Köprüler Şehri Prag
Anılarımı okuyanlar bilir. Bazen zamanda onlarca, yüzlerce, binlerce yıl geriye giderim. ''GEÇMİŞİN İZİNDE GELECEĞİN EŞİĞİNDE'' olarak belirlediğim sloganım gereği, hayal gücüm beni dilediğim yere götürür.
Bu kez de öyle oldu. Farklı zamanlarda geriye giderek Seine Nehri Köprüleri, Budapeşte Köprüleri, Eskişehir Porsuk Çayı Köprüleri ve İstanbul Boğaziçi Köprüleri üzerinde dolaşırken bir anda kendimi Prag Vltava Nehri ''Çek Köprüsü'' üzerinde buldum.
Kolumdaki saate bakıyorum. 15 Kasım 2025 Cumartesi, saat 05:30.

Nehir'e bakıyorum. Vltava-Vitava'nın yüzeyi, sisle örtülü bir kadife gibi. Hafif bir rüzgâr, nehrin kıyısındaki ağaçları usulca titretiyor.
Köprünün demir işçiliğine dokunurken, Art Nouveau’nun kıvrımlı çizgileri doğanın zarafetini taş sütunlara aktarıyor.
Bir martı süzülüyor yukarıdan. Nehrin kıyısında bir çiçek açıyor. Ve Ben, bu sessizliğin içinde, doğanın gücünü ve zarafetini hissediyorum.
Anlıyorum ki bu köprü, sadece bir geçiş noktası değil. Ulusal şair Svatopluk Cech’in adını taşıyor ve O'nun dizelerinde olduğu gibi, bu köprü de sessiz ama dirençli.
Köprüdeki Art Nouveau tarzı, doğanın içsel gücünü ve insanın onu taklit etme çabasını yansıtıyor. Tıpkı senin sevdiğin gibi: mimaride doğanın izini sürmek, zarafeti taşta aramak!
Derken, yukarıdan süzülen Martı ''Çek Köprüsü'' üzerinden beni alarak, nehir üzerinde süzülüyor. Ne oluyor demeye kalmadan ''Manes Köprüsü'' üzerine konuyor.

Köprünün betonarme yapısının, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Josef Manes’in çizgileriyle buluştuğuna tanık oluyorum. Sanat ve mühendislik, bu köprüde el sıkışıyor ve saat 06:00.
Adını ünlü Çek ressam Josef Manes’ten alan köprü 1914'te hizmete açılmış. Prag’ın sanatsal kimliğini ve modern döneme geçişini temsil etmenin yanı sıra, dönemin mühendislik yeniliklerini yansıtıyor.
Vltava’nın yüzeyi artık sisin içinden çıkmış, yavaş yavaş ışığı yansıtmaya başlamış. Köprünün betonarme yapısı, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Josef Manes’in çizgileriyle buluşuyor.
Köprünün kenarına yaslanıyorum. Bir yanda Rudolfinum konser salonu, diğer yanda Prag Kalesi’nin silueti görülüyor. Ve böylece Ben, bu iki dünya arasında, mirasın ve mimarinin birleştiği noktada durduğumu hissediyorum.
Yirminci Yüzyılın başında inşa edilen bu köprüye Josef Manes’in adı verildiğinde sadece bir ressam değil, bir ulusal hafıza taşıyıcısı olarak anılacaktı.
Köprünün yapımında kullanılan betonarme teknik, modernleşmenin simgesidir ama ismiyle birlikte, bu teknik sanatla yumuşatılmış. Mimaride teknikle ruhun birleşmesi, taşın sadece taşıyıcı değil, aynı zamanda anlatıcı olmasını sağlamış.
Çek resmindeki romantik hareketin temsilcisi olan Manes ve resimlerini hayal ederken, gagasıyla beni dürten Martıyı gördüm yanımda. Bin der gibi bana bakıyordu.
Kartal nehir üzerinde süzülüyor. Saat 06:15'te ''Karl Köprüsü'' ortaya çıkıyor.

Sis dağılmış, gökyüzü pastel tonlara bürünmüştü. Güneş, Vltava’nın yüzeyine altın bir halı seriyordu.
Daireler çizerek beni köprünün ortasına bırakıyor. Solumda Aziz John Nepomuk heykeli, sağımda gotik kuleler. Her taş, her heykel bir hikâye anlatıyor.
Sis dağılmış, gökyüzü pastel tonlara bürünmüştü. Güneş, Vltava’nın yüzeyine altın bir halı seriyordu. Bir turist sessizce dilek diliyor, bir müzisyen kemanını akort ediyordu.
Ve Ben, bu sahnenin içinde, tarihin ve zarafetin tam ortasında duruyordum.
Bu arada Martı kulağıma fısıldamaya başlıyor. Nepomuklu John Bohemya'nın koruyucu azizidir. Kraliçesinin itiraflarını açıklamadığı için, Bohemya Kralı IV. Wenceslas, John Of Nepomuk'u Vltava Nehri'ne attırmıştı. Halkın gözünde şehit olan Nepomuklu, zamanla Aziz mertebesine ulaşmıştır.
Karl Köprüsü, 14. yüzyılda IV. Karl tarafından yaptırılan köprü üzerindeki 30 aziz heykeli, Katolik kimliğin ve Orta Çağ’ın ruhunun taşlaşmış hâlidir. Bu köprü, sadece bir yapı değil; bir ritüel, bir geçiş, bir sahnedir.
Köprünün ortasından, iki yakaya konuşlanmış kuleleri hayranlıkla seyrederken beni gagalayan Martı, özellikle görmen gereken iki köprü daha var. Deyince biniyorum sırtına.
Bir süre sonra, 1901’de hizmete giren, Neo-Rönesans tarzında inşa edilmiş ''Legion Köprüsü'' kendini gösterdi. Köprüye indiğimizde saat 07:00'yi gösteriyordu.
Köprünün Neo-Rönesans kemerleri, sabah ışığını zarif bir şekilde yansıtıyor. Bir grup öğrenci tiyatroya doğru yürürken, köprünün taşları adeta bağımsızlık mücadelesinin ayak seslerini hatırlatıyor.
Ve Ben, bu sahnenin içinde, kolektif hafızanın ulusal ruhla birleştiği anı hissediyorum.
Adını I. Dünya Savaşı’nda savaşan Çek Lejyonlarından alan bu köprü, sadece bir geçiş değil; özgürlük arzusunun taşlaşmış sembolü.
Ulusal Tiyatro manzarasıyla birleştiğinde, köprü bir sahneye dönüşüyor. Halkın mücadelesi, sanatın sesi ve sabahın ışığı aynı anda görünür oluyor.
Bulunduğum mekânın sadece taş değil, bir ulusun hafızası ve ruhunun olması etkiliyor. İtilaf Devletleri bünyesinde savaşan Çek ve Slovaklardan oluşan gönüllü orduyu düşünürken beni gagalayan Martı ile kendime geliyorum.
Tarih bilinciyle yürüyüşün son durağı olan ''Palacky Köprüsü'' bekliyor bizi. Köprüye indiğimizde saat 07:30'a geliyordu.
Nehrin kıvrımları sabah güneşinde pembe-altın tonlara dönüşüyor, su yüzeyindeki yansımalar, köprünün taşlarını adeta ikinci bir köprü gibi gösteriyordu.
Sis tamamen dağılmaya başlamış, köprülerin siluetleri berraklaşmıştı. Legion ve Charles Köprüleri sabah ışığında daha belirginleşmişti.
Kuş sesleri ile birlikte ilk tramvayların uzaktan gelen metalik tınısı kulaklarıma ulaşmıştı.
1826'da hizmete giren bu köprü, Prag'ın en eski taş köprülerinden biridir. Adını “Çek tarihinin babası” olarak bilinen tarihçi Frantisek Palacky’den alır.
Bu köprülerin her biri, Prag’ın farklı dönemlerdeki kimlik arayışını ve dönüşümünü yansıtır.
Karl Köprüsü → Orta Çağ’ın dini ve imparatorluk gücünü, Manes Köprüsü → Sanat ve mühendislik sentezini, Çek Köprüsü → Art Nouveau ve edebiyatın ulusal kimlikle birleşimini, Legion Köprüsü → Ulusal bağımsızlık ve modernleşmeyi, Palacky Köprüsü → Tarih bilinci ve ulusal hafızasını yansıtır.
Tıpkı Anadolu ve Trakya'daki köprülerin (Malabadi, Uzun Köprü, Mostar) farklı dönemlerin ruhunu taşıması gibi, Prag’daki köprüler de şehrin kolektif hafızasının taş sütunlarıdır.
14 Kasım 2025 Cuma, Prag...
İki yakayı, iki kıtayı birbirine bağlama anlamında yorumladığım köprüler benim için her zaman önemli olmuştur. Gönül köprülerini de unutmamak gerekir
Diğer taraftan, köprüler demek, üzerinden geçilen nehirler demektir ki yerleşkelerin ve şehirlerin yaşam pınarlarıdır. Atalarımız yerleşik düzene geçerken nehir kenarlarını seçmişlerdir.
Vltava nehri kıyısındaki gezinti ve anı fotoğraflarından sonra, rehberimiz eşliğinde Karl Köprüsü'ne ulaşmak üzere harekete geçtik.
Köprüler, Prag’ın mimari dönüşümünü yansıtır. Karl Köprüsü gotik kuleleriyle Orta Çağ’ın dini-siyasi gücünü, üzerindeki heykellerle Katolik kimliğini pekiştirir.
Prag'ın da iki yakası, Vitava Nehri üzerindeki irili ufaklı 18 köprü ile birleştirilmiştir.
Prag'a hayat veren bu ünlü nehir 18 köprünün altından geçerek şehri turizmin odak noktasına koyar. Böylece, kentlerin içinden geçen nehirlerin, kentlere masalımsı bir hava kattığının bir kez daha farkına varıyorum.
En ünlüsü ve gezginler için cazibe merkezi olan Karl Köprüsü'dür.
Karl Köprüsü, Kral IV. Charles tarafından 14. yüzyılda yaptırılmış ve Gotik mimarinin önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir.
Gotik mimaride sivri kemerler, uçan payandalar ve büyük vitray pencereler kendini gösterir. Yüksek yapılar ve ışık kullanımı, dini yapılarda sembolik bir anlam taşır.
Vitray pencereler, İncil hikayelerini anlatır ve mistik bir atmosfer yaratır. Yüzyıllar boyunca ticaret, ulaşım ve kültürel etkileşim için bir damar görevi görmüştür.
Dikey vurgusu tanrıya ulaşmanın bir yolu olup, detaylı süslemeleriyle dikkat çeker. Bu tarz, Orta Çağ toplumunun inanç ve estetik anlayışını yansıtır.
Gotik Mimarinin önemli bir uygulaması olan Karl Köprüsü Üzerinde 30 heykel bulunur; en ünlüsü Aziz John Nepomuk heykelidir.

Nepomuklu John Bohemya'nın koruyucu azizidir. Kraliçesinin itiraflarını açıklamadığı için, Bohemya Kralı IV. Wenceslas, John Of Nepomuk'u Vltava Nehri'ne attırmıştır. Halkın gözünde şehit olan Nepomuklu, zamanla Aziz mertebesine ulaşmıştır.
Günümüzde yaya trafiğine açık olan köprü, 516 metre uzunluğunda ve 13 metre yüksekliğinde olup, şehrin en cazibe noktalarından biridir.
Yüzyıllar boyunca köprüler sadece geçiş değil, pazar yeri, tören alanı ve halk buluşma noktası olmuştur.
Köprüler, savaşlarda yıkıma uğramış ama her seferinde yeniden inşa edilmiştir. Bu, Prag’ın “yeniden doğuş” hikâyesinin bir parçasıdır.
Karl Köprüsü’nün üzerindeki heykeller, Anadolu’daki türbeler ya da Balkanlardaki meydan heykelleri gibi, toplumsal hafızayı taşır.
Karl Köprüsü’nün hikâyesi kadar bilinen olmasa da, Vltava üzerindeki diğer köprüler de Prag’ın dönüşümünü ve farklı dönemlerin ruhunu yansıtır.




Yorumlar
Yorum Gönder