GEZGİN GÖZÜYLE ÜSKÜDAR

 

Üsküdar tarihi ve kültürel zenginlikleriyle İstanbul'un ünlü bir ilçesi. Osmanlı döneminden kalma camileri, köşkleri ve çeşmeleri ile İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden birisi.

Üsküdar, hem tarihi dokusuyla hem de modern yaşam olanaklarıyla gezginlerin dikkatini çekiyor. Boğaz’ın serin sularını kucaklayan konumu, Üsküdar’a ayrı bir çekicilik katmaktadır.

Tarihi boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış zengin geçmişi, ilçenin her köşesinde hissedilmektedir. İlçenin dar sokaklarında yürürken, Osmanlı dönemine ait yapıları ve tarihi çarşıları görmek mümkün.

Aynı zamanda, modern kafe ve restoranları, alışveriş merkezleri ve yeşil alanları ile Üsküdar, her yaştan ve kesimden insan için cazip bir yaşam alanı sunuyor.

Avrupa yakasına geçiş için popüler iskelelerden olan Üsküdar, boğazın hemen ağzında güzelliğiyle büyüleyen Kız Kulesi, meydandaki yüzyıllık camileri, meydanın ortasındaki III. Ahmet Çeşmesi, sahildeki minyatür Şemsi Paşa Camii ve Medresesi, Mihrimah Sultan ya da İskele Camii, tarihi Karacaahmet Mezarlığı, meşhur Fethi Paşa Korusu, Kuzguncuk, Beylerbeyi Sarayı, Büyük ve Küçük Çamlıca tepeleriyle ziyaretçilerine güzellikler sunuyor.

Üsküdar’da yapılabilecek en güzel aktiviteler arasında sahilden Kız Kulesi‘ni izlemek, Fethi Paşa Korusu‘nda dinlenmek ve Çamlıca Tepesi‘ne çıkarak bir yandan çayınızı yudumlayıp diğer yandan muhteşem İstanbul manzarası izlemek başta geliyor.

İlçenin en önemli simgelerinden biri olan Kız Kulesi, mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Ayrıca, Mihrimah Sultan Camii ve Yeni Valide Camii gibi Osmanlı dönemi camileri de Üsküdar’da görülmeye değer tarihi yapılar arasında yer alıyor.

Üsküdar’ın sahil şeridi, yürüyüş yapmak ve boğaz manzarasının tadını çıkarmak için ideal bir yer. Fethi Paşa Korusu, doğa severler için mükemmel bir kaçış noktası. Burada yürüyüş yapabilir, piknik yapabilir veya çay bahçelerinde manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz.

Anımsadığım kadarıyla, Kâtibim Türküsü, İstanbul radyosunun yıllarca sinyal müziği olmuştu. Kırım harbi sırasında, Abdülmecit zamanında ortaya çıkmıştır. İkinci Mahmut devrinde askerlere Avrupai kıyafetler giydirilmiş ancak sivil memurlar bu konuda serbest bırakılmışlardır.

Ancak; II. Mahmut’un oğlu Sultan Abdülmecit tarafından, İstanbul içindeki her memura  fes, ceket ve pantolon giyme mecburiyeti getirilmişti. Tutucu kesim de bu olayı dillerine dolayıp “Gâvur mukallitliği” deyip, memurları küçük gördüler. Pantolonla sokağa çıkmayı iç donuyla çıkmakla bir tuttular. Özellikle de genç, eli yüzü düzgün kâtipler büsbütün dile düştüler. Kırım harbinde müttefikimiz olan İngilizlere, yaralanan askerlerini tedavi amacıyla,  Selimiye kışlası hastane olarak tahsis edilmişti.

İngiliz ordusundaki İskoç alayını kısa eteklerle gören halk bu askerlere “donsuz asker” lakabını takmıştı. Bu alay şarka hareket ederken, bir İskoçyalı bestekâr bu birlik için bir marş besteledi. Bir İstanbul külhanisi de Selimiye Kışlasının Üsküdar yolu üzerinde olmasından esinlenerek ve “donsuz askerler” için yazılan marşın müziği kullanarak kâtiplerle dalga geçmek için “Üsküdar’a giderken…” türküsünü yazdı. Türkü kısa sürede ünlendi ve yayıldı.

Sizler de, şehir hatları vapurundan Üsküdar iskelesine inerken, bir dönem dillere destan olmuş ‘’Katibim Türküsü’’ dilinize dolanır, mırıldanmaya başlarsınız. Ben de öyle yaptım.

Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur,

Kâtibimin setiresi uzun eteği çamur

Kâtip uykudan uyanmış gözleri mahmur.

Kâtip benim ben kâtibim el ne karışır?


Bir süre sonra çalgılı küçük konsol saatleri çıkmıştı. Türkiye’ye İskoçya’dan gelen bu saatlere İskoçlar aynı marşın müziğini koymuşlardı. “Kâtibim Türkülü Saat” adı altında satıldı ve neredeyse almayan kalmadı.

Dilime dolanan ‘’Kâtibim Türküsü’’ terkedilerek Üsküdar meydanına giriyorum. Tam karşımda ünlü ve zarif bir yapı ‘’Mihrimah Sultan Camii’’ kıyıya çıkan herkese ‘’Hoş Geldiniz’’ der gibi durmaktaydı. Mimar Sinan’ın usta ellerinden çıkan bu abidevi caminin sağ tarafında Sultan III. Ahmet Çeşmesi de sizi karşılayanlar arasında yerini alıyordu.

III. Ahmet Çeşmesi


Mihrimah Sultan Camii’nin karşısında yer alan bu çeşme, 1728 yılında, Sultan III. Ahmet tarafından, mezarı Üsküdar’da olan annesi Gülnuş Emetullah Sultan anısına deniz kenarına inşa ettirilmiştir.

Lale Devri’nin anıtsal meydan çeşmelerinden biridir. Osmanlıda çeşme ve mermer yontuculuğu sanatının en iyi örneklerinden biridir. Som mermerden yapılmış çeşmenin asıl yüzü, denize bakan doğu cephesidir.

Çeşmenin her bir yüzünde ortada Bursa kemerli bir çeşme nişi bulunmaktadır. Yalnız deniz tarafı cephesinde bunun iki yanında mihrap biçiminde birer niş daha vardır.

Nişler geniş bir silme dikdörtgen çerçeve içine alınmıştır. Çeşme aynasında, kemer içini ayıran ince bir mukarnas şeridin altında ve üstünde taş oyma süslemeler ve rozetler yer alır. Nişlerin kemer aynalarında iri dişli mukarnas şerit tekrarlanmıştır.

İki yanı burma sütunlarla vurgulanmış dar kenarlarda, küçük çeşmeler vardır. Dar kenarlarda saçak altında, sarkıt niteliğinde süslemeli konsollar yer alır.

Alt yapı, dişli frizli ve akant sıralı saçak kornişi ile sonlanmaktadır. Üstte süslemeli bir kaide ve geniş saçaklı, dört meyilli ahşap çatı yükselir.

Çeşmenin üç cephesinde bulunan kitabelerinden biri Şair Nedim’e, diğerleri Şair Şakir ile Rahmi’ye aittir. Deniz tarafına bakan cephedeki kitabeyi ise Sultan III. Ahmet ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa birlikte hazırlamışlardır. Celi sülüs hatla yazılan bu kısım padişahın kendi el yazısıdır.

Mihrimah Sultan Camii

Mihrimah Sultan ya da İskele Camii, Mimar Sinan’ın Kanuni’nin Hürrem Sultan’dan kızı Mihrimah Sultan için yaptığı camidir. Sinan’ın erken dönem eserlerindendir.

Kubbesi üç yanından yarım kubbelerle desteklenmiştir, ama ön cephede yarım kubbe yoktur. Mihrimah Sultan Camii külliye halinde olup; camii, medrese, imaret, tabhane ve Sıbyan mektebinden meydana gelir.

Bu büyük külliyeden günümüze cami, medrese ve Sıbyan mektebi ulaşmıştır. Sıbyan mektebi bugün Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Çocuk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.


Medrese, Sağlık Merkezi olarak kullanıldığı için iç mimarisinde pek çok değişiklik yapılmıştır. Hücrelerin bir tanesi dışında diğerleri asıl biçimlerini kaybetmişlerdir.

Mihrimah Camii ile Edirnekapı’daki Mihrimah Camisinin oldukça ilginç ve romantik bir hikayesi de vardır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi onunla evlenmek ister. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır.

Koca Sinan evlidir, elli yaşındadır ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi âşıktır. Ancak, Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir. Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.

Üsküdar’a, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir. Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan’a.

Cami küçücüktür. Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse 61 pencere, camiin iç güzelliğini aydınlatır.

Üzerindeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan’ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana. İşte, aşka adanmış iki eser.

Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsçada “Güneş ve Ay” anlamına gelir. 21 Mart’ta, yani Mihrimah Sultan’ın doğum günde, Edirnekapı ve Üsküdar’daki camileri aynı anda görebileceğiniz bir yer seçip bakılırsa göreceğimiz manzaraysa şudur.

Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar’daki camiinin ardından ay doğar. Mihrü Mah eşittir Güneş ve Ay. Aşkın kudreti ve Koca Sinan’ın dehası karşısında saygı ile eğilerek Üsküdar’ı tanımaya devam edelim.

İstanbul’un tam karşısında görkemli bir peyzaja bakan konumu ve Boğaz’ın, Asya Yakası’nda bir köprübaşı olması ile ayrı bir güzellik ve önem taşıyan Antik Çağın “Khrisopolis” i , Perslerin “Hrisopolis” i , Roma Dönemi’nin “Scutari” si Bizans’ın ” Skudarium ” u , Farsça’ nın “Askadar” ı ,Evliya Çelebi’nin “Eski Dar” ı ve Türkler ‘in ” Sevgili Üsküdar’ı.

Kurtuluş Savaşı boyunca Üsküdar , vatanseverlerin Anadolu ‘ya geçiş kapısı olma özelliğini korumuştur. Üsküdar ‘ın , Sultantepe Semti ‘nde bulunan “Özbekler Tekkesi ” , Mustafa Kemal ‘in başlattığı Kurtuluş Savaşı ‘na katılmak isteyen başta İsmet Paşa olmak üzere pek çok vatansever kahramanı ile silahların saklanması ve Anadolu ‘ya nakline büyük bir şerefle ev sahipliği yapmıştır.

Üsküdar Kadılığı

Mırıldanan şarkı ile birlikte yüzyıllar öncesine, Üsküdar Kadılığı dönemine de gidebilirsiniz.

Osmanlı döneminde Saadet ya da Mutluluk Kapısı olarak adlandırılan İstanbul; başta Anakent durumundaki Suriçi kadılığının yanı sıra, Bilad-ı Selase olarak adlandırılan Üsküdar, Eyüp ve Galata Kadılıkları tarafından yönetilmekteydi.

Böylece, İmparatorluğun başkenti idari ve yargısal yapılanmasını dört bölge olarak yapılandırmıştı. Bu yapılanmanın kökeninde kültürel ve sosyolojik farklılıklar da vardı.

Tarihi Üsküdar, Salacak ve Paşalimanı arasında yer alırken, İstanbul’un diğer bütün semtleri , günden güne büyümüştür. Günümüzde doğuda Ümraniye, güneyde Kadıköy ve kuzeyde Beykoz ilçeleriyle komşudur.

Osmanlı döneminde Galata ve Eyüp dışında İstanbul’a bağlı üçüncü kadılıktır. Sadece coğrafi değil, kültürel farklılığı da ifade eden bu bölümleme içerisinde Üsküdar, Anadoluluğu ve Anadolu Türk-İslam geleneğini temsil eder. Üsküdar her şeyden önce coğrafi olarak Anadolu’dur.

Anadolu topraklarının Boğaz’ın suları tarafından çizilen sınırı üzerinde yer alır. Demografik olarak da Anadolu’dur.

1352‘de Orhan Gazi tarafından fethedildikten sonra, Anadolu’dan gelen Müslüman halk Üsküdar’a yerleşmiştir. Fatih Sultan Mehmet döneminde ise Anadolu’dan göç hızlandırılmıştır.

17. yüzyılda yaşamış ünlü seyyah Evliya Çelebi, Üsküdar’da 70 Müslüman mahallesi olduğunu ve bunların önemli bir bölümünün Anadolu’dan göç ettiğini, ayrıca 11 Rum ve Ermeni, 1’de Yahudi mahallesi olduğunu ve bölgede hiç Frenk yaşamadığını nakleder.

Bu demografik yapı Üsküdar’ı kozmopolitlikten uzaklaştırmış ve hem etnik hem de kültürel olarak oldukça homojenleştirmiştir.

Bunların dışında Üsküdar İstanbul’un Anadolu ile en güçlü bağlantısı olan kısmıdır. 19. yüzyılın sonunda demiryolu yapılıncaya kadar, Anadolu ile yapılan ticaretin merkezi Üsküdar’dır.

Üsküdar aynı zamanda İran ve Ermenistan ile yapılan ticaretin de başlangıç noktasıdır. Ticaret kervanlarıyla Ermeni ve İranlı tüccarlar Üsküdar’da buluşurlardı. Dolayısıyla özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda, Üsküdar tam bir ticaret kentidir.

Fakat buna rağmen Üsküdar, her zaman mütevazı ve sakindir. Gösteriş ve debdebeden hep uzak kalmıştır. Evleri, sokakları sade, fakat zarif ve bakımlıdır.

İstanbul’daki en eski ve en büyük Müslüman Mezarlığı olan Karacaahmet Mezarlığı Üsküdarlıya hem her şeyin faniliğini anlatır hem de hayatın güzelliğini.

O yüzden Karacaahmet hüzün dolu bir mekân olmaktan çok bir park alanı gibidir. Zarif servi ağaçlarıyla kaplı ve insanda huzur hissi uyandıran büyük bir parktır.

Üsküdar sadece hayata veda edenlerin uğurlandığı bir ayrılık mekânı değildir. Her yıl Hacca giden hacı adayları ve padişahın Mekke ve Medine Şeriflerine gönderdiği hediyeleri götüren Sürre Alayı da Üsküdar’dan uğurlanırdı.

İstanbul’un Osmanlılar tarafından ilk fethedilen kısmıdır Üsküdar. Üsküdar’ın fethi, büyük fethin, İstanbul’un fethinin ilk aşamasıdır ve hem de habercisidir. 101 yıl sonra, 1453’te İstanbul’un fethi gerçekleşir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder