LİZBON'DA ÜÇ GÜN

 

Atlantik Okyanusu kıyısında, Tejo Nehri’nin oluşturduğu haliç üzerine kurulmuş bulunan Lizbon, Portekiz’in başkenti ve en büyük şehridir.

Ünlü Yunan kahramanı Odysseus tarafından kurulduğu rivayet edilen Lizbon’da, 15 bin kişinin hayatını kaybettiği 1755 depreminin ardından, dönemin valisi Pompal,

''Ölülerimizi Gömelim ve Şehri Yeniden Kuralım''

Komutuyla yeniden yapılanan ve dokusu korunan Lizbon UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor.

Diktatör Salazar, 36 yıllık diktatörlüğü sırasında, ülkesini (3 F) olarak bilinen ''Futbol, Fatima; Fado'' ile yönetmiş.

*Halkı dizginlemenin birinci yöntemi zararsız etkinliklerden biri olan Futbol…

*Hristiyanların en önemli hac yerlerinden biri olarak kabul edilen ve büyüleyici bir atmosfere sahip olan Fatima'nın en ünlü yapıları arasında Fatima Tapınağı, Kutsal Üçlü Bazilikası, Nossa Senhora do Rosario Bazilikası ve Capela das Apariçoes yer almaktadır. Halkı uyutmanın en etkili ilacı Fatima ziyaretlerini teşvik etmektir.

*Derin acıların, hüzünlerin, özlemin, nostaljinin, mutluluğun ve aşkın ifade edildiği bir müzik türü Fado. Kelime anlamı kader olan Fado Müziğinin çıkış noktası, keşifler yapmak amacıyla şehirlerinden ayrılan Portekizli denizcilerin gidip de dönmeyenlere yakılan ağıtlar olmuş.

25 Nisan 1974'te, Karanfil Devrimi ile Salazar diktatörlüğü son bulmuş.

Lizbon mimarisi 1500’lerdeki Rönesans’tan, 1600’lerde Rönesans’a tepki olarak doğmuş bir sanat akımı olan Maniheizm’den, 1700’lerde Barok, 1800’lerde Neo-Klasik, 1900’lerde Nouveau ve Modern Sanattan etkilenmiş nadide şehirlerden biridir.

Lizbon’a tramvaylar şehri dersek yanlış olmaz diye düşünenlerdenim.

Dünyaca ünlü sarı tramvayının yanı sıra her yerde her an tramvaylar, adım başı Metrolar, trenler, otobüsler, tarihi asansörü ve füniküler sistemlerle sağlanıyor. 6 Euro’ya satın alacağınız 24 saat geçerli bir biletle bütün ulaşım araçlarından yararlanabiliyorsunuz.

Lizbon’da trafik insan odaklı, adımınızı attığınız anda bütün araçlar durup size yol veriyor.

Siyah bazalt ve sarı traverten taşlarla döşenmiş kaldırımları, yaya yolları, sokakları, meydanları mozaik desenlerle bezenmiş. Bu düzenlemeler Lizbon’a ayrı bir kimlik katmış.

Yollar, sokaklar, caddeler ve meydanlar tertemiz. Sigara izmariti ve diğer atıklar yok. Bu durum doğal olarak lokantalarına, kafelerine ve alışveriş merkezlerine de yansımış.

Demem o ki geçmişine, ülkeyi kuranlara, vatandaşlarına ve insanlara saygılı bir şehir Lizbon…

Adını Macellan, Vasco de Gama ve onlarca kâşifleriyle duyuran Lizbon’u sevdik.

Lizbon'da Birinci Gün

9 Şubat 2018 Lizbon, Saat 16,00…

Neredeyse iki yıldır gitmek için birçok proje yaptığımız hayallerimizdeki bir şehir olan Lizbon’dayız.

Tam ümidimizi kesmiştik ki Cafetur ’un promosyonlu bir turu ile karşılaştık. 9-12 Şubat tarihleri arasında düzenlediği bu etkinlik dikkatimizi çekti. Üstelik 9 Şubat eşimin doğum günüydü.

Yerel saatle 15,00’de indiğimiz Lizbon Hava alanından otelimiz HF FENİX Lisboa’ya ulaşıp, kaydımızı yaptırmak ve odamıza yerleşmek saat 16,00’yı bulmamızı sağladı.

Saat 16,30’da otelden Pombal Meydanına giriş yaptık. Meydan Portekiz tarihinin en önemli kişilerinden biri ve Lizbon’u yeniden yaratmış olan Marques de Pombal’ın ismini taşıyor.

Meydanı saat ibreleri yönünde dolanarak uygun fotoğraf çekim noktaları ayarlıyorum. Meydan merkezinde 1755 yılında 9 büyüklüğündeki depremden sonra yerle bir olan kentin yeniden yapılandırılmasından sorumlu olan Marquês de Pombal’ın onuruna yapılan muhteşem anıt bulunuyor.

Bu anıtın kaidesi üstünde Marquês de Pombal ve solundaki yeleli aslan dikkatimi çekiyor. Elini, gücünün sembolü olarak, aslanın üzerine koymuş ve başyapıtı olan Antik Lizbon Şehri’ne bakmakta olan Pombal Markisinin yakın fotoğraflarını çekiyorum.

Pombal Meydanının kuzeyinde, şehir merkezinin en güzel yeşil alanlarından biri, Eduardo VII Parkı bulunuyor. 260 dönüm büyüklüğündeki bu park, 1903 yılında Portekiz’i ziyaret eden İngiltere Kralı 7. Eduardo ’nun hatıra parkı olarak düşünülmüş ve yapılmış.

Fransa’daki saray bahçelerin benzediği söylenmektedir. Seralarında beş kıtadan getirilen bitki ve çiçekleri bulabilirsiniz. Göller, çeşmeler ve heykeller bu parkı süslemektedir. Başlangıçta çeşitli bitki türlerini barındırmak için düşünülen park alanı neredeyse bir müze havasına bürünmüş.

Göller, şelale, dereler, heykeller ve yüzlerce farklı bitki örneği arasında birkaç keyifli saat geçirebileceğiniz en güzel yeşil alanlardan biri haline getirilmiş. Hafta sonlarında Lizbonluların önemli piknik alanlarından biri olarak kullanıldığını öğrendik..

Yedinci Eduardo Parkının ziyaretini bir sonraki güne bırakarak, Liberdade olarak bilinen Özgürlük Bulvarına giriyoruz. Yürümeye başlar başlamaz İki tarafının kestane ve palmiye ağaçlarıyla süslü olduğunu görüyoruz.

Paris’in en meşhur ve görkemli olan Champs Elysees Bulvarına benzetiyoruz Avenue da Liberdade’yi.

Lizbon’un eski şehir mahalleleri olan Bairro Alto ve Alfama’nın arasından geçen bulvarın iki yanında bütün dünya markalarının mağazaları bulunuyor.

Yaklaşık 1500 metre uzunluğundaki bulvarın güney ucuna doğru fotoğraflar çekerek ilerliyoruz. 90 metre genişliğindeki Özgürlük Bulvarı aynı zamanda bir keyif bulvarı tadında…

Lizbon’u yeniden inşa eden I. Pombal Markisi 250 yıl sonrasını, günümüzün trafik akışını da hayal edebilmiş o günlerde. Tasarımlarını öyle planlamış.

Yaklaşık 30 dakika sonra bulvarın güney ucundaki meydana, Restauradores Square olarak bilinen Restorasyon Meydanı’na ulaşıyoruz. Meydanın ortasında Monumento dos Restauradores olarak bilinen tarihi bir anıt bulunuyor.

Bu anıtın üzerinde, Portekiz’in İspanya’ya karşı 1640 yılında bağımsızlığını kazandığı savaşta ölenlerin anılarını yaşatmak için, savaşın geçtiği yerler ve tarihleri yazılmış.


Saat 18.00, Rossi Meydanı…

Restorasyon Meydanı’nı keşfedip, fotoğrafladıktan sonra güney doğusundaki eski Lizbon’un en önemli ve en büyük meydanı Rossi ’ye geçiş yapıyoruz…

Nasıl ki İstanbul’a gelenlerin mutlaka görmesi gereken meydanlardan biri Sultanahmet’tir. Lizbon’a gelenlerin de mutlaka görmesi gereken meydanlardan biri Rossi ’dir.

Lizbonluların buluşma yeri olan meydanda ilk dikkatimizi çeken meydanın zeminindeki mozaik oldu. Oldukça çekici olan siyah ve beyaz renklerden oluşan dalgalı bir yapı oluşturmuşlar. Kendinizi gerçekten dalgalı bir ortamda hissediyorsunuz. Böyle bir uygulamayı İzmir’in Kordon Boyunda görmüştüm.

Eski Lizbon’un en önemli meydanlarından biri olan Rossi bir taraftan daracık sokaklarıyla Baixa ve aşağı şehre açılırken, bir taraftan da Özgürlük Bulvarıyla yeni şehre açılmaktadır.

Yapım tarihi 1887 yılına kadar giden meydan dikdörtgen şeklinde olup, uzun kenarı kuzey-güney aksındadır. Kuzey ve güney kenarlarına yakın olacak şekilde konuşlandırılmış iki barok çeşme bulunmaktadır.

Meydan 19. yüzyılda Portekiz mozaikleri ile kaplanmış ve Fransa’dan gelen barok çeşmeler meydana yerleştirilmiş. Merkezinde ise Portekiz ve Brezilya Kralı Dom Pedro’ nun heykeli bulunuyor.

Kuzeyinde 1846 yılında açılmış Devlet Tiyatrosu yer alırken, kuzeybatısında Rossi tren istasyonu yer almakta. Bu istasyon gezginleri Portekiz’in diğer birçok şehrine ulaştırmaktadır.

Bir zamanlar hayvan pazarının kurulduğu Rossi Meydanı'nda Engizisyon mahkemelerinin de kurulmuş olduğunu öğreniyoruz. 18. Yüzyılda bayram kutlamalarının yapıldığı meydan boğa güreşi arenası olarak da kullanılmış. Ne kadar da İstanbul’daki Sultanahmet Meydanı ve tarihçesini andırıyor. Sultanahmet Meydanında olduğu gibi Rossi ’de Lizbon’un kalbi olmuş.

Masaları dışarıya yayılmış restoran ve kafeleriyle Rossi çok renkli bir dünya sunmaktadır ziyaretçilerine.

Dış cephesi Lafonten’den hikâyeler anlatan, Portekiz ve İspanya’ya özel bir seramik çalışmasıyla süslenmiş Tabaccarin Monaco’nun çok güzel bir kafe olduğunu görüyoruz. Meydandaki kafelerin en ünlüsü ise Aurea sokağına yürürken sağında kalan kafe Nikola’dır.

Rossio meydanında yüzünüzü deniz yönünde döndürdüğünüzde karşınızdaki yaya yolu Augusta Caddesi olup, sizi Ticaret meydanına götürür. Solunuzdaki tepeler ise birinin üzerinde kalenin de bulunduğu Alfama, sağınızda yükselen tepelik yerler de Barrio Alto’ dur. Rossi ile Ticaret Meydanı arasında kalan bölge de Baixa ’dır.

Eski Lizbon alt ve üst şehir olarak ikiye bölünmüştü. Barrio Alto, kentin daha pahalı üst kısmını oluşturuyordu. Başlangıçta şehir surlarının dışında yer alan Alfama ise yoksul aile ve kişilerin yaşadığı bir bölgeydi.

Zamanla Lizbon önemli bir limana dönüşürken Alfama denizcilerin ve liman işçilerinin yaşadığı zorlu ve yoksul bölge olarak alçak gönüllü bir konumda kalmıştı. Hala da öyle…

Lizbon’da toplu taşım ulaşımı çok iyi düzenlenmiş. Birçok seferin ilk kalkış yeri Rossi ‘nin sol paralelinde bulunan Figueira Meydanıdır.

Tren, Metro ve otobüs durakları gibi ulaşmak istediğiniz her yer için Rossi bir merkezdir…

Belem bölgesine ulaşmak için Augusta ya da herhangi bir paralel caddesini takip ederek Comercio (Ticaret) Meydanı’na inmeniz gerekiyor.

1922 yılında açılmış olup, Lizbon’a gelen bütün turistlerin kahve içtikleri bir yer olarak söylenen Pastelaria Suiça ’da mola verip biz de kahve içtik. Nefeslendikten sonra meydanın doğusunda, bize göre sol tarafında kalan Figueira Meydanına geçtik. Figueira da tarihi bir meydan…

Portekiz’de özellikle Lizbon’da 100 yıllıktan fazla kafeler, restoranlar, kitapçılar ve diğer yerler var. Eski dünyanın kâşifleri yaşamasını, harcamasını, kaliteyi biliyorlarmış. Modern zamanın turistleri için de her şeyi düşünmüşler.

Sevimli görünüşleriyle tuk tuklar, rehber eşliğinde cincırlı şehir gezileri, özlemli tramvaylar, ilginç-renkli-eğlenceli kara ve deniz taşıtları…

Seçenekler çok…

Ne var ki hava kararmaya başladı, otele dönmeliyiz diyor eşim. Restorasyon Meydanı’na geri dönüyoruz.

Saat 19;45, Bairro Alto…

Meydanın batı bölümünden otelimize doğru yürümeye başladıktan bir süre sonra, 24 saat süreyle geçerli iki bilet alıp, gece hayatının muhteşem olduğunu duyduğumuz Bairro Alto’ya gitmeye karar veriyoruz birden.

Veriyoruz çünkü hemen yanımızda Gloria fünikülerinin başlangıç noktası bulunuyordu, bizi yukarıya, Bairro Alto bölgesine taşıyacaktı.

1885 de açılmış olan Gloria füniküleri yüksek mahalle anlamına gelen “Bairro Alto” ya gidiyormuş. Bindik ve oldukça dik bir yokuşu olan daracık bir sokakta tırmanmaya başladık. Pencereden bakınca, 60 metre yükseleceğimiz 250 metrelik sokakta duvarlara çok güzel grafitiler yapılmıştı.

Pedro de Alcantara durağında indikten sonra birkaç merdivenle Pedro de Alcantara Caddesine giriyoruz. Böylece Bairro Alto semtine giriş yapmış olduk.

Durağın bitişiğindeki parkta bulunan “Miradouro de Sao Pedro de Alcantara” olarak bilinen seyir terasına giriyoruz. Santa Gloria fünikülerinin üst durağında bulunan bir seyir terası burası…

Lizbon’un aşağı mahallelerini, Özgürlük Bulvarını, Rossi Meydanı, Alfama Bölgesi, Tejo Nehri ve Sao Jorge Kalesi’ni gözlemlemek için en uygun seyir terası Miradouro de Sao Pedro de Alcantara.

Özellikle öğleden sonra ve akşamüstü buraya gelip batan güneşin kaleye vuruşunu ve birer birer ışıkları yanmaya başlayan aşağı mahalle evlerini izlemelisiniz. Demişti otel resepsiyonundaki görevli.

Seyir terasından panoramik fotoğraflar çektikten sonra Dom Pedro V Caddesi üzerinden Bairro Alto’nun kuzey bölgesine ilerliyor ve Principe Real Garden’a kadar gidiyoruz.

Bairro Alto, Lizbon’un gece hayatının merkeziymiş. Sayısız küçük bar, samimi trend mekanları ve restoranlar ile Fado’nun insanları hüzünlendirdiği ezgileri duyabilirsiniz.

Hafta sonları boyunca Fado sanatçıları sokaklara dökülür. Gece boyunca eğlenen insanlarla dolu dar Arnavut kaldırımlı sokaklarda karnaval atmosferi yaşanır. Bairro Alto’daki geceler eğlenceli vakit geçiren herkesle barışık olup, ayrımcılık yapmaz. Yabancılar, yerliler, gay, düz, genç ve yaşlı herkesle mutlu bir karışımı vardır. Demişti otelimizdeki resepsiyon görevlisi.

Kelime anlamı kader olan Fado Müziğinin çıkış noktası, keşifler yapmak amacıyla şehirlerinden ayrılan Portekizli denizcilerin gidip de dönmeyenlere yakılan ağıtlar olmuş.

Fado’nun insanları hüzünlendirdiği ve Portekiz’in keşifler dönemine götürdüğü ezgileri duyabiliyorduk sokaklarında.

Principe Real Garden’dan geri dönüşte A Padaria Portuguesa olarak bilinen fırına giriyoruz. Aslında bir yeme içme mekanı ama her şey fırından yeni çıkarılıyor.

Portekizliler de aynı İspanyollar gibi tuzludan çok tatlıya düşkünler. Kahvenin yanında milföy hamurlu ve kremalı tatlıları çok seviyorlar. Özellikle de “Pastel de Nata” ya da “Pasteis de Belem” diye bilinen içi kremalı, dışı çıtır milföylü tatlıları çok meşhur.

Belem Turtası olarak da bilinen dışı çıtır hamur, içi muhallebi, üstü bol tarçın ya da pudra şekeri dökülerek yenen sıcacık bu lezzeti Lizbon’da yapan birçok yer varmış.

Eşim daha önce bu konuda bilgilenmişti. Pastel de Nata’yı mutlaka tatmak istiyordu. Mekan kalabalık olduğundan, ikimize de birer tane alarak dışarı çıktık. Chiado’ya doğru yürürken yedik. Gerçekten de çok nefisti.

Yürümekte olduğumuz Chiado ile Bairro Alto Lizbon’un birbirine komşu iki ilçesiymiş. Biri gece modası geçmiş ama şık, diğeri modaya uygun olduğu gibi geceleri renkli ve eğlenceliymiş.

Chiado, tarihi anıtları, geleneksel mağazaları, ilginç kafe ve lokantalarıyla Lizbon’un gözde alışveriş ve tiyatrolar bölgesiymiş.

Cadde boyunca ilerleyip Church of Sao Roque adıyla bilinen kilisenin yanındaki meydanda biraz oyalandıktan sonra Praça Luis de Camoes olarak bilinen tarihi meydana kadar yürüdük.

Geri dönüşümüzde de Pastelaria E Cafetaria Adonis olarak bilinen kafeden balık köftesi alarak yedik. Zaman da bir hayli ilerlediği gibi İstanbul Lizbon arasında yaptığımız yolculuğun da yorgunluğu vardı. Geri dönmeliydik. Restorasyon Meydanına inerek, Özgürlük Bulvarı boyunca yürüdük. Otelimize ulaştığımızda saatlerimiz gece yarısını gösteriyordu…

Lizbon'da İkinci Gün

10 Şubat 2018 Lizbon, saat 08,30…

Otelimiz HF FENİX kahvaltı dahil olarak rezerve edilmişti. Zamandan kazanmak için saat 07,30’da kahvaltı salonuna indik. Açık büfe kahvaltıda Kuş sütünden gayrı her şey vardı.

Öyle ki misafirleri güne neşeli başlasınlar diye, açık büfede kahvaltılıkların yanı sıra alkolü düşük değişik şaraplar ve şampanya da koymuşlardı bir buz kovasının içine. Hayatımda böyle kahvaltı veren bir başka yer tanımadım.


Kahvaltımız bittikten sonra biz de birer kadeh şampanya alarak güne keyifli başladık. Hem yürüyerek hem de ulaşım araçlarından yararlanarak Lizbon’u yaşamak istiyoruz.

Pombal meydanından Özgürlük Bulvarına giriyoruz. 90 metre genişliğindeki bulvarın iki tarafında ikincil taşıt yolları, bisiklet yolları ve mozaiklerle kaplı yaya yolları var. Kestane ve palmiye ağaçları arasında yürürken desenli mozaikler bir başka güzellik katıyor ortama. Fotoğraf çekerek ilerliyoruz bir taraftan da Portekiz tarihini konuşuyoruz eşimle.

Portekiz toprakları geride bıraktığı üç bin yıl içinde Fenikeliler, Yunanlılar, Romalılar, Cermenler ve Endülüs Emevîlerinin de bulunduğu çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış. 711 yılında Emevîlerin yönetimine geçen şehir Endülüslüler zamanında gelişip, büyümüş.

Lizbon, bir zamanlar, Brezilya’dan Macau’ya kadar uzanan bir denizcilik imparatorluğunu kontrol eden, kıtanın en zengin şehirlerinden biriymiş.

Ortaçağ mimarisinin en iyi korunduğu yerleşim alanlarından biri olan şehir; Arnavut kaldırımlı dar sokakları, nostaljik pastane ve kafeleri, muhteşem katedralleri ve renkli gece kulüpleriyle gezilmesi gereken şehirler içinde ilk sıraları almayı hak ediyor.

Bugün Avrupa’nın en batısında kalan küçük bir devlet konumunda bulunsa da, geçmişte öncüsü olduğu coğrafi keşiflerle dünya tarihinin seyrini değiştirmiş bir ülkedir Portekiz. Bu durumunu biraz da Atlas Okyanusuna açılan Tejo nehrine bağlıdır.

Portekizliler uzak denizlere yelken açan ilk milletti. Uzak denizlere açılmada, bilinmeyen coğrafyaları keşfetmedeki başarıları, haritacılık konusunda ilerlemeleri ve devrin en gelişmiş gemilerine sahip olmalarından kaynaklanıyordu.

Coğrafi keşiflerle birlikte dünyanın dört bir yanına yayılan Portekiz, gittikleri ülkelere dili ve kültürünü de götürmüş.

Portekiz dünyaca ünlü kaşifleri Kristof Kolomb, Vasco De Gama, Alvaro Fernandes, Luis Cadamosto, Bartolomeu Dias, Joao Rodrigues Cabrilho ve Denizci Prens Henry gibi onlarca kaşifin sayesinde dünyanın dört bir yanına yayılmış.

Lizbon, her köşe başında karşınıza çıkan tarihi eserleri, yedi tepeye kurulmuş şehir mimarisi, rahatlatıcı deniz havası, şehri ikiye bölen Tejo nehri sayesinde ‘’karşı taraf’’ kavramının oluştuğu, sıcakkanlı insanları ile İstanbul’a benzetilen bir beyaz şehir…

Bu şehir ve topraklarında bulunduğu Portekiz tarih boyunca çok sayıda ülkeyi kolonileştirmiş. Afrika ülkelerinden Uzakdoğu’ya ve Güney Amerika’ya kadar birçok ülkeyi sömürgeleştiren Portekiz, sömürgecilik konusunda İngiltere’yi bile geride bırakmıştır.

Bugün dünyada 200 milyona yakın insan Portekizce konuşmaktadır. Bu nedenle halkının bir bölümünü sömürgelerinden gelenler oluşturmuş.

Günümüzde 50’yi aşkın müzeye sahip olan Lizbon, Tejo nehrine bakan yamaçların arasından kıvrılarak inen dar cadde ve sokaklarıyla konuklarını büyüleyen mükemmel bir görüntüye sahip…

1500 metre uzunluğundaki Özgürlük Bulvarında keyifli bir yolculuk yaptıktan sonra, İstanbul’daki Sultanahmet Meydanını andıran Rossi Meydanına geçiyoruz.

Nasıl ki İstanbul’a gelenlerin mutlaka görmesi gereken meydanlardan biri Sultanahmet’tir. Lizbon’a gelenlerin de mutlaka görmesi gereken meydanlardan biri Rossi ’dur.

İlk dikkatimizi çeken de meydanın zemini oldu. Oldukça çekici olan siyah ve beyaz renklerden oluşan dalgalı bir yapı oluşturmuşlar. Kendinizi gerçekten dalgalı bir ortamda hissediyorsunuz. Böyle bir uygulamayı İzmir’in Kordon Boyunda görmüştüm.

Eski Lizbon’un en önemli meydanlarından biri olan Rossi Google Haritalarda Square Pedro IV olarak da adlandırılıyor. Meydan bir taraftan daracık sokaklarla Baixa ve aşağı şehre açılırken, bir taraftan da Özgürlük Bulvarıyla yeni şehre açılmaktadır.

Yapım tarihi 1887 yılına kadar giden meydan dikdörtgen şeklinde olup, uzun kenarı kuzey-güney aksındadır. Kuzey ve güney kenarlarına yakın olacak şekilde konuşlandırılmış iki barok çeşme bulunmaktadır.

On dokuzuncu yüzyılda meydan Portekiz mozaikleri ile kaplanmış ve Fransa’dan gelen çeşmeler meydana yerleştirilmiştir. Merkezinde ise Portekiz ve Brezilya Kralı Dom Pedro’ nun heykeli bulunuyor.

Kuzeyinde 1846 yılında açılmış Devlet Tiyatrosu yer alırken, kuzeybatısında Rossi tren istasyonu yer alır. Bu istasyondan Portekiz’in diğer birçok şehrine gitmek mümkünmüş.

Bir zamanlar hayvan pazarının kurulduğu Rossi Meydanında Engizisyon mahkemelerinin kurulduğunu da öğreniyoruz. 18. Yüzyılda bayram kutlamalarının yapıldığı meydan boğa güreşi arenası olarak da kullanılmış. Ne kadar da İstanbul’daki Sultanahmet Meydanı ve tarihçesini andırıyor. Sultanahmet Meydanında olduğu gibi Rossi ’de Lizbon’un kalbi olmuş.

Masaları dışarıya yayılmış restoran ve kafeleriyle Rossio çok renkli bir dünya sunmaktadır ziyaretçilerine. Dış cephesi Lafonten’den hikâyeler anlatan, Portekiz ve İspanya’ya özel bir seramik çalışmasıyla süslenmiş Tabaccarin Monaco’nun çok güzel bir kafe olduğunu görüyoruz. Meydandaki kafelerin en ünlüsü ise Aurea sokağına yürürken sağında kalan kafe Nikola’dır.

Rossi meydanında yüzünüzü deniz yönünde döndürdüğünüzde karşınızdaki yaya yolu Augusta Caddesi olup, sizi Ticaret meydanına götürür. Solunuzdaki tepeler ise birinin üzerinde kalenin de bulunduğu Alfama, sağınızda yükselen tepelik yerler de Barrio Alto’ dur… Rossi ile Ticaret Meydanı arasında kalan bölge de Baixa ’dır.

Lizbon’da toplu taşım ulaşımı çok iyi düzenlenmiş. Birçok seferin ilk kalkış yeri Rossi ‘nin sol paralelinde bulunan Figueira Meydanıdır. Belem bölgesi için Augusta ya da herhangi bir paralel caddesini takip ederek Comercio (Ticaret) Meydanı’na inmeniz gerekiyor. Tren, Metro ve otobüs durakları gibi ulaşmak istediğiniz her yer için Rossi bir merkezdir…

1922 yılında açılmış olup, Lizbon’a gelen bütün turistlerin kahve içtikleri bir yer olarak söylenen Pastelaria Suiça ’da mola verip biz de kahve içtik. Nefeslendikten sonra meydanın doğusunda, bize göre sol tarafında kalan Figueira Meydanına geçtik. Figueira da Orta Çağdan beri tarihi meydanlardan biri…

Portekiz’de özellikle Lizbon’da 100 yıllıktan fazla kafeler, restoranlar, kitapçılar ve diğer yerler var. Eski dünyanın kâşifleri yaşamasını, harcamasını, kaliteyi biliyorlarmış.

Modern zamanın turistleri için de her şeyi düşünmüşler. Sevimli görünüşleriyle tuk tuklar, rehber eşliğinde cincırlı şehir gezileri, özlemli tramvaylar, ilginç-renkli-eğlenceli kara ve deniz taşıtları… Seçenekler çok…

Salınarak gezdiğimiz ve fotoğraflar çektiğimiz Rossi Meydanı’ndan, Lizbon’da görülmesi gerekenlerden biri olan, nostaljik asansör Santa Justa asansörünü görmek istiyoruz.

1900’lü yıllarda Baixa ile Barrio Altoyu birbirine bağlamak için, Gustave Eiffel’in öğrencilerinin tasarladığı, dövme demirden yapımına başlanan bu nostaljik asansör Santa Justa 1902 yılında hizmete girmiş.

Eşimle benim de görülmesi gereken yerler listemizde olan asansörü gördük ama binmedik. Asansöre binmek isteyenlerin oluşturduğu kuyruk uzundu, üstelik bir önceki akşam biz füniküler aracılığıyla o bölgeye ulaşmış ve gezmiştik. Sadece asansörü görmek istemiştik.

Asansör önünde fotoğraflar çektikten sonra Baixa’nın en ünlü caddesi Rua Augusta’ ya geçiyor ve Tejo Nehri’ne doğru ilerliyoruz.

Rua Augusta, birbirine paralel sekiz caddenin tam ortasında yer alıyor. Bölge tamamen düzlük ve alışveriş mağazalarıyla dolu. Trafiğe kapalı caddeye restoranların değişik renklerdeki masa ve sandalyeleri konulmuş, müşterilerini beklemekteler. Cadde zemini adeta gergef gibi işlenmiş, siyah bazalt ve sarı traverten taşlarla döşenmiş kaldırımları ayrı bir hava katıyor caddeye.

Hediyelik eşya dükkânları, restoranlar çeşit çeşit. Derken caddenin sonundaki, Rua Agusta ile Ticaret Meydanını birbirine bağlayan, etkileyici Arco da Rua Augusta yani devasa Zafer Anıtı görünüyor.

Kentin önemli turistik simgelerinden biri olan Arco da Rua Augusta, yani Zafer Anıtı, 1755 Depremi’nin ardından kentin yeniden dirilişini anımsatmak amacıyla inşa edilmiş. 11 metre yüksekliğinde ve 6 sütun üzerine oturan anıtın üstüne tarihsel figürlerin heykelleri konulmuş.

Aralarında Marki de Pombal ve Vasco de Gama’nın bulunduğu tarihi figürlerin heykelleri de bulunmakta olup, Atlantik Okyanusu’ndan gelenler için şehrin giriş kapısı olmuş. Şehrin orijinal planların hazırlanmasından yaklaşık bir asır sonra, ancak 1875 yılında bitirilmiş.

Kule üstündeki üç heykel zaferi sağlayan Valor ve Genius’u ödüllendiren kadın alegorisini betimlemiş. Tabandaki oturmuş iki figür ise Portekiz, Tejo ve Douro’nun iki akarsuyu temsil ediyormuş.

Fotoğraflarını çekerek Zafer Takı’nın altından Praça do Comercio yani Ticaret Meydanı’na geçiyoruz. Depremin öncesinde Kraliyet Sarayının yer aldığı Ticaret Meydanı 1755 yılından sonra tekrar oluşturulmuş.

Meydanın üç tarafını örten geleneksel boyalı binalar ve merkezindeki Kral Jose heykeli ile Lizbon’daki meydanlarının en ilgi çekici ve en büyük olanıdır.

Meydanda dolaşıp, fotoğraflarınızı çektikten sonra, İsterseniz hemen sahilde bulunan kayalıklara oturup, 25 Nisan köprüsü ile birlikte manzaranın tadını çıkarın, isterseniz kafelerden birine oturup Portekiz’in muhteşem şaraplarından tadın. Demişti Cafe Tur danışmanı.

Otobüslerin ve tramvayların içinden geçtiği Ticaret Meydanı, günün en yoğun saatlerinde insanların bir şeyler yemek için ya da dolaşmak, koşu yapmak için seçtiği yerlerden. Turistlerin de önemli uğrak yerlerinden biri…

Praça do Comercio aynı zamanda önemli bir ulaşım merkezi olup, Lizbon’un bütün bölgelerine giden ulaşım araçları buradan geçiyor. Alfama Bölgesine giden 28E numaralı sarı tramvayın da buradan geçtiğini gördük.

Sahilde bulunan kayalıklarda oturduk. Seyir terasından Tejo Nehri ile nehir üzerindeki 25 Nisan Köprüsünü seyrettik, fotoğraflarını çektik.

Zafer Anıtının yanına döndüğümüzde 15 numaralı tramvayın Belem bölgesine gittiğini öğrendik. Fırsatı kaçırmadık, bindik…

Ver elini Belem Bölgesi. Portekiz Keşifler Anıtı ve Belem Kulesi…

Ticaret Meydanının yaklaşık 6 km batısında, Tejo sahilinde bulunan Belem’e giderken 25 Nisan Köprüsü altından da geçtik. 1932-1968 yılları arasında 36 yıl boyunca diktatör Salazar tarafından yönetilmiş Portekiz.

1968 yılında felç geçiren Salazar o güne kadar koltuğunu bırakmamış, adeta yapışmış. 25 Nisan 1974 yılındaki Karanfil Devrimi ile Portekiz’de diktatörlük ve sömürgelerindeki savaşlar bitmiş. Portekiz tarihinin yeni bir dönemi başlamış.

1966 yılında Salazar Köprüsü olarak açılan Lizbon’ un ilk asma köprüsü 1974 yılında, Karanfil devrimi anısına 25 Nisan Köprüsü adını almış. 25 Nisan günü de ülkede Özgürlük Günü olarak kutlanmaktaymış. Köprünün diğer ucunda da İsa Heykeli yer almaktadır.

Tejo Nehri üzerinden Lizbon’u karşı kıyı Almada ’ya bağlayan köprünün yapımı 4 yıla yakın sürmüş ve 6 Ağustos 1966 tarihinde trafiğe açılmış. 2.277 metre uzunluğunda ve sudan 70 metre yükseklikte olan köprü üzerinde 6 şeritli yol bulunmaktadır. Alt kısmına 1999 senesinde iki şeritli tren rayı eklenmiş.

Köprünün altından geçtikten 6 durak sonra Belem’deyiz. Durağın karşısındaki park içinden geçerek sahile ulaşmak istiyoruz. Dikili taş boyutlarında bir anıt dikkatimizi çekiyor parkın ortasında. Anıtın Vasco da Gama için yapıldığını öğreniyoruz.

Vasco da Gama, 1450 yılında Portekiz’in Sines kasabasında dünyaya gelmiş. Küçük yaşta denizciliğe merak saran Gama, kendisini bu yönde yetiştirmiş.

Denizaşırı Portekiz İmparatorluğunun temellerini atan Kral I. Manuel tarafından 1495 yılında Hindistan’a denizden yol aramakla görevlendirilen Gama’nın emrine dört gemiyle 160 denizci verilmiş.

8 Temmuz 1496 tarihinde yola çıkan donanma uzun süren bir yolculuğun ardından önce Ümit Burnu’na sonra da Mayıs 1498’de Hindistan’ın batı kıyılarına ulaşmış.

Portekiz tarih boyunca çok sayıda ülkeyi kolonileştirmiş. Afrika ülkelerinden Uzakdoğu’ya ve Güney Amerika’ya kadar birçok ülkeyi sömürgeleştiren Portekiz, sömürgecilik konusunda İngiltere’yi bile geride bırakmıştır. Bugün dünyada 200 milyona yakın insan Portekizce konuşmaktadır.

Vasco da Gama Anıtından sahile geçip, yaklaşık 800 metre yürüyerek Kâşifler Anıtına ulaştık.

Portekiz Keşifler Anıtı, 15. yüzyılda ülke kâşiflerinin sefer yapmalarını finanse ve teşvik eden, bu nedenle başarılarında çok büyük etkiye sahip olan Denizci Henry’nin 500. Ölüm yıl dönümü anısına 1960 yılında inşa edilmiş.

Anıt üzerinde, ülkenin altın çağında çok önemli görevler üstlenmiş olan 32 kişinin kabartması yer alıyor. Doğu ve batıdan bakış açısına göre kabartmalarda değişiklik olabiliyor.

Doğu cephesinden bakıldığında Denizci Henry, elinde bir gemi ve arkasında Kral Alfonso V, Pedro Alvares Cabral, Vasco Da Gama ve Ferdinand Macellan bulunuyor.

Bunlardan Vasco da Gama Hindistan’ı, Pedro Alvares ise Brezilya’yı keşfetmiş. Ferdinand Macellan da dünya etrafında ilk geziyi yapan kâşif olarak tanınmış. Diğer figürler ise matematikçiler, din adamları, haritacılar ve yine kâşiflerden oluşuyor.

Anıta ön cepheden bakıldığında devasa bir kılıç figürü görülür. Merdivenlere doğru giderken solda ve sağda yazılar görebilirsiniz.

Sağdaki yazı ‘’Prens Henry’nin 500. Ölüm yıldönümü anısına’’, soldaki ise ‘’Deniz yollarını keşfeden Henry ve diğer kâşiflere…’’imiş.

52 metre yükseklikte bulunan bu anıta giriş için 10 Euro ödememiz gerektiği gibi, belli bir yüksekliğe kadar asansör ile sonra da biraz merdiven çıkarak eşsiz manzarasına ulaşabilirmişiz. Yeterli zamanımız olmadığından dışarıdan fotoğraflarını çekmekle yetindik ve Belem Kulesine doğru yürümeye başladık.

Belem Kulesi, Portekiz Kralı Dom Manuel saltanatının son yıllarında, 1515-1520 yılları arasında Tejo/Targus Nehrini korumak amacıyla inşa edilmiş.

1755 yılında yaşanan büyük deprem öncesi nehrin ortasında olan Belem kulesi, nehir yatağının depremden etkilenip değişmesi sonucu, kıyıda kalmış.

Kule bir süre hapishane olarak da kullanılmış. 16. Yüzyıl başlarında ülkede gelişen ve farklı keşiflerin izlerini taşıyan, Gotikten Rönesans’a geçiş zamanına denk gelen, Karma ve gösterişli bir mimari motif tarzına sahip ‘’Manuel’in’’ mimarisinin çok güzel örneklerinden biri sayılıyormuş.

Şehrin sembollerinden biri olan bu eşsiz kule 16 yüzyılda, Portekizli ünlü bir keşif olan Vasco de Gama’nın anısına yaptırılmış. Belem, günümüze kadar zarif mimarisi ile gelmeyi başaran ender yapılardan biri olarak tanıtılıyor rehberlerce. Dışarıdan sade ve küçük görünse de, aslında gayet büyük ve süslemeli bir kuleymiş Belem.

Avludan sonra, dört katlı olup, yükseldikçe görüş açısı genişliyormuş. Merdivenler aşırı dar olduğundan kalabalık bir gurup ile en tepeye tırmanmak çok zormuş. Yapımına 1515 yılında başlanan ve 1519 yılında açılışı yapılan kulenin yüksekliği yaklaşık olarak 30 metredir.

1983’de UNESCO tarafından ünlü Jeronimos Manastırı ile beraber Dünya Mirasları Listesine alınmış.

Portekiz Kralı Manuel’in döneminde yaşanan muazzam zenginliğin bir kanıtı olarak görülüyor. Kulenin üst kısmı cephanelik ve özel konutlar içeriyormuş. Zamanımız kısıtlı ve kuleye girmek isteyenlerin çokluğu nedeniyle sadece çevresinde dolaşıp, fotoğraflarını çekmekle yetindik.

Belem Pastanesi, Portekizliler de İspanyollar gibi tuzludan çok tatlıya düşkünler. Kahvenin yanında milföy hamurlu ve kremalı tatlıları çok seviyorlar. Özellikle de “Pastel de Nata” ya da “Pasteis de Belem” diye bilinen içi kremalı, dışı çıtır milföylü tatlıları çok meşhur.

Belem Turtası olarak da bilinen dışı çıtır hamur, içi muhallebi, üstü bol tarçın ya da pudra şekeri dökülerek yenen sıcacık bu lezzeti Lizbon’da yapan birçok yer var.

Bazılarında tadına da baktık, ancak eşimin araştırmasına göre turtanın esas çıktığı yer Pasteis de Belem’miş. 15 numaralı tramvayın geri dönüş durağından yaklaşık 400 metre batıda, yolumuz üzerindeydi.

Mekânın önünde sürekli sıra bekleyen insanlar, vitrininde turtalar, vişne likörleri ve çeşit çeşit tatlı hamur ürünleri var.

Biz de sıraya girdik. Dışarıdan fazla büyük bir yer gibi görünmemekle birlikte, içeriye girdiğinizde bitmek bilmeyen bir dolu salonda hizmet verildiğini gördük. Zar zor bir masa bulup, yerleştik.

Belem Turtası olarak da bilinen “Pastel de Nata” temel olarak tabanı milföy hamurundan olup, küçük kek kaplarında pişiriliyormuş.

İçini pastacı kremasına benzer bir krema ile doldurup fırına verildikten sonra kremanın üstü bizdeki fırın sütlaç gibi kızarıncaya kadar bekletiliyor. Bu da tatlıya hafif bir karamel tadı veriyor.

Gerçekten de Belem Turtasının tadı Pasteis de Belem ’de bir başkaymış. Çok sevdik, gezimizi taçlandırmış olarak tramvay durağına ulaşıp, otelimize gitmemizi sağlayacak bir rota çizdik.



Lizbon'da Üçüncü Gün

11 Şubat 2018 Pazar, Cascais…

Otelimiz HF Fenix Lisboa’da sağlam bir kahvaltı yaptıktan sonra Pompal Meydanı’nda hangi duraktan otobüse binelim diye koşuştururken ‘’Günaydın Akıncı Ailesi’’ sesiyle irkildik. Nereden geliyor diye bakınırken ‘’Yukarıdayım, lütfen yukarı bakın’’ Deyince meydanın ortasında bulunan anıtın üstüne çevirdik gözlerimizi. I. Pombal Markizi bize bakıyordu.

‘’Günaydın efendim.’’ Dedik. ‘’Hayrola, bu telaşınız nedir?’’ Diyen Pombal’a ‘’Cascais’e gitmek istiyoruz, hangi otobüse bineceğimize karar veremedik.’’ Dedik.

Lizbon’u yeniden yaratan I. Pombal Markizi eliyle işaret ederek ‘’Marques de Pombal durağından 736 numaralı otobüse binin. Cais de Sodre bölgesindeki banliyö trenine kadar götürecektir sizi. İyi yolculuklar dilerim.’’

Dedikten sonra Özgürlük Bulvarı üzerinden, 1755 yılındaki büyük deprem ve sonrası oluşan Tsunami ile yerle bir olan Lizbon’da yeniden yarattığı Alfama, Baixa ve Bairro Alto bölgelerini gözetlemeye başladı evlatlarını koruma altına almış bir ana gibi.

Pombal’a teşekkür ederek 08,20’de gelen 736 numaralı otobüse bindik. Saat 08,40’ta da Banliyö tren istasyonuna yaklaşık 100 metre uzaklıktaki duraktaydık.

Lizbon Cascais arasında çalışmakta olan banliyö trenleri gidiş dönüş ücreti olarak kişi başı 5 Euro ödedik. 09,00’da bindiğimiz banliyö treni 09,40’ta Cascais istasyonuna ulaşmıştı.

Cascais ile birlikte ilk kez Atlas Okyanusu’nu da görmüş olacaktık. Lizbon’un yaklaşık 45 km batısında bulunan Cascais, Tejo Nehri’nin girişindeki Oeiras’a kadar uzanan yaklaşık 40 bin nüfuslu bir belediye olup, daha çok 18. Yüzyıla ait romantik mimarisi ile tanınıyor.

Diğer taraftan Cascais, Ian Fleming’in James Bond’u yarattığı yer olarak da biliniyor. Lizbon’a gelen tüm gezginlerin ana uğrak yerlerinden biri.

Dünya sosyetesinin buluşma noktalarından biri olarak kabul edilen Portekiz’in rivierası Cascais ’in tarihi oldukça eskilere dayanıyor.

Eskiden bir balıkçı köyü olan Cascais, İspanya’da Endülüs’ün Araplar tarafından fethinden sonra ele geçirilmiş, birkaç asır süren Arap egemenliği sonunda 1153’de Portekiz Kralı I. Alfonso tarafından tekrar geri alınmıştı.

Cascais, 1870 yılında Kral I. Luis tarafından yazlık olarak kullanılmaya başlayınca diğer aristokratların da ilgisini çekmiş ve böylece Cascais’e yeni villalar, konaklar yapılmıştı.

1926 yılında Lizbon – Cascais tren hattının açılmasıyla birlikte bu güzel beldenin popülaritesi iyiden iyiye artış göstermişti.

1930’lu yıllardan itibaren dünyanın önde gelen zenginlerinin, sürgündeki bazı kralların, asilzadelerin, sanatçıların Cascais’ ten mülk almasıyla daha ‘da tanınmış ve ünlülerin sığınağı olmuştu.

Cascais, dünya çapında bir yer olmayı, Portekiz’in İkinci Dünya Savaşında tarafsız kalmasına borçluydu. II. Dünya Savaşı sırasında buraya gelen aktörler, politikacılar, aristokratlar sayesinde bütün dünyanın ilgisini çeken bir belde olmuştu.

Cascais 70’li yılların başında Monte Carlo’nun ortaya çıkmasıyla turizm tacını kaptırdıysa da halen sahip olduğu güzelliklerle ayakta kalmayı başardı.

Cascais, pitoresk ve dar yolları muhteşem asırlık binaları, sarayları ve yazlık konakları ile geçmişten günümüze kadar gelmeyi başarmış abartısız muhteşem bir yer.

Günümüzde Cascais bir festival ve konserler merkezi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer temmuz ayında giderseniz, her sene düzenli olarak yapılan, Cascais Cool Jazz Festivalini seyredebilirsiniz.

Her yıl ekim ayının 18’inde yapılan toplam 42 km’lik uluslararası Lizbon Maratonu’nun başlangıç noktası Cascais’tir. Avrupa Regatta Şampiyonası da önemli parkurlardan biri olarak kabul edilmektedir.

Ayrıca Cascais, dünyanın önde gelen Sörf merkezlerinden biri olup, bu spor dalında Çeşme Alaçatı’nın ciddi rakiplerinden biridir.

Cascais, 18. yüzyıla ait romantik mimarisi ile tanınır. Kasaba, saraylar, konaklar ve tarihi yapılarla doludur.

Cascais, muhteşem plajları, parkları ve yürüyüş yollarıyla ünlüdür. Guincho Plajı ve Boca do Inferno (Cehennem Ağzı) gibi doğal cazibe merkezleri ziyaretçilerin ilgisini çeker.

Cascais, yıl boyunca çeşitli festivaller ve konserlere ev sahipliği yapar. Özellikle Cascais Cool Jazz Festivali ve Lizbon Maratonu gibi etkinlikler oldukça popülerdi

Lüks yatların demirlediği Cascais Marinası restoranlar ve kafelerle çevrilidir.

On yedinci yüzyıldan kalma Cidadela de Cascais Kalesi sanat galerileri ve otellerle doludur.

Casa das Histórias Paula Rego: Ünlü Portekizli sanatçı Paula Rego'nun eserlerinin sergilendiği bir sanat müzesidir.

Cascais, hem tarihi hem de modern yaşamı bir arada sunan, ziyaretçilerine unutulmaz deneyimler yaşatan bir yerdir.

Lizbon'a gelen herkesin mutlaka görmesi gereken bu güzel kasaba, Portekiz'in zengin kültürel mirasını ve doğal güzelliklerini keşfetmek için ideal bir destinasyondur.

Kaynaklar:

1. https://www.mehmetakinci.com.tr

2. https://tr.wikipedia.org/wiki/Lizbon




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TURİZMİN BAŞKENTİ ANTALYA

PARİS SEİNE NEHRİ

GÜNEŞİN ÜLKESİ LİKYA