Küçük
Çamlıca Korusu,
İstanbul’un Üsküdar
ilçesinde
yer alan ve doğayla iç içe vakit geçirmek isteyenler için harika
bir kaçış noktasıdır. Küçük
Çamlıca Tepesi’nin üzerinde yer alan koru, 227
metre
yüksekliğe kadar uzanır. Büyük
Çamlıca Korusu’na kıyasla daha düz ve geniş bir toprak
yapısına sahiptir.
II.
Mahmut döneminde av ve gezinti alanı olarak kullanılmıştır. 19.
yüzyılda büyük bölümü özel mülk olarak değerlendirilmiş,
1940
yılında İstanbul Valisi Lütfi Kırdar tarafından
kamulaştırılarak
halka açılmıştır.
Koruda
fıstıkçamı,
karaçam, kızılçam, servi, çınar, gürgen, ıhlamur, İspanyol
göknarı, erguvan, sedir ve doğu çınarı
gibi pek çok ağaç türü bulunur. Ayrıca 22
anıt ağaç
koru içinde yer almaktadır.
Koru
içinde Sofa
Köşkü, Cihannüma Köşkü ve Topkapı Köşkü
olmak üzere üç tarihi yapı bulunmaktadır. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından işletilen sosyal tesisler, ziyaretçilere
kahvaltı,
yemek ve dinlenme
imkanı sunmaktadır. Ayrıca düğün, nişan ve özel
organizasyonlar için de kullanılmaktadır.
Küçük
Çamlıca Korusu, hem tarihi hem de doğal güzellikleriyle
İstanbul’un en özel noktalarından biridir. Eğer huzurlu bir
yürüyüş yapmak veya şehrin stresinden uzaklaşmak istiyorsan,
burası harika bir seçenek olabilir!
Koruya ulaşmak için otobüs ve metro seçenekleri vardır.
Üsküdar'dan
hareket eden 15C
numaralı otobüs
Küçük Çamlıca Korusu'na yakın bir noktaya kadar gidiyor. Ayrıca
129T,
14Y, 14YK, 522
gibi otobüs hatları da bölgeye ulaşım sağlıyor.
M5
Üsküdar-Çekmeköy metro hattı,
Küçük Çamlıca Korusu'na en yakın metro hattıdır. Kısıklı
veya Bulgurlu duraklarında
inerek kısa bir yürüyüşle koruya ulaşabilirsiniz.
4 Nisan 2014 Cuma, İstanbul...
Büyük
Çamlıca Korusunu gezdikten bir hafta sonra da Küçük Çamlıca
Korusu içindeki sosyal tesisler ve köşkleri görmek için
Göktürk'ten harekete geçtim. Bildiğim en kestirme yoldur diyerek
Beşiktaş-Üsküdar rotasını seçtim. Tadı damağımda kalmış
olmalı ki, önce Büyük Çamlıca Tepesine çıkıp, Boğaziçi’nin
büyülü manzarasını bir kez daha görmek istedim.
Üsküdar’daki
Mihrimah Sultan Camisi önünden kalkan 15C numaralı Üsküdar-Ferah
Mahallesi hattında çalışan otobüsle, Ferah Kural otobüs
durağında iniyorum. Önce Akçağ Sokak sonra da Turistik Çamlıca
Caddesi üzerinde 650-700 metre yürüyorum.
Oldukça
eğimli yollarda taşıdığım bedenim, spor salonlarındaki
ağırlık çalışmasının tam karşılığı oluyor. Böylelikle
hem geziyor, hem de bedenimi terbiye ediyorum. Avcı ve meyve
toplayıcı atalarımızın yolundan giderek, bedenime ve fiziksel
beynime bahar sinyalleri gönderiyorum.
Böyle
bir yaşam tarzını seçtiğim için de hastalık ve yorgunluk nedir
bilmiyorum. Bedenimizi yöneten Fiziksel beynimiz, yalnız ve yalnız
kendisine gönderilen sinyallere bakarak ortamı değerlendiriyor.
Her
iki yokuşu da nefes nefese tırmandıktan sonra Büyük Çamlıca
Sosyal Tesislerinin girişine ulaşıyorum. Büyük keyif aldığım
bu tepeden Boğaziçi’nin muhteşem panoramik fotoğraflarını
çekiyorum. Yaklaşık bir saat kaldığım bu muhteşem tepeden
Küçük
Çamlıca Korusu’na gitmek üzere ayrılıyorum.
Turistik
Çamlıca Caddesi üzerinden önce Alemdağ Caddesi’ne sonra da
Bulgurlu Caddesi’ne giriyorum. Bulgurlu Caddesi de beni Küçük
Çamlıca Caddesi’ne taşıyor. Oldukça uzun bir yürüyüşten
sonra Küçük Çamlıca Korusu’na giriyorum. İnsana yaşama
sevinci veren bir ortamla karşılaşıyorum. Mis gibi çiçek
kokuları karşılıyor beni.
Araç
ve yaya yolları bin bir çeşit çiçeklerle donatılarak koru bir
gelin gibi süslenmiş. Bu görsel bir şöleni fiziksel beynim ve
bedenim bahar olarak algılıyor. Meyve ve av bol, yağ ve besin
depolamak gerekmiyor. Tepelerde dolaşırken yaralanmalara önlem
olarak bağışıklık sistemini güçlendirmek gerekiyor. Fiziksel
beynim üzerine düşeni yapıyor. Bu tür gezintiler sonrasında
filinta gibi oluyorum.
İç
kısımlara doğru ilerliyorum. Levhalardan birinde Su Köşkü
yazıyor ve gitmem gereken yeri de okla gösteriyor. Yaklaşık 10
dakika yürüyorum. Yolun iki tarafındaki Erguvan ağaçlarını
görünce kendimden geçiyorum. İstanbul'un sembollerinden biri olan
Erguvan, İstanbul’u, özellikle de İstanbul boğazını bahar
aylarında kendine has mor rengine büründürür.
İstanbul’un
bir rengi varsa, bu erguvandır diyor erguvan sevenler. Bizans ve
Hristiyanlığın önemli imgelerinden biridir erguvan ağaçları ve
çiçeklerinin renkleri.
Erguvan
ağaçları 10 metreye kadar boylanabilen, tek gövdeli, yaprak
döken, dalları çalı görünümünde bir ağaçtır. Erguvan
ağaçlarının çiçeklendiği günler, bayram günleridir İstanbul
için. Erguvani renkteki çiçekleri, ilkbaharda belirmeye başlıyor.
Yaza girmeden de o olağanüstü gösteri sona eriyor. Baharda
eflatundan pembeye doğru süzülen erguvan çiçekleri, kısa süren
renk cümbüşü ani ve hüzünlü kayboluşuyla, edebiyatçılara
göre Boğaziçi’nin utangaç süsü olarak anılıyor. Benim gibi,
erguvanlardan etkilenen ”Abdullah Kartal” adındaki bir
şairimizden bir dörtlüğü aşağıya alıyorum.
İstanbul
baştan başa hayallerle dolsun…
Kız
kulesi boğaza karşı selama dursun,
Ellerin
ellerimde özlemler son bulsun,
Gönül
Gönül’e yürüyelim seninle bu yolu,
Erguvanlar
açtığında yeniden dolaşalım İstanbul’u…
Erguvan
moru Bizans hükümdarlarının kıyafetlerinde kullanılan bir
renktir. Doğal yollarla üretilen en zor renk olduğu için, bir
zenginlik ve güç belirtisiydi. İmparator dışında hiç kimsenin
mor pelerin takmasına izin verilmezdi.
Küçük
Çamlıca Korusundaki çiçek kokuları ve erguvanların baştan
çıkarıcı renkleriyle kendimden geçmiştim ki, aynı mekanda
iki
çocuklu bir aile gözüme ilişti. Erguvanları fon olarak kullanıp
fotoğraf çekmeye çalışıyorlardı. Ancak, ailenin tamamı aynı
fotoğraf karesine giremiyorlardı.
Yardım
amacıyla aileye ”Merhaba” diyerek yaklaştıktan sonra, ”Ailecek
fotoğrafınızı çekeyim” dedim. Ben onlarınkini çekersem,
benimkini de isteme hakkım doğacaktı. Teklifimi memnuniyetle kabul
ediyorlar. Erguvanların fon olarak kullanıldığı fotoğraflarını
çekiyorum. Emekli fizik öğretmeni olduğumu söylüyor ve ailenin
erkeği ile tanışıyorum. Kendisi ve eşi de öğretmenmiş. Mehmet
Cizrelioğulları olarak tanıtıyor kendini. Çok memnun oluyorum.
Adaş olduğumuzu söylüyorum.
Tanışma
ve sohbet faslından sonra, Cizrelioğulları da, erguvan ağaçlarının
eşliğinde benim bir hayli fotoğrafımı çekiyor. Böylece, başımı
döndüren renkleri ve albenileriyle birlikte aynı fotoğraf
karesinde yerimizi alıyoruz. Fotoğraflarımı çeken Mehmet
Cizrelioğlu izin isteyerek ailesinin yanına dönüyor. Ben de
fotoğraflarımın çekilmiş olmasının neşesiyle, mutlu mesut,
tabelalardaki okları izleyerek Su Köşkü’nü buluyorum.
Küçük
Çamlıca Su Köşkü
Yaz
aylarında kafeterya olarak kullanılan Su Köşkü; havuzları,
şelaleler zinciri ve havuzlarındaki kazları ve kuğuları ile,
özellikle küçüklerin ilgi odağı olmaktaymış. Televizyonlarda
yayınlanmakta olan ve büyük ilgi gören Muhteşem Yüzyıl
dizisinde av köşkü olarak kullanılmış Su Köşkü. Şehzade
Mustafa’nın, Kanuni’nin eşi Hürrem’den gizlice, kardeşlerini
ava götürmek için saraydan çıkarıp götürdüğü Av Köşkü,
Su Köşkü’nden başkası değilmiş. Su Köşkü’nün havuz ve
şelalelerinde yenileme çalışmaları vardı.
Şelaleler
çalışmıyordu. Görmek için, sonraki günlerde tekrar ziyaret
edeceğim. Köşke ulaştığımda saat öğleden sonra üçü
gösteriyordu ve acıkmıştım. Su Köşkü’nün açık alandaki
restoranında mantı yedim. 12 TL ödediğim mantıyı damak tadıma
uygun buldum, beğendim. Su Köşkü’nden ayrılarak, yine oldukça dik yollardan nefes
nefese, Küçük Çamlıca Köşklerinin bulunduğu tepeye
ulaştım.
Küçük
Çamlıca Köşkleri
Büyük
Çamlıca Tepesi kadar olmasa da, Küçük Çamlıca Tepesi de kartal
yuvası gibiydi. 270 derecelik görüş alanım içinde Kadıköy,
Marmara Denizi, Tarihi Yarımada, Eminönü, Üsküdar ve Beşiktaş
bütün güzellikleriyle sıralanmışlardı.
Deniz seviyesinden 229
metre yüksekte olan bu tepede Büyükşehir Belediyesinin Sosyal
Tesisleri bulunuyor. Büyükşehir Belediyesi Sosyal Tesisleri’nin
en genci ve en albenilisi diyebileceğimiz Çamlıca Köşkleri,
korunun tepesinde üç ayrı köşkten oluşmaktadır.
Sofa,
Topkapı ve Cihannüma Köşkleri.
Prens Adaları’nı da içine
alan Marmara Denizi ve Boğaz ile zenginleşen manzarası muhteşem.
Küçük Çamlıca Köşkleri içinde, en güzel manzaraya Cihannüma
adını verdikleri köşkün sahip olduğunu görüyorum.
Topkapı
Sarayı’nın Sofa-i Hümayun bölümünde bulunan ve Haliç’e
bakan İftariye Köşkü’ne benzettiğim bir kameriye da Marmara
Denizi’ne bakmakta. Önündeki görüş alanında öyle geniş ve
güzel bir İstanbul manzarası vardı ki bayıldım.
Yorumlar
Yorum Gönder