MADRİD'DE DÖRT GÜN

 

İspanya'nın başkenti ve en büyük şehri olan Madrid, İber Yarımadası'nın ortasında, Manzanares Nehri'nin kıyısında yer alır.

Madrid, canlı bir kültür ve sanat merkezi olan şehirde yıl boyunca birçok festival, konser ve tiyatro etkinliği düzenlenir.

Ayrıca, Madrid'in tarihi yapıları ve modern mimarisi, ziyaretçilere geniş bir yelpazede keşif imkanı sunar.

Madrid gökyüzünde ki takım yıldızların en rahat gözlendiği şehirlerden biridir. Gökyüzünde 7 yıldız biraya geldiğinde, Kastilya bölgesinin haritasına çok yakın bir şekil ortaya çıktığı söylencelerden biridir.

Endülüs Emevîlerinin kurduğu ileri karakol Alkazar’ın devamı olarak günümüze ulaşan Madrid´in kendine ait 7 yıldızlı yerel bir bayrağı bulunmaktadır.

Şehrin yerlilerinin ''Cennetten sonra Madrid'' dedikleri bu menteşem şehirde 4 gün konaklama fırsatını yakaladık eşimle 2008 yılının Nisan ayında. Paylaşmak istedim.

MADRİD'DE BİRİNCİ GÜN

3 Nisan 2008 Perşembe, Madrid...

Özellikle Nisan ayları, Hristiyanların Noellerini kutlamak üzere Türkiye’ye geldikleri aylardır. Binlerce Avrupalının geldiği onlarca uçağın, geriye boş dönmemesi için kiralanırlar. Tur şirketleri tarafından uçakların ucuza kiralanmasıyla, promosyonlu (özendirici) Avrupa turları gündeme gelir. Oldukça hesaplı Madrid ya da Barselona merkezli turlar düzenlenir. Eşimle bu özendirici turlardan biriyle Madrid’e geldik.

3 Nisan 2008 günü sabah 04,30’da Ankara’dan ayrıldıktan yaklaşık 15 saat sonra Madrid Hava Alanı çıkışında bizi bekleyen otobüslere binmiştik. Şehir merkezine yerel saatle 17.30 da ulaşarak, panorama bir şehir turu yaptık. Bir buçuk saate sığdırdığımız bu turda; Colon Meydanı, Kibele Meydanı ve Kastillana Bulvarı ve İspanya Meydanı görüldü.

Kastilla Meydanı (Plaza Castilla):

Şehrin kuzeyinde yer alır ve başkentin ana caddelerinden biri olup, Paseo de la Castellana'nın tam ortasında bulunur. Meydandaki Avrupa kapısı olarak denilen Torres de Europa yapıları oldukça ilgi çekicidir.

Kolon Meydanı (Plaza de Colon):

Madrid’in merkezi sayılabilecek konumda olup, ünlü üç caddenin Gran Vía, Paseo del Prado ve Paseo de Recoletos kavşağındadır.

Madrid’in sembolik meydanlarından biridir ve çevresi ihtişamlı yapılarla çevrili Plaza de Colon’a gidildiğinde, Cristof Kolomb anıtının fotoğrafları çekilebilir.

Kibele Meydanı (Plaza de Cibeles):

Madrid’in en ünlü meydanlarından biri olup meydan, Neo-Klasik bir kompleks içindeki mermer heykeller ve çeşmelerle süslenmiştir.

Madrid’in sembolü haline gelmiş olan meydan; doğudan batıya Calle de Alcala, kuzeye Paseo de Recoletos ve güneye Paseo del Prado kavşağında bulunur.

İspanya Meydanı (Plaza de Espana):

İspanya’nın başkenti Madrid’in göz alıcı meydanlarından biri olup, Gran Vía Caddesi’nin batısında ve Kraliyet Sarayı’nın kuzeyinde yer alır. Madrid’in simgesel merkezlerinden biridir.

Ayrıca, dev bir Cervantes heykeline de ev sahipliği yapar. Kışın buz pisti ve yemek/hediyelik eşya stantları kurulur. İspanya Meydanı, hem turistler hem de Madridliler için önemli bir buluşma noktasıdır. Bu büyülü meydanı ziyaret ederken, Cervantes’in heykelini görmeyi unutmayın!

Madrid’in ünlü Alcala Caddesinin güneyinde yer alan 4* lı Hotel Barcelo’da yerlerimiz hazırlanmıştı. Rehberimiz Kağan’ın anlattığına göre; otelimiz, kentsel ulaşım ağı içerisindeydi. Şehir merkezine ulaşımı sağlayan otobüslerin yanı sıra, metro, raylı ve hafif raylı sistemlerden da yararlanma olanağı vardı serbest zamanlarımızda.

Otelimiz, gerçekten de muhteşemdi. Odaların rahatlığının yanı sıra, sabah kahvaltıları da açık büfe olup, dört dörtlüktü. Normal zamanda, bir gecelik konaklama ücretinin 150 Euro olduğunu öğrendik daha sonra.

MADRİD'DE İKİNCİ GÜN

4 Nisan 2008 Cuma, Madrid...

Otelimizde mükemmel bir kahvaltıdan sonra; bizi bekleyen otobüsle ekstra olarak düzenlenen Madrid Şaheserleri turuna kişi başı 30 Euro ödeyerek katıldık.

Ekstra Tura katılmayanlar, kentsel ulaşım ağından yararlanarak Madrid’i gezmek istemişlerdi. Ulaşım ağını verimli kullanamayız kaygısıyla, büyük çoğunluk, rehberimiz Kağan’ın eşliğinde tura katılmayı uygun bulduk.

Madrid’in en önemli, en büyük, en geniş ve en uzun bulvarının, Paseo de la Castillana üzerinden, Kastillana Meydanı'na gideceğiz. Dün akşam meydanı otobüsten görmüştük.

Paseo sözcüğü, seyir ve eğlence anlamında bir sözcük İspanyolca da. Paseo de la Castillana Bulvarı, gerçekten de seyirlik ve eğlenceli bir bulvar olmanın yanı sıra çok sayıda anıt ve tarihi eserle birlikte, heykel gruplarına da bulunduğu bir bulvar…

Rehberimiz Kağan, Salvador Dali ve Picasso’nun oturup, sohbet ettiği kafeterya ve restoranların da bulvar üzerinde bulunduğunu söylüyor. Ankara’daki Atatürk Bulvarı biraz benziyor, ancak Kastillana Bulvarına göre oldukça dar kalıyor.

Plaza de Castillana...

Yaklaşık 20 dakikada Castillana ‘nın güney ucunda bulunan Plaza de Castillana (Kastillana Meydanı)'ya ulaştık. Yol boyunca gerekli bilgileri aktaran rehberimiz 15 dakika serbest zaman verdi.

Meydanda, Avrupa kapısı olarak tanımlanan ikiz kuleler bulunuyordu. Avrupa Kapısı (Puerto de Europe) olarak tanımlanan ikiz kulelerin yüksekliği 114 metre olup, kulelerdeki eğim %15'tir. Amerikalı mimarlar tarafından tasarlanmış, yapımına 1989 yılında başlanmış ve 1996 yılında bitirilmiş.

Bir hayli merdiven çıktıktan sonra ikiz kuleler arasına giren eşimin fotoğrafını çekerek, ölümsüzler arasına sokuyorum.

Kastillana Meydanından sonra, otobüsümüze binerek; Kastillana Bulvarı üzerinde bulunan Real Madrid’in ünlü stadı Estadio Santiago Bernabeo’yu görmek üzere otobüste yerlerimizi alıyoruz.

Estadio Santiago Bernabeo...

Rehberimizin verdiği bilgilere göre stadyum 1947 yılında yapılmış. Stadyumun ev sahibi takımı Real Madrid olup, İsmi efsane başkan Santiago Bernabeu Yeste’den gelmektedir.

Stat yapıldığından beri, Real Madrid maçlarının yanı sıra, çok önemli uluslararası turnuvalara ve final maçlarına ev sahipliği yapmış.

Kapasitesi değişkenlik gösteren stat ilk yapıldığında 70.000 kapasiteli olup 1953’te kapasitesi 120.000’e ulaşmış. Sonraki yıllarda, Stadın yenilenme çalışmaları esnasında kapasitesi azaltılmış. Bunun nedeni diyor rehberimiz, UEFA standartlarındaki statların tamamen koltuklu olmasıdır. Kapasite 80 bine düşürülmüş.

Stadı gezecek zamanımız yok. Çevresini dolaşıp, fotoğraflar çekildikten sonra, yine bulvar üzerinde bulunan Plaza de Colon (Kolomb Meydanı) a gidiliyor.

Plaza de Colon...

Plaza de Colón, Columbus Meydanı olarak da bilinir, Madrid'in Chamberí semtinde bulunan önemli ve modern bir meydandır. Meydan, Kristof Kolomb'un (İspanyolcada Cristóbal Colón) adını taşır ve ona adanmış önemli bir anıta sahiptir. Bu anıt, uzun bir sütunun tepesinde bir Kolomb heykelini içerir.

Plaza de Colon sadece modern bir kentsel alan değil, aynı zamanda tarihi öneme sahip bir yerdir. Kolomb anıtı, dünya tarihi üzerinde derin bir etkisi olan seyahatlerini ve Amerika'nın keşfini anmaktadır.

Meydan, modern binalarla çevrilidir ve Fernán Gómez Centro Cultural de la Villa olarak bilinen bir yeraltı kültür merkezini içerir. Kültürel aktiviteler ve etkinlikler için bir merkezdir. Yeraltı kültür merkezi, yıl boyunca çeşitli sergilere, performanslara ve diğer kültürel etkinliklere ev sahipliği yapar.

Plaza de Colón'un en dikkat çekici özelliklerinden biri, meydanın ortasında dalgalanan devasa İspanyol bayrağıdır. İspanya'nın en büyük bayraklarından biridir.

Yirmi dakikalık serbest zamanda meydanı dolaşıp, fotoğraflar çekildikten sonra, Plaza de Cibeles'e gitmek üzere otobüste yerlerimizi alıyoruz.

Plaza de Cibeles ...

Madrid’in en önemli nirengi noktalarından biri Plaza de Cibeles olarak bilinen Kibele Meydanıdır. Meydana ismini veren, tam ortasındaki ''Fuenta de Cibeles'' olarak bilinen Kibele Çeşmesi'dir. Yapımı 1782 yılına tarihlenmiş.

Madrid’in ana noktalarından biri olan Kibele Meydanı‘nın çevresinde harika mimari eserler bulunuyor. İlk dikkatimizi çeken saray benzeri büyük beyaz bina Palacio de Cibeles'ti.

Bu anıtsal bina son yıllara kadar Madrid merkez postanesi olarak kullanılmış. Yenilenmeden sonra belediye binası olarak hizmet vermeye başlamış. Meydana bakan harika mimari eserlerden biri de ünlü Banco de Espana binasıdır.

Kibele, bilindiği gibi Eros ’un annesi, bereket tanrıçasıdır. Bu heykel Madrid şehrinin en sevilen sembollerinden biridir. Anıtta, Bereket Tanrıçası Kybele iki aslan tarafından çekilen arabada otururken tasvir edilmişti.

Çektiğim fotoğraflardan birinde, eşimin arkasında; solda Kibele çeşmesi ve tahtında oturan ”Ana Kraliçe ”ile arabayı çeken aslanlar, çeşmenin sağında ise telekomünikasyon binası görülüyor.

Telekomünikasyon binası ile Kibele çeşmesinin ” İspanyol sermayesinin en önemli sembollerinden biri olduğu ifade ediliyor meydanla ilgili yazılarda.

Kibele ile ilgili olarak, tarih kitaplarında; kuzey ülkelerinde, Akdeniz çevresinde, Anadolu ‘da, Asya’da ve birçok uygarlıkta, değişik adlarla anılan bir Ana Tanrıçadan söz edilir.

Ana tanrıça; heykellerinin bir bölümünde doğum yaparken görülür, böylelikle dişiliği ve üremeyi temsil eder. Bazı heykellerinde de oturur ya da ayakta iken, yanında iki leopar bulunur.

Ana Tanrıça Kibele’nin kutsal hayvanları olan leopar ve aslanların her zaman yanında yer alması, ”Hayvanların kraliçesi olduğunu ve hayvanlar üzerindeki sınırsız hâkimiyetini anlatır.

İyi bir başlangıç noktası olarak seçilen Kibele Meydanı iki önemli ulaşım aksının birleştiği yerdeydi. Kuzey-güney aksını Kastillana ve Prado Bulvarları oluştururken, doğu-batı aksını Calle de Alcala oluşturmaktadır.

Alkala Caddesi üzerinde batıya doğru yaklaşık 400 metre yürürseniz, Madrid’in sembollerinden biri olan Metropolis anıtsal yapısı karşınıza çıkar. Metropolis ’in bulunduğu yerde cadde ikiye bölünür. Kuzey-batıya yönelen cadde, Madrid’in en ünlü caddesi Calle Gran Via olup, yaklaşık 1 500 metre keyifli bir yolculuktan sonra sizi ünlü İspanya Meydanına ulaştırır.

Mağazalar, oteller, bankalar, restoranlar, barlar, sinemalar ve tiyatroların bulunduğu bu cadde şehrin en önemli ticaret bölgelerinden biri olup, bitiminde Cervantes, Donkişot ve Sança Panço heykel gurubunun olduğu alan ile gezginlerini taçlandırır.

Biz tur otobüsümüzle ulaştık İspanya Meydanı ve heykel grubuna.

Plaza de Espana...

Önceki yıllarda, İspanya İç savaşında, ordu tarafından karargâh olarak da kullanılmış olan bu meydan şimdilerde en dikkat çekici yerdir. Cervantes, Donkişot ve Sança Panço heykel gurubunun olduğu alandır. Meydandaki anıt heykel kompleksinin üstünde Cervantes, oturmuş olarak betimlenmiştir. Altında ise, onun hayal kahramanları Don Kişot ve yardımcısı Sancho Panza heykelleri görülüyor.

Plaza de España, İspanya'nın farklı bölgelerinden gelen mimari unsurları bir araya getirmiş. 20. yüzyılın başlarında inşa edilmiş olup, Madrid'in modernleşme sürecinin bir parçası olarak tasarlanmış.

Meydanın, hem yerel halk hem de turistler için popüler bir buluşma noktası olmasının yanı sıra çeşitli etkinliklere, festivallere ve açık hava konserlerine ev sahipliği yapar.

İspanya Meydanı da gezildikten sonra Madrid Şaheserleri turu sona eriyor. Rehberimiz tarafından serbest bırakılıyoruz. İsteyenlere yardımcı olacağını da söylüyor.

Eşimle ben gruptan ayrılarak gezmenin daha rahat olacağını düşünüyor ve Gran Via Caddesine girerek Madrid’i bir başka yüzüyle tanımaya çalışıyoruz.

Yaklaşık 1500 metre yürüdükten sonra Metropolis anıtsal binasını geride bırakıyor, güney-doğuya devam eden cadde Alkala Caddesine giriyoruz. Yaklaşık 650 metre sonra da Güneşin Kapısı olarak tanımlanan Puerta del Sol karşımıza çıkıyor.

Madrid gezilecek yerler nereler diye sorduğunuzda size ilk olarak tarif edecekleri yerlerden biri de Madrid’in önemli sayılan bir meydana açılan ''Güneş Kapısı'' olacaktır demişti rehberimiz.

Puerta del Sol...

Madrid'deki Puerta del Sol, yani Güneş Kapısı, 15. Yüzyılda Madrid'i çevreleyen şehir duvarlarının kapılarından biriydi. Meydanın ismi, doğuda bulunması ve her sabah doğan güneşin şehri bu taraftan aydınlatmasından geliyordu.

Günümüzdeki meydan, surlar yıkıldıktan sonra, bu tarihi kapıya atıfta bulunarak yarım daire ve parlayan bir güneş biçiminde tasarlanmıştır.

Meydandan Gran Via’ya doğru çıkan sokaklar da bu güneşin ışınlarını simgelemektedir. Günümüzdeki halini 18. yüzyılda alan meydanın etrafı 18. ve 19. yüzyıllardan kalma binalarla çevrilidir.

Puerta del Sol, İspanya'nın altı ulusal karayolunun resmi başlangıç noktası olan, Sıfır Kilometre Taşı'na ev sahipliği yapar. Ayrıca Gran Via, Plaza Mayor ve Calle de Alcalá gibi önemli caddeler ve meydanlar bulunmaktadır.

Meydanın ortasında, 18. Yüzyıl’da Madrid’in En İyi Belediye Başkanı Unvanını taşıyan, III. Carlos'un bir heykeli bulunmakta olup, kuzeyinde de, Madrid'in simgelerinden biri olan, Ayı ve Kocayemiş Ağacı heykeli yer alıyordu.

Efsaneye göre bronz ayının önünde fotoğraf çektirenler günün birinde mutlaka Madrid’e geri dönerlermiş. Ben de yaban çileklerini yemeye çalışan ayı heykeliyle eşimin fotoğrafını çekiyorum .

Güneş Meydanı’nda dolaşıp, diğer fotoğraflarımızı da çektikten sonra, komşu sayılabilecek Mayor Meydanı’na gitmek üzere harekete geçiyoruz.

Plaza Mayor

Puerta del Sol'un yaklaşık 600 metre batısında bulunan Mayor Meydanı'na, ara sokaklardan, 15 dakikada ulaştık.

Madrid’e gidenlerin mutlaka görmek isteyecekleri ya da rehberlerinin göstermek isteyecekleri en büyük meydanlardan birisidir Mayor.

Kralların taç giyme törenlerinin yanı sıra, festivaller, boğa güreşleri ve hatta Engizisyon Mahkemelerinin idam uygulamaları da bu meydanda gerçekleştiriliyordu Antik dönemde.

Ünlü Engizisyon Mahkemeleri’nin gerçekleştiği bu meydanda temize çıkmak pek mümkün olmadığı gibi, suçlananların hemen hepsi yakılarak idam ediliyordu.

Plaza Mayor, Ortaçağda, site surlarının hemen dışında kurulan bir pazar yeriydi. Yapımına 1560 yıllarında başlanmış, 1617 yılında tamamlanmıştı.

Tarihinde, üç kez yangın geçirmiş olan Mayor Meydanı ve çevresi, 1790 yılında bu günkü yapısına kavuşmuştu.

Madrid'in en ünlü ve tarihi meydanlarından Plaza Mayor, 1617 yılında III. Felipe döneminde inşa edilmişti. Meydanın inşası, dönemin ünlü mimarı Juan de Herrera tarafından tasarlanmış ve Juan Gómez de Mora tarafından tamamlanmıştı.


Elli bin insan kapasiteli meydan üç katlı binalarla çevrili olup 129 metre uzunluğunda ve 94 metre genişliğindedir. Çevreleyen antik binalarda bulunan 237 balkon, Plaza Mayor'a bakmaktaydı.

Dokuz giriş kapısı olan meydanın ortasında, 1609'da Endülüs Müslümanlarının İspanya'dan sürgün edilmesi kararı alan, III. Felipe'nin atlı heykeli bulunmaktaydı. Bu heykel, 1616 yılında Giambologna tarafından tamamlanmış ve 1848 yılında meydana yerleştirilmişti.

Heykelin önünde fotoğraflarımı çeken eşim oldukça ilginç olan sokak sanatçılarından birinin yanında durarak fotoğraflarını çekmemi istedi.

Plaza Mayor, sokak sanatçıları ya da taştan heykeller gibi duran sokak girişimcileriyle de ünlü meydanlardan biridir. Önlerine koydukları kaplara para atıldığında, hareketleniyor ve büründükleri kılıkların özelliklerine göre, hünerlerini sergiliyorlardı. Kaplarına 1 Avro atarak çektim fotoğraflarını.

Mayor Meydanı’nda, güzel bir deniz ürünleri salatası ya da paella eşliğinde, sayıları 150′ye ulaşan işlemeli cepheye sahip dükkânları oturduğunuz yerden tek tek inceleyebilirsiniz. Biz de öyle yaptık.

İşlemeli cepheye sahip kafelerden birine oturarak, deniz ürünleriyle birlikte sunulan sandviçlerden alıp, kolalı içeceklerle birlikte açlığımızı bastırdık.

İspanyolların meşhur yemeği ”Paella”yı bir başka mekânda yemek üzere, kafeden kalktık ve ilgimizi çeken dükkânları gezmeye başladık.

Yüzlerce yıl yaşındaki binaların alt katları, yani bodrumları labirent gibi. Kimisi bar veya gece kulübü, kimisi ise hediyelik eşya satılan yer olmuş. İçlerinde gezinmek heyecan verici.

MADRİD'TE ÜÇÜNCÜ GÜN

5 Nisan 2008 Cumartesi…

Madrid’de üçüncü günümüz. İlk iki gün, rehberli ve rehbersiz olarak Madrid’in görülmesi gereken meydanları, bulvarları, caddeleri ve sokakları, genellikle yürüyerek gezdik eşimle.

Bugün, kişi başı 60 Euro ödediğimiz, Madrid dışındaki Kraliyet Yazlık Sarayı ile Madrid'in yaklaşık 90 kilometre kuzeybatısında yer alan tarihi ve turistik bir şehir olan Segovia var.

Önce, Madrid’in yaklaşık 80 km kuzeyindeki Royal Palace of La Granja of San Ildefonso olarak bilinen Kralın yazlık sarayına gidilecek.

Saat 7.30 civarında yapılan güçlü bir kahvaltıdan sonra otelimiz Barcelo’dan ayrılarak tur otobüsümüzde yerimizi aldık.

Madrid'den ayrıldığımızda hava günlük güneşlikti. Yazlık Saray yerleşkesine ulaşmadan önce kar yağışı başlamıştı. Hayretler içinde kaldık.

Demir bey, sormamıza meydan vermeden açıklamalara girişti. Ankara Beypazarı’nın 50 kilometre kuzeyinde, denizden 1600 metre yüksekte; sarıçam, karaçam ve köknar ormanları arasındaki ”Eğriova Yaylası” Ankaralıların yaylasıdır.

Madrid ve Madridlilerin yaylası da Segovia ve 7 kilometre uzağındaki Granja kasabasıdır. Madrid günlük güneşlik iken, Granja ‘da kar olabilir. Diyen rehberimiz Demir Bey, Ganja’da, Fransa’daki Versailles Saraylarının bahçelerinin örnek alındığı İspanya’nın Kraliyet yazlık sarayı ve bahçesinin mutlaka görülmesi gerektiğini anlattı. Bu arada, Granja kasabasına da gelmiştik.

Yolculuğumuz, havanın yağışlı olması nedeniyle, umulandan fazla olmuş ve bir buçuk saati bulmuştu. Granja kasabası da kar altındaydı, ancak, kar yağışı durmuştu. Ben ve eşim, böyle bir hava beklememiştik. Özellikle, eşimin ayakkabıları spor ve yazlıktı. Granja’daki gezi boyunca, ayaklarından ısı kaybederek üşüdü. Bereket hastalanmadı.

Granja’nın; çam ormanlarıyla kaplı, 2 bin metrelik Guadarrama Sıradağlarının eteklerinde, pınarların ve eriyen karların beslediği Eresma ve Clamores ırmaklarının buluşma noktasındaki dev bir kaya kütlesinin üzerine kurulmuş bir kent olduğunu öğreniyoruz rehberimizden.

Granja adı da ”Çiftlik” ya da ”Çiftlik Evi” kökeninden gelmiş. ” La Granja” ve Başpiskopos, San İldefonso’ya ayrıldığından, San İldefonso’nun çiftliği anlamında ”La Granja de San Ildefonso” adını almış yerleşim bölgesi.

Yazlık saraya en yakın olan meydanda park eden otobüsten inerek, rehberimizin peşinden yürümeye başlıyoruz. Rotamız üzerinde bir kiliseye rastlıyoruz. Eşimin, kapısında durup, içeri girdiği kilisenin kökeni, San Ildefonso tarafından kurulması istenen Şapel olsa gerek. Kilisede panorama tik bir ziyaretten sonra, kiliseyi geçiyoruz.


Kraliyet sarayına ulaşmadan önce, yoğun karla yolda rehberimizin tanıtım eşliğinde Royal Palace of La Granja de San Ildefonso saray bölgesin de girmiştik. Etrafında toplandığımız rehberimiz Demir Bey, müze haline getirilmiş antik saray ve bahçeleri hakkında oldukça ayrıntılı bilgi verdi.

La Granja de San Ildefonso Kraliyet Yazlık Sarayı, İspanya'nın en etkileyici tarihi yapılarından biridir.

La Granja de San Ildefonso, 18. yüzyılda Kral V. Felipe tarafından inşa edilmiştir. Saray, Fransa'daki Versailles Sarayı'ndan esinlenerek tasarlanmış ve İspanyol kraliyet ailesinin yazlık ikametgahı olarak kullanılmıştır.

Saray, barok ve klasik mimari tarzlarının bir karışımını yansıtır. İç mekanları, zarif süslemeler, freskler ve antika mobilyalarla donatılmıştır.

Sarayın geniş bahçeleri, Versailles Bahçelerinden ilham alınarak tasarlanmıştır. Bahçelerde, heykeller, çeşmeler ve su kanalları bulunmaktadır. Özellikle bahar ve yaz aylarında, bahçeler muhteşem bir manzara sunar.

Sarayın bahçelerinde yer alan 26 anıtsal çeşme, mitolojik öyküler ve alegorik sahnelerle süslenmiştir. Bu çeşmeler, bahçelere fantastik bir hava katmaktadır.

La Granja de San Ildefonso, Madrid'in yaklaşık 80 km kuzeyinde yer alır. Saraya ulaşım, özel araç veya tur otobüsleri ile sağlanabilir.

Saray ve bahçeler, yıl boyunca ziyaretçilere açıktır. Ancak, ziyaret saatleri mevsimlere göre değişiklik gösterebilir.

Sarayın ve bahçelerin ziyaret edilmesi için belirli bir giriş ücreti bulunmaktadır.

La Granja de San Ildefonso, İspanya'nın zengin tarihini ve kültürel mirasını keşfetmek isteyenler için mutlaka görülmesi gereken bir yerdir.

Restorasyondaki müze-saray kapalı olduğundan anıtsal bahçeleri gezip, alegorik sahnelerle süslenmiş heykel ve çeşmeleri inceleyip fotoğraflarını, fotoğraflarımızı çekmekle yetindik.

Segovia ‘ya gitmek üzere, tekrar tur otobüsümüzde yerlerimizi aldık.

5 Nisan 2008 Cumartesi, Segovia...

Madrid'in 90 km kuzey-doğusundaki Antik Kent Segovia'dayız. Granja’nın; çam ormanlarıyla kaplı, 2 bin metre yükseklikteki pınarların, eriyen karların beslediği Eresma ve Clamores ırmaklarının buluşma noktasındaki dev bir kaya kütlesinin üzerine kurulmuş Segovia. Kastilya bozkırının ortasında adeta bir vaha.

Tur otobüsünden indikten sonra, Madrid’inkine benzer dar sokaklardan yürüyerek, kentin en büyük meydanı, ”Mayor Meydanı'na ulaşıyoruz.

İspanya’nın bütün kentlerinde sokaklar çok dar ve yapılar yüksek. Neden, sokaklar dar ve yapılar yüksektir? sorusunu rehberimize yönelttiğimde, ilginç iki yanıtla karşılaşıyorum.

Birinci neden diyor Demir bey; ”İspanya sıcaklık ortalamaları oldukça yüksek. Hava akımlarını sağlayarak, serinlemenin yolu, dar ve yüksek kanallar oluşturan yapılardan geçer. Bir bakıma yapılanma, doğal klima etkisi yapmaktadır.”

İkinci nedene gelince; ”İspanya, hem güneyden, Müslümanların ve Arapların istila ve egemenliğine uğramış, hem de kuzeyden gelen istilacıların etkisinde kalmıştır. Düşmanlarının toplu saldırısını engelleme ve rahat karşı koyabilmek için, sokakları dar yapmışlardır.

Her yıl, binlerce turist ve gezgin tarafından ziyaret edilmesine rağmen, doğal dokusunu ve yaşam tarzını korumuş Segovia. Bu nedenle UNESCO, şehir merkezini Dünya Mirası Alanı olarak ilan etmiştir.

Ana meydana geldiğinizin habercisi Katedral ve Mayor alanının çevresine dizilmiş kafe ve lokantalar. Ancak, ortalıkta hiç hareket yok. İspanya'nın bütün kentlerinde olduğu gibi, Segovia’da da zaman yavaş akıyor. Turistler olmasa, ortalıkta kimse olmayacak. Kafe ve lokantalardaki servisler de ağır aksak ve kalabalık bir ekiple sunuluyor.

İspanya’daki bütün katedraller birbirine benzediği gibi zaman kısıtlaması da vardı. Segovia Katedrali'ni gezmeden, şehir çevresindeki dar yollardan su kemerlerine yöneldik.

Her ne kadar katedrali gezemediysek de rehberimiz ayrıntılı bilgi verdi Alkazar Şatosu'na giderken.

Segovia Katedrali, Gotik tarzda Roma Katolik katedralidir. 1525 ile 1577 yılları arasında, Alcazar’a bitişik olup, kraliyet orduları tarafından, soylulara karşı ayaklanan halk hareketinde, Alcazar’ı savunmak için kullanılmıştı.

Gotik tonozlar 33 metre yüksekliğinde, 50 metre genişliğinde ve 105 metre uzunluğunda olup, Çan kulesinin yüksekliği 90 metreye ulaşmıştı. İnce vitraylı pencerelerin yanı sıra birçok renkli cam pencereye de sahipti.

Derken su kemerlerinin bulunduğu oldukça geniş bir meydanda bulduk kendimizi. Romalıların M.S. 1. Yüzyılın sonlarında inşa ettikleri su kemerleri büyük ölçüde korunmuş.

Guaddarrama Dağları’ndan şehre şehre su taşıyan kemerlerin uzunluğu yaklaşık 15 km olup, toplam 166 kemerden oluşmaktadır demişti rehberimiz.

Segovia‘da görülmesi gereken ikinci önemli yer Alkazar Kalesi idi. On birinci yüzyılda VI. Alfanso tarafından, Romalılardan kalma kale kalıntılarının üzerine inşa edilmeye başlanan bu muhteşem yapı II. Felipe dönemine, 16. yüzyıla kadar yenilenmeye devam etmiş. İçindeki çeşitli salonlar, II. Juan Kulesi, şapeli, cephane avlusu gibi bölümler de bu dönem içinde yapıya eklenmişler.

Bu kale Disney World‘deki Sinderella Kalesi‘ne ilham kaynağı olmuş bu şatonun Harry Potter filmlerinin masalsı şatolarından biriyle karşılaştığımızı sandım. Harry Potter filmlerinin burada çekilip, çekilmediğini sorduğumuzda rehberimiz, yanıtın olumsuz olduğunu vurguladı.

Alcazar Şatosu, öncelikle bir kale olarak inşa edilmiş. Gemiye benzeyen bu kale, kraliyet sarayı olarak da kullanılmış. Daha sonra hapishane, bir Kraliyet Topçu Koleji ve o tarihten bu yana da bir askeri akademi olarak hizmet vermişti.

Mayot Meydanı çevresindeki lokantalarından birinde yemek, su kemerleri ve Alkazar Kalesi gezileri yaklaşık 4 saat zamanımızı almıştı. Güneş de ufukta kaybolmak üzereydi. Madrid'e dönmek üzere tur otobüsünde yerlerimizi aldık.

MADRİD'TE DÖRDÜNCÜ GÜNÜMÜZ

6 Nisan 2008 Pazar, Toledo...

Madrid merkezli İspanya turumuzun dördüncü günündeyiz. Bugün yaklaşık olarak 550 yıl Büyük İspanya İmparatorluğunun Başkentliğini yapmış olan Toledo turumuz var.

Madrid’in yaklaşık 80 km kuzey-doğusunda bulunan Toledo yolculuğumuz için bir saatten fazla bir zaman gerektirdiğinden, Rehberimiz bu süreyi İspanya ve Toledo tarihini özetleyerek değerlendirdi.

Toledo, İspanya'nın Kastilya-La Mancha bölgesinde yer alan tarihi ve kültürel açıdan zengin bir şehirdi.

Toledo'nun tarihi, Roma İmparatorluğu dönemine kadar uzanır. Şehir, MÖ 192 yılında Roma egemenliğine girmiş ve "Toletum" olarak adlandırılmıştır. 6. yüzyılda Vizigotlar tarafından ele geçirilen Toledo, bu dönemde önemli bir tinsel merkez haline gelmişti.

Emevilerin 711 yılında İspanya'yı fethiyle Toledo, Müslümanların kontrolüne geçmiş ve "Tuleytula" olarak anılmıştı.

Kastilya Kralı VI. Alfonso tarafından 1085 yılında fethedilen Toledo, Kastilya Krallığı'nın en önemli siyasal ve toplumsal merkezi olmuştu.

Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri olan Toledo Katedrali, İspanya'nın en büyük üçüncü katedraliydi.

Toledo, Hristiyan, Müslüman ve Yahudi kültürlerinin bir arada yaşadığı bir şehir olarak biliniyordu. Şehirde, Endülüs döneminden kalma camiler ve sinagoglar vardı.

Toledo, üç tarafı Tajo Nehri ile çevrili bir yarımada üzerinde yer alır. Bu konum, şehre doğal bir güzellik ve stratejik bir avantaj sağlıyordu.

Toledo, tarihi ve kültürel zenginlikleri ile İspanya'nın en önemli turistik merkezlerinden biridir. Şehir, 1986 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne dahil edilmişti.

Toledo, İspanya'nın tarihini ve kültürel mirasını keşfetmek isteyenler için mutlaka görülmesi gereken bir yerdi.

İspanya ve Toledo’ nun tarihi ile ilgili sohbetimizle, zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmamıştık. Bir anda, Toledo, bütün ihtişamıyla otobüsümüzün penceresinde belirivermişti.

En iyi panoramik görüntü alabileceğimiz yerde, otobüsümüz durdu, indik ve fotoğraf makineleri çalışmaya başladı.

Fotoğraf çektiğimiz yerden bakınca; kentin bütün otantik, tarihi ve fiziksel yapısı ortaya çıkıyor, Alkazar ve Katedral gibi devasa yapılar hemen dikkat çekiyordu.

Toledo Katedrali'nin 16. yüzyıldaki görünümü, sanki sihirli bir sopayla dokunularak dondurulmuş gibi, tarihi ve otantik yapısı hiç değişmeden günümüze kadar gelivermişti.

Bu çok özel ve antik yapı ve kentin tamamı, UNESCO tarafından ”Dünya Kültür Mirası Listesi”ne eklenmişti.

İspanya ve Toledo sakinleri de kültür miraslarına sahip çıkarak, gözleri gibi korumuşlar. Bundan ötürüdür ki, İspanya’ya gelen bütün turistler, Toledo’yu görmeden İspanya’dan ayrılmazlar. Önemli turizm geliri sağlayan kentlerden biri olarak kalır hep.

Yedinci yüzyıldan kalma duvarlar ve Tajo nehriyle çevrili, nehirden 730 metre yüksekteki bir tepeye kurulmuş olan Toledo, tarihte, hep önemli bir kent olarak ortaya çıkmıştı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TURİZMİN BAŞKENTİ ANTALYA

PARİS SEİNE NEHRİ

GÜNEŞİN ÜLKESİ LİKYA