Aynalıkavak Kasrı İstanbul


Yüzyıllardır Haliç kıyılarını süsleyen, Osmanlı döneminde "Tersane Sarayı" olarak bilinen Aynalıkavak Kasrı arkasını Beyoğlu İlçesi Kasımpaşa Okmeydanı sırtlarına dayamıştı. 1450’lili yıllarda Haliç’ten Okmeydanı’na doğru uzanan Kasımpaşa sırtlarını büyük bir koruluk kaplıyordu. Hükümdarlar tarafından eğlence ve dinlenme alanı olarak kullanılması nedeniyle bu bölgeye “Hasbahçe” denilmişti.

Hasbahçeler, Osmanlı saray kültüründe özel statüye sahip olup genellikle saraylara yakın, estetik tasarımın ve doğayla iç içe olmanın öncelendiği mekânlardı. Hasbahçeler, yalnızca peyzaj mimarisi açısından değil, Osmanlı’da toplumsal hiyerarşilerin, sanatın, ve modernleşme arzularının da mekânsal izdüşümüydü.

Fatih Sultan Mehmet burayı çok severdi. Sıkça geldiği bu Hasbahçeye Otağ-ı Hümayun kurarak okçuluk müsabakaları düzenlerdi. Bu gelenek zamanla, Osmanlı'da okçuluğun devlet sembolizmiyle birleştiği bir mekânsal ritüele dönüştü. Dolayısıyla bölge, yalnızca spor değil aynı zamanda egemenlik performanslarının sahnesi oldu.

1718 yılında yapılan Pasarofça Antlaşmasıyla Mora Yarımadasını Türklere bırakan Venedikliler, antlaşma sonrası Osmanlı Padişah’ı III. Ahmet’e çok değerli ve çok büyük Venedik aynaları hediye ettiler. Kristal Venedik aynalarını çok beğenmiş olan III. Ahmet, kavak boylarına ulaştığı söylenen bu aynalara yakışacak bir ‘’Kasır’’ yapılmasını emretmişti. Böylelikle, Balyan Ailesi mimarları tarafından özel olarak üretilen yapı Aynalıkavak Kasrı olarak anılmaya başlamıştı.

Türkiye’nin ilk ‘’Musiki Müzesi’’ Aynalıkavak Kasrı’nın zemin katında oluşturulmuştur. Kendisi de bir musikişinas olan II. Selim ile özdeşleşen bu saray da onun eğilimlerine uygun olarak bir musiki müzesine dönüştürülme fikri ile bu saray Türkiye’deki ilk musiki müze olma niteliğini taşımaktadır. III. Selim’in kullandığı ya da diğer devirlerden kalan Osmanlı Türk musikisi aletleriyle, devrin zevkini, süsleme ve sanat anlayışını yansıtan çok çeşitli diğer eşyalar da sergilenmektedir.

Aynalıkavak Kasrı, 1975 yılında Milli Saraylara devredildikten sonra,1984 yılında müze-saray statüsünde, Aynalıkavak Kasrı olarak ziyarete açılmıştır. 2005 yılında yeniden başlatılan yenileme ve tefriş çalışmaları tamamlanarak, 5 Kasım 2010 tarihinde, Müze-Saray olarak halkın ziyaretine açılmıştır.


Günümüzde Kasımpaşa sırtlarını beton binalar kaplamış. Beton yapılar arasında neredeyse kaybolmuş olan Aynalıkavak Kasrı’nı çok zor bulmuştum. Zor da olsa bulmama değmişti doğrusu…

Kasrın bahçesi üzerimde ”Çölde bir vaha” etkisi bırakmıştı.

Ziyaretçiler 36T, 38T, 47, 47Ç, 47E, 54HT, 54K otobüslerine binerek bölgeye ulaşabilirler.

3 Ağustos 2012 Cuma, Hasköy Beyoğlu…

Eminönü otobüs duraklarından 47E’ye binerek, yaklaşık yarım saat sonra Aynalıkavak durağında indim, tam karşımda Aynalıkavak Kasrı’nın giriş kapısı duruyordu. Milli Saraylar bünyesinde bulunan kasra giriş yaptığımda, kendimi çölde bir vahada hissettim.

Kasrın girişindeki görevliye 65 yaş üstü olduğumu söyleyince ücret ödemiyorum. 15-20 dakika sonra da, benden başka kimse olmadığından, rehber eşliğinde kasrı gezmeye başlıyoruz. Her ne kadar, araştırma yaparak geldiysem de, rehberimi can kulağıyla dinliyorum.

O dönem tarihçilerinin kayıtlarından, Hasbahçe’nin yanında ayrıca bir çiçek bahçesi düzenlendiğini, devrin ileri gelenlerinin bu bahçeye pek çok çiçek soğanı ve fidan hediye ettiğini öğreniyorum.

Fatih Sultan Mehmet'in emriyle, 1455 yılında Haliç kıyısında Tersane-i Amire kurulmuştu. Bünyesindeki Taşkızak Tersanesi, Kanuni Sultan Süleyman döneminde genişletilecekti. Hasköy’den Azapkapı’ya kadar olan sahada yaklaşık 300 geminin yapımının gerçekleştirildiği Haliç Tersaneleri ortaya çıkacaktı.

Görkemli Haliç Tersaneleri Akdeniz sularına hâkimiyet kuran bir donanmanın oluşmasını sağlamıştı. Bu oluşumdan sonradır ki, Haliç sahillerindeki koruluk, bahçeleriyle birlikte, “Tersane Bahçesi” olarak anılmaya başlanmıştı.

Osmanlı Padişahlarının yakın ilgisini gören Kaptan-ı Derya Kayserili Halil Paşa, Tersane Bahçesi’nde, padişahlara layık bir saray yapılmasını emretmiş ve 1613 yılında sarayın ilk binaları tamamlanmıştı. Bunlara ek olarak, Osmanlı Padişahı I. Ahmet’in 1614 yılında yaptırdığı ilk Kasır ’da Sultan İbrahim doğmuştu.

Sultan İbrahim büyüdükçe yeni binalar yapılmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Topkapı, Üsküdar Saraylarından sonra üçüncü büyük sarayı haline gelmişti. Ancak, IV. Mehmet zamanında çıkan bir yangından sonra sarayın büyük bir bölümü yanmıştı.

On sekizinci Yüzyılın başlarında, Saray bütünü içinde yer alan ve Sultan III. Ahmet döneminde yaptırıldığı sanılan Aynalıkavak Kasrı, yüzyılın sonlarında Sultan III. Selim döneminde büyük bir onarım görerek yeniden düzenlenmiş ve bugünkü görünümünü kazanmıştır.

Aynalıkavak Kasrı geleneksel mimarîsi ve dekorasyon özellikleriyle son derece ayrıcalıklıdır. Ağırlıklı olarak 19. yüzyıl saray, köşk ve kasırlarından oluşan Milli Sarayların yapıları arasında, daha erken dönemlerden günümüze gelmiş tek yapıdır.

Osmanlı Devleti açısından önemli bir yere sahip olan Lale Devri boyunca padişahlık yapan Sultan Üçüncü Ahmet, hattat ve şairdi. “Necib” mahlasıyla şiirler yazdı. Ayrıca Musiki ile de yakından ilgileniyordu. Bestelerini ve şiirlerini Tersane Kasrı’ndaki ‘’Beste Odası’’nda bestelemiş ve yazmıştır.

Şehzadelerinin sünnet düğünlerini de burada yaptırmıştır. Söylenceye göre; Sultan III. Ahmet’in şehzadelerinin sünnet düğünü 10 Ekim 1720’de başlamış ve 23 gün süren muhteşem bir şenlik halinde devam etmiştir. Sünnet düğününden sonra da haremiyle buraya yerleşmiştir.

Bu günkü görünümünü kazanan Tersane Kasrı’nın ilginç bir hikâyesi vardır.1718 yılında yapılan Pasarofça Antlaşmasıyla Mora Yarımadasını Türklere bırakan Venedikliler, antlaşma sonrası Osmanlı Padişah’ı III. Ahmet’e çok değerli ve çok büyük Venedik aynaları hediye ederler.

O dönemde, imparatorlukta düz cam üretilemediği için, kristal Venedik aynaları çok beğenilmiş ve makbule geçmiş. Söylenceye göre, III. Ahmet, kavak boylarına ulaştığı söylenen bu aynalara yakışacak bir ‘’Kasır’’ yapılmasını emretmiş.

Böylelikle, Tersane Kasrı’nın adı Aynalıkavak Kasrı olarak anılmaya başlamış. Müzik ve edebiyatla yakından ilgili olan Sultan III. Selim de Tersane Kasrı’nı sevmiş ve 1791’de, Balyan ailesinden Kirkor Balyan’a Tersane Kasrı’nı tamir ettirmiştir.

Başlangıçta Haliç ile kıyısı bulunan Tersane Kasrı; Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmut ve Sultan II. Abdülhamit zamanında tersanelere yapılan eklerden dolayı, Kasır Haliç’ten içeride kalmıştır.

Tersane Kasrı; eğimli bir arazide inşa edilmiş ve bahçesi çeşitli ağaçlarla süslenmiştir. Deniz cephesinde iki, kara cephesinde tek katlı kütlesiyle Osmanlı klasik mimarlığının son ve ilginç yapılarından biridir.

Deniz cephesinde ayrıca bir bodrum katı bulunmaktadır. Tersane Kasrı; süsleme açısından da çağının beğenisini yansıtmakta, özellikle besteci Sultan III. Selim dönemi kültürünün pek çok ögesini bünyesinde barındırmaktadır.

Zorlu bir dönemde imparatorluğu yöneten III. Selim’in; hüzünlü bakışları, heybetli ama alçak gönüllü duruşuyla derviş meşrep bir padişah olduğu söylenceler arasındadır.

Mevleviliğe yakınlığı nedeniyle Galata Mevlevihane’nin yenilenmesini sağlamış ve Şeyh Galip Dede ile yakın ilişki içinde olmuştur. Mevlevi tarikatının felsefi kökenindeki ‘’Yenilenme ve Tazelenme’’ olgusunu hem sanat hem de yönetimi sırasında uygulamaya çalışmıştır. Başıbozuk hale gelen yeniçeri ocağını ortadan kaldırarak yeni bir ordu, Nizam-ı Cedit kuruluşunu gerçekleştirmiştir.

Asıl adı Tersane Kasrı olan Aynalıkavak Kasrı; geniş saçaklı çatıları, iç dekorasyonda bulunan yerleşik sedir düzenlemeleri, geleneksel ısıtma biçimini oluşturan mangalları ile geçmiş yaşam biçimlerinin görünümlerini sergilemektedir.

Öyle ki, bu kültürün başlıca simgeleri olan sedir ve sedirimsi kanepe, mangal, kandil gibi mobilyalarla döşeli olan odalar bizi geçmişin gizemli günlerine götürmektedir.

Giriş mekânına bir verandadan girilip, oradan da geniş bir salona geçiliyor. Sanki üç küçük oda birleşmiş gibi, burası selamlık olmalı. Kasrın selamlığı olarak nitelenen bu bölümün bezemeleri son derece zengindir.

Bezeme yönünden kasrın en önemli bölümü divanhane ile arz odasıdır. Buradaki pencerelerin arasında basık kemerlerle birbirine bağlanmış dekoratif kolonlara yer verilmiştir. Kemer ayaklarının içerisi mermer levhalar ve aynalarla kaplanmıştır.

Salonun üç tarafında ipek döşemeli divanlar, duvarlarında ise mavi zemin üzerine altın yaldızlarla yazılmış III. Selim’e ait bir şiir yer alır.

Salon üç yönde bahçeye bakan hatlarla bezenmiş pencerelere sahip ve üzeri kubbeyle örülü bir arz odası görünümündedir. Bu dönemin özelliği olan renkli ve nakışlı (Revzenli) tepe pencereleri ilgi çekicidir. Revzenli tepe pencereli evler çoğu zaman o dönemlerin en yüksek gelir gruplarına dâhil olanların evleridir.

Bu evlerin soğuklardan ve yağışlardan ve güvenlik amacı ile korunması için pencere kepenkleri vardır. Bir nevi dışarıya karşı kafes niteliğinde de kullanılan kepenklerin kapatılması ile işte bu tepe camları devreye girer.

Bu camlar kepenklerin çokça kapalı olduğu zamanlarda gün ışığının içeri girmesini sağlar. Hatta vitray formunda hazırlananlar, renkli camlardan oluşur ve gün ışığı evin içerisine gök kuşağı renklerini içeren motifler halinde girer.

Hatta bu camların alçılı desenleri ile birleşen renk cümbüşü, o dönemin çok Türk-İslam mimari geleneğinin temelini oluşturan sadelik anlayışı ile ahşap kaplı düz duvarlarda tavana asılmış şahane tablolar görüntüsü oluşturur. Bu muhteşem eklentilere sahip duvarlara başka bir süsün eklenmesine gerek yoktur.

Mimari tarz hiçbir eklentide olmayan bir özellikle binanın hem iç hem de dış duvarlarını süslemektedir. Bu süsler ayrıca ev sahibinin gelir seviyesine göre, model, desen, renk zenginliğine kavuşur. Tepe camlarının fonksiyonları saymakla bitmez. Dediğimiz gibi tepecamları sahibinin gelirine göre renk ve desen zenginliğine kavuşur. Ve genellikle de gelir seviyesi iyi hatta yüksek kimselerin evlerini süsler.

Her yerinde farklı bir ayrıntı ve güzelliğin olduğu Selamlık bölümünden ayrılıp, soldaki ilk odadan içeri giriliyor. Buradaki odaların dekorunun daha sade olduğu görülüyor. Odaları geçtikten sonra tekrar geniş bir salona giriliyor ki Divanhane olduğunu öğreniyoruz. Ağırlıklı olarak koyu kırmızı renklerin hâkim olduğu bu salonun orta yerinde, ısınma amaçlı bir mangal bulunuyor.

Vitray formunda hazırlanmış renkli camlar burada da göz alıcı ve gün ışığını salonun içerisine gök kuşağı renklerini içeren motifler halinde girmesini sağlıyor.

Divanhane ve Beste Odası’nda pencere üstlerinden dolaşan bir frizde dönemin tanınmış şairleri Şeyh Galip ve Enderun'i Fazıl’ın, Terane Kasrı ve III. Selim’i öven şiirleri Hattat Mehmet Esad El Yesârî tarafından ta‘lîk hat ile yazılmıştır.

Osmanlı hanedanlarının sürgün edildiği tarihe kadar Saray erkânından bazıları bu kasırda yaşamışlardır.  Abdülaziz’in küçük kızı Emine Sultan ve ailesi bu kasırda en son kalan Osmanlı Hanedan üyelerinden biri olmuştur. 

Günümüzde bir müze-saray olarak ziyarete açık tutulan Aynalıkavak Kasrı’nın zemin katı, Sultan III. Selim’in besteci özelliği de göz önünde tutularak, Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan görsel kaynaklar ve kimi kurum ve kişilerin armağan ettiği çalgıların bir araya getirilmesiyle “Türk Çalgıları Sergisi” mekânına dönüştürülmüştür.

Türkiye’nin ilk ‘’Musiki Müzesi’’ olan Aynalıkavak Kasrı’nın zemin katında oluşturulmuştur. Kendisi de bir musikişinas olan II. Selim ile özdeşleşen bu saray da onun eğilimlerine uygun olarak bir musiki müzesine dönüştürülme fikri ile bu saray Türkiye’deki ilk musiki müze olma niteliğini taşımaktadır.

Müzede, III. Selim’in kullandığı veya diğer devirlerden kalan Osmanlı Türk musikisi aletleriyle, devrin zevkini, süsleme ve sanat anlayışını yansıtan çok çeşitli diğer eşyalar da sergilenmektedir.


Kasrın bahçesindeyse, özellikle yaz aylarında konuklara yönelik kafeterya hizmetleri, klasik Türk Sanat Müziği örneklerinin seslendirildiği Aynalıkavak Konserleri ile ulusal ve uluslararası nitelikte kabul törenleri yapılmaktadır.

Kaynaklar:

1) https://www.mehmetakinci.com.tr/aynalikavak-kasri-istanbul-halic.html

2)  https://tr.wikipedia.org/wiki/Aynal%C4%B1kavak_Kasr%C4%B1

3) https://www.millisaraylar.gov.tr/Hizmetler/22/AYNALIKAVAK-KASRI-KAFETERYA

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Küresel Portekiz İmparatorluğu

Tarih ve Kültürü ile Selanik

1912 Lozan Uşi Antlaşması ve 12 Adalar