası nitelikteki kabullere tahsis edilebilmektedir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder