İstanbul Tarihi Yarımada 2
Suriçi, Bizans İmparatoru Konstantin’in inşa ettirdiği ve
Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği asıl İstanbul’dur. Fetihten sonra devletin
merkezi buraya getirilmiş; böylece bir imparatorluk merkezi olarak kurulan bu
kent, 20.yüzyıl başlarına dek aynı şekilde varlığını sürdürmüştür. Suriçi’nin
belki de bu özelliği nedeniyle, Osmanlı Padişahları Suriçi’nde oturdukça
devletin başarıları devam etmiştir.
Topkapı Saray'ının klasik anlamda bir saray değil,
adeta bir “otağ” olduğu, her an savaşa hazır bir ordunun ordugâhına benzediği
söylenmektedir tarihçiler tarafından. Diğer taraftan, devletin merkez
bürokrasisinin oturduğu Babıâli de Suriçi’ndedir. Burası zaman zaman
baskınların ve karışıklıkların yaşandığı, önemli siyasi olayların yaşandığı bir
mekân olmuştur. 19.yüzyıldan başlayarak basının da merkezi haline gelen Babıâli
birçok Osmanlı aydını da yetiştirmiş, ünlü Meserret Pastanesi’nde nice
heyecanlı tartışmalar yaşanmıştır.
19.yüzyıl ortalarında Osmanlı Padişahları saraylarını
Suriçi’nden Boğaz kıyılarına taşımışlarsa da Babıâli Suriçi’nde kalmış ve
burası bir siyasi merkez olmanın ağırbaşlılığını her zaman üzerinde taşımıştır.
Osmanlı döneminde Müslüman olması nedeniyle yalnız İran’ın
konsolosluk açmasına izin verilen Suriçi ’ne, Batılı Hristiyanlar pek
sokulamamış; Suriçi ahalisi hep imparatorluğun yerli Müslüman ve Hristiyan
unsurlarından oluşmuştur. Buna Balat’ta yaşamakta olan Yahudileri de eklemek.
Fethedildiği dönemde nüfusu 50 bine düşmüş ve eski ihtişamını
kaybetmiş bir yer olan Suriçi, Osmanlı’nın imarları ve çabalarıyla ile tekrar
canlanmış, 16.yüzyılda nüfusu 500 bini aşmıştır. Bunun yanı sıra; padişahlar,
saray halkı ve diğer kişiler Suriçi’ni birçok mimari şaheserlerle
süslemişlerdir. Şehre İslami özelliğini veren camiler siluetini oluşturmak için
birbirleriyle yarışmışlardır.
Birçok cami, han, hamam, hayır ve eğitim kurumları inşa
edilmiştir. Bunların en ünlüsü ve en eskisi Fatih Külliyesinde yer
alan, eski adıyla Sahn-ı Seman Medresesi’dir. Yine Süleymaniye Medresesi’nde
yer alan Meşihat de Suriçi ‘nin dini bir merkez olma özelliğini tamamlar.
Halkın oturduğu mahallelere çevirecek olursak, dar ama huzur
dolu küçük sokakların iki tarafında yer alan cumbalı ahşap evler Suriçi ’nin
tipik mahalle görüntüleridir. Şair Mehmet Akif’in tabiriyle “El birliğiyle
ayakta durmaya çalışan, gayret eden” bu ahşap evlerden oluşan mahalleler,
yüzyıllarca hep ciddi bir tehlikeyi, yangınları da yaşaya gelmişlerdir. Yangın Suriçi
’nin sıkça karşılaştığı bir felakettir.
Çıkan yangınlar hızla ve kolaylıkla yayıldıklarından, koca
mahalleler alevlerle bir anda ortadan silinirdi. Yangınlar genellikle birçok
yanıcı maddenin de iskelelerine indirildiği Cibali’ den başlar, rüzgârın
durumuna göre Unkapanı, Fatih, Aksaray yönünde, ya da Kapalıçarşı’yı da yakarak
Sultanahmet yönünde ilerlerdi.
Yangınlara karşı uzun süre tek önlem vardı. Tulumbacılar… Su
fışkırttıkları tulumbalarını sırtlarında taşıyarak koşar adım yangın yerine
giden tulumbacılar, Suriçi’nde ilginç bir yangın folkloru oluşturmuştu.
Tulumbacı gençlerin söylediği maniler, tulumbacılara âşık olan mahalleli genç
kızların hikayeleri bu folklorun parçalarıydı.
Suriçi ‘nin başka bir folklorik öğesi ise de kabadayılarıdır.
Özellikle Osmanlı’nın duraklama döneminde şehirdeki asayiş çeşitli nedenlerle
bozulunca mahallelerde türeyen kabadayılar aslında basit bir serseri takımı
değildi. Görevleri mahallenin namusunu korumaktı. Bu kabadayı sürülerini bazen
meşihattan gelen ulemanın yönettiği ve aralarına karışıp mahalle kavgalarına
karıştıkları da görülmüştür.
Suriçi aynı zamanda canlı bir ticari merkezidir. Ticaretin
merkezi Suriçi ‘nin çeşitli merkezlerine dağılmış han ve çarşılardı.
Bunların en ünlüsü Kapalıçarşı’dır. Beyazıt ile Nuruosmaniye arasında uzanan bu
binalar kompleksi Osmanlı’nın parlak zamanlarında yükselmiş, çöküş zamanı ise
üstünlüğü Galata’ya kaptırmıştır.
Parlak dönemlerinde Kapalıçarşı’da ticaret yapan zengin
Müslüman tüccara “Bazargan” denirdi. Bu unvanı almak zordu. Bunun için bir
tacirin deniz aşırı ticaret yapması, hem borçlarını vaktinde ödeyerek
güvenilirliğini ispatlaması, hem de servetinden bir kısmını hayır işlerine
ayırması gerekirdi.
Evet… Anıt eserleri, sarayı, Babıali’si, dar sokaklarla
bezeli mahalleleri, Kapalı çarşısı ve diğer özellikleriyle Suriçi, Osmanlı
idi.
Osmanlı ile büyüdü, önem kazandı. Osmanlı çökmeye yüz
tutunca, önemini kaybetti. Bugün daha çok tarihi ve turistik bir mekân olarak
geçmişe tanıklık ediyor.
Yorumlar
Yorum Gönder