UNESCO Müzik Başkenti Sevilla

UNESCO tarafından ''Müziğin Başkenti'' olarak ilan edilen Sevilla’nın tarihi boyunca farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan mimari, kültürel ve sosyal dokusu, O'nun çok katmanlı kimliğini ifade eder.

Sevilla’nın antik adı Hispalis’ti. Roma İmparatorluğu döneminde bu şehir, Hispania Baetica eyaletinin başkentidir. Roma döneminden kalma altyapı ve yapı izleri hâlâ bazı bölgelerde görülebilir. 

Sekizinci yüzyıldan itibaren Müslümanların egemenliğinde olan şehir, bu dönemde, büyük bir kültürel ve mimari gelişim yaşadı. Giralda minaresi (bugünkü Sevilla Katedrali’nin çan kulesi) bu dönemin izlerini taşır.

1248’de Kastilya Kralı III. Fernando tarafından fethedilen şehir, camilerin kiliseye dönüştürülmesiyle yeni bir katman kazandı. Sevilla Katedrali bu dönüşümün en sembolik yapısıdır.

Sevilla İspanya’nın güneyinde bir iç şehir olmakla birlikte The Guadalquivir Nehri sayesinde 87 km uzaklıktaki Atlas Okyanusu’na bağlanır. Böylece, on beşinci ve on altıncı yüzyıllarda, Amerika’ya açılan kapı olarak Sevilla, ticaretin ve kültürel etkileşimin merkezi oldu. Bu dönemden kalan saraylar ve lonca binaları hâlâ ayaktadır.

Rossini’nin Sevil Berberi, Bizet’in Carmen gibi eserleri Sevilla’yı bir müzikal ilham kaynağına dönüştürmüştür. UNESCO tarafından “Müzik Kenti” unvanı verilmesi bu kültürel katmanlığının derinliğini anlatır.

Flamenko’nun doğduğu ve geliştiği merkezlerden biri olan Sevilla Dans, müzik ve kostüm kültürüyle bu kültürel katman, şehrin ruhunu şekillendirir.

Sinagoglar, camiler ve katedrallerin bir arada bulunduğu Sevilla; Yahudi, Müslüman ve Hristiyan kültürlerinin iç içe geçtiği bir şehir olarak öne çıkar.

Dar sokakları, beyaz badanalı evleriyle hem Müslüman hem Yahudi geçmişini de barındırır. Santa Cruz Mahallesi bunlardan biridir.

1929 İbero-Amerikan Fuarı için inşa edilen İspanya Meydanı, modern mimariyle tarihsel anlatımı birleştirir.

Şehrin çevresindeki zeytin bahçeleri ve Guadalquivir Nehri hem ekonomik hem de ekolojik bir katman sunar.

Şair İbn-i Hazm’ın “Endülüs beyaz bir güvercin, Sevilla ise o güvercinin gerdanlığındaki en pırıltılı incidir” sözü, şehrin metaforik kimliğini yansıtır. Türk şair Yahya Kemal Beyatlı’nın “Zil, Şal ve Gül” şiiri de Sevilla’nın estetik ve duygusal etkisini anlatır.

Sevilla'da gezilmesi gereken yerler:

Real Alcazar de Sevilla: 900 yıllık geçmişiyle Endülüs’ün en görkemli sarayı. İslam, Gotik ve Rönesans mimarisinin eşsiz birleşimidir.

Giralda Çan Kulesi: Eskiden cami minaresi olan bu kule, Sevilla Katedrali’nin bir parçası ve şehrin simgelerindendir.

Sevilla Katedrali: Dünyanın en büyük Gotik katedrali. Kristof Kolomb’un mezarı da buradadır.

Plaza de Espana: Rengârenk seramikleriyle süslenmiş, yarım daire şeklinde devasa meydan. Flamenko gösterileriyle de ünlüdür.

Barrio Santa Cruz: Dar sokakları, avluları ve tapas barlarıyla eski Yahudi mahallesi. Şehrin ruhunu en iyi hissedeceğiniz yerlerdendir.

Maria Luis Parkı: Plaza de Espana’nın yanında yer alan yemyeşil bir park. Hem dinlenmek hem de yürüyüş için idealdir.

Guadalquivir Nehri: Nehir boyunca yürüyüş yapabilir, tekne turuna çıkabilir veya Torre del Oro’yu ziyaret edebilirsiniz.

Museo del Baile Flamenko: Flamenko dansının tarihini ve ruhunu keşfedebileceğiniz interaktif bir müzedir.

Metropol Parasol (Las Setas): Modern mimarinin örneği olan bu ahşap yapı, panoramik şehir manzarası sunar.

11 Mart 2015 Çarşamba, Sevilla…

İstanbul Çapa Müzik Semineri'nde 2 yıl eğitim görmüş biri olarak, Müziği insana yaşama sevinci veren Sevil Berberi Operasını izlemiştim 1961-63 yılları arasında. Endülüs’teki Sevilla Şehrini duymuş ve görülmesi gereken yerler listeme eklemiştim ki, görme fırsatını 2015 yılında yakaladım.

Konaklama yerimiz Puerto Banus Marbella’dan saat 06;30'da bindiğimiz tur otobüsü ile, yaklaşık 180 km kuzeybatıdaki Sevilla’ ya, Malaga üzerinden gidince yol 80 km uzadı, üç saatlik bir yolculuktan sonra ulaştık. Sevilla’nın en etkileyici yerlerinden biri olan İspanyol Meydanı ile turumuz başladı. 

Meydandaki iki katlı anıtsal bina Sevilla Üniversitesi ve Endülüs Özerk Bölge Yönetimi hizmet binaları olarak kullanılıyor. Plaza de Espana ya da İspanya Meydanı, 1929 yılında yapılması kararlaştırılan İbero-Amerikan Dünya fuarında İspanyanın sanayi ve teknolojik ürünlerinin sergi vitrini olarak tasarlanmış.

Maria Luis parkının kenarındaki meydan ve çevresindeki anıtsal yapılar İspanyol Mimar Anibal Gonzales tarafından projelendirilmiş. Ana bina, yarım daire şeklinde, Art Deco ve Neo Mudejar karışık mimari tarzlıdır diyor rehberimiz.

Ön cephenin tamamı, sırayla meydan çevrelenecek şekilde, İspanyanın illeri ile ilişkilendirilen alegorik resimlerle betimlenmiş.

Seramik karolarla süslü 58 loca bulunuyor. İspanyol Meydanı’nın en önemli görsellerinden biri de, düzenlenmiş olan 58 locanın her birinin önünde, tarihi olayların betimlemesini yapan seramiklerdi.

Ateşte açan çiçekler olarak tanımladığımız bezeme araçları seramikleri her yerde ve her koşulda görmek mümkün İspanya’da.

Yarım ay şeklindeki yapıların her iki ucu kulelerle sonlanıyor. Bu yapılara paralel olarak, kayıkların gezebileceği büyüklük ve genişlikte gezinti kanalları oluşturulmuş. Localar, kanallar, havuzlar, fıskiyeler ve köprüleriyle bir masal dünyası yaratılmış meydanda.

Kanalların üzerindeki köprüleri, İspanyanın dört eski krallığını temsil eden gösterişli seramik çinilerle kaplanmıştı. Fotoğraf çekimleri için arayıp da bulamadığım bir ortamdı

Fıskiyeli havuzu ve meydanı geçer geçmez, İspanya Meydanı ile Guadalquivir Nehri'nin bir kolu arasında Maria Luis Parkı bulunuyor. Oldukça büyük olan bu parkın arazisi 19. yüzyılın sonlarında, park amaçlı olmak üzere, Prenses Maria Luis Orleans tarafından bağışlanmış. Serbest zamanımızda, gruptan ayrı olarak gezme fırsatım oldu parkı.

İspanya Meydanı gezilip, anı fotoğrafları çekildikten sonra tur otobüsünde yerlerimizi alıyoruz. Av. Portugal’ı izleyen otobüsümüz, Sevilla Üniversitesi’nin bulunduğu dairesel kavşağa ulaştıktan sonra kuzeye yönelerek, Kolomb Anıtı’nın bulunduğu bölgeye giriyor ve bizleri uygun bir yerde bırakıyor.

Rehberimizin peşinden anıtın bulunduğu parka giriyoruz. Bitki çeşitliliği ve kök salmış asırlık ağaçlarıyla adeta bir botanik bahçesindeyiz. Alkazar Saray bahçelerinin bir parçası olmalı.

Rehberimiz Kristof Kolomb, Sevilla ve Atlas okyanusu bağlantısını anlatıyor. Sevilla, İspanya’nın güneyinde bir iç şehir olmakla birlikte, The Guadalquivir Nehri sayesinde 87 km uzaklıktaki Atlas Okyanusu’na bağlanmaktadır. Diyor.

Kolomb gibi denizciler yelkenlileri ile birlikte Sevilla’dan yola çıkarak Yeni Dünya’yı keşfe çıkmışlardır. Bu çıkışların şehre dönüşü altın ve diğer ticari mallar ile olur. Yeni Dünya’nın nimetlerinden ilk Sevilla nemalanır. Bundan ötürüdür ki Kolomb’un yelkenlisi ile sembolize edildiği anıtının yanı sıra, Sevilla Katedrali’nde de mezarı bulunmaktadır.

Fotoğraflar çekildikten sonra, Eski Sevilla ya da Old City Sevilla’nın beyaz boyalı, iki kişinin yan yana zor geçebileceği dolambaçlı sokaklarına girerek Sevilla Katedrali’ne ulaşacağız.

Rehberimiz, Old City olarak tanımlanan Antik Kent ya da Eski Şehir’ in sokakları hem dar hem de dolambaçlıdır diyor. Neden böyle bir yapıları vardır? Sorusuna iki yanıt veriyor. 

Yanıtlardan birincisi, düşmanlarına karşı korunaklı bir yapı oluşturan bir kale içinde bulunmuş olmalarıdır. Bilindiği gibi, kale içindeki yapılaşma alanı yeterince büyük olmayıp, verimli kullanılmalıdır. Her şeye rağmen düşmanlar kaleye girmişler ise, dolambaçlı yollarda işlerini bitirmek daha kolaydır.

Yanıtlardan ikincisine gelince, hava sirkülâsyonu ile ilgilidir. Kesit alanı küçüldükçe akışkanların hızı artar, doğal klima etkisi ortaya çıkar. Kavurucu yaz sıcaklarından korunmanın yöntemlerinden biridir daracık sokaklar.

Santa Cruz’un dolambaçlı sokaklarına giriş yapıyoruz. Kafanızı kaldırıp duvarlara baktığınızda, bir çiçek dünyası ile karşılaşıyorsunuz. İnsanın gözü gönlü açılıyor. Beyaz badanalı eski evlerin yer aldığı dolambaçlı ve dar sokaklarda ilerliyoruz.


Arap mirası kokan konaklar ile zarif bahçe ve avluların yanından geçiyoruz. 17 yüzyıl kolonyal mimari esintili binalarla karşılaşıyoruz. Çeşmeler, art-nouveau oteller, narenciye kokulu meydanlar.

Gönül ferahlatıcı küçük meydanlarda nefesleniyoruz. Oldukça ilginç geçen 15-20 dakikalık bir yürüyüşten sonra da Sevilla Katedrali’nin bulunduğu meydana çıkıyoruz. Tura katılan grubun tamamı bir araya gelince, katedrale girmek için sıraya giriyoruz.

Sıra beklerken bilgilendiriyor rehberimiz. Gotik tarzda yapılmış dünyanın en büyük mimari eseridir. Kilise olarak da Dünyanın en büyük üçüncü yapısıdır. Sevilla Katedrali yapılıncaya dek İstanbul’daki Ayasofya, dünyadaki en büyük katedral idi. Ayasofya bin yıldan fazla bir süre bu unvanını korudu.


1401 yılında yapımına başlanan katedral 1507’de ibadete açılmışsa da tamamlanması 1520 yılını bulmuştur. 1987’de UNESCO Dünya kültür mirası listesine alınmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1912 Lozan Uşi Antlaşması ve 12 Adalar

Tarih ve Kültürü ile Selanik

Rodos'ta Birinci Gün