İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ
Dünyanın en önemli koleksiyonlarından birine sahip olan
İstanbul Arkeoloji Müzeleri ya da eski ismiyle Müze-i Hümayun ’un bir bölümü
kapsamlı yenileme çalışmalarının ardından Kasım 2019’da kapılarını tekrar açtı.
İsminin çoğul olarak kullanılmasının nedeni, idaresi altında Arkeoloji Müzesi,
Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olmak üzere üç ayrı müzeyi
bulundurmasıdır. Kalan bölümlerinin yenileme çalışmalarının 2020 yılı içinde tamamlanması
bekleniyor.
İstanbul Arkeoloji Müzesi, çeşitli kültürlere ait bir milyonu
aşkın eserle, dünyanın en büyük müzeleri arasındadır. Türkiye’nin müze olarak
inşa edilen en eski binasıdır. 19. yüzyılın sonlarında ressam ve
müzeci Osman Hamdi Bey tarafından İmparatorluk Müzesi olarak kurulmuştur.
Oluşturduğu kültür kurumları ve resimleriyle çığır açan Osman Hamdi
Bey’in sayesinde ülkemiz büyük bir Arkeoloji Müzesi, zengin bir Arkeoloji
Kütüphanesi ve Güzel Sanatlar Akademisi kazandı.
Bunlardan biri olan Güzel Sanatlar Akademisi, Sanayi-i Nefise
Mektebi adı altında kurulmuş olup, günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi olarak işlevini sürdürmektedir. Osman Hamdi Bey’in yarattığı bu
kültür kurumları nedeniyle hem dönemin Osmanlı Padişahları hem de birçok Avrupa
Devleti kendisine madalyalar, nişanlar ve doktorluk unvanları vermiştir. Kültür
ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul’un
Sultanahmet semtinde, Gülhane Parkı’ndan Topkapı Sarayı’na çıkan Osman Hamdi
Bey yokuşunda yer almaktadır.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri gezisi kapsamında müzenin
muhteşem güzellikteki bahçesini ve bahçenin içinde yer alan üç ayrı binayı
ziyaret etmek mümkündür. Farklı dönemlerine izler bırakmış uygarlıklardan kalan
çeşitli eserlere ev sahipliği yapan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, dünyada
müze binası olarak tasarlanan ve kullanılan ilk on müze arasında yer alır.
Ayrıca Türkiye’nin de müze olarak düzenlenmiş ilk kurumudur. Sahip olduğu
çarpıcı koleksiyonların yanı sıra müze binalarının mimarisi ve bahçesi ile de
tarihsel ve doğal öneme sahiptir.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri, tarihin koridorlarında bir
yolculuk yapmak ve uygarlıkların izini sürmek isteyen tüm ziyaretçileri
ağırlamaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri ile tasarladığı Resim Heykel Müzelerini
kavrayabilmek için Osman Hamdi Bey’i tanımak gerekir. Osman Hamdi Beyi ilk kez”
Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı ünlü resmi ile tanımıştım. Daha sonra Kadıköy
Kalamış’taki parkta heykelini görmüş ve Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı
olduğunu öğrenmiştim. Tanıdıkça hayranlığım arttı ve tanıma ve tanıtma gereğini
duydum.
Osman Hamdi Bey, 31 Aralık 1842’de İstanbul’da dünyaya geldi.
Babası İbrahim Ethem Bey ülkenin ilk maden mühendislerinden biri olup, 1877’de
sadrazamlığa kadar yükselen bir devlet adamıydı. Osman Hamdi, ilkokul
öğreniminin ardından, 1856 yılında Maarif-i Adliye okuluna başladı. Oğullarının
yurt dışında öğrenim görmesini isteyen babası onu birkaç yıl sonra hukuk
öğrenimi için Paris’e gönderdi. Paris’te kaldığı 12 yıl boyunca hukuk öğrenimini
sürdürürken o dönemin ünlü ressamlarına, atölyelerinde çıraklık yaparak iyi bir
resim eğitimi aldı. Onun Paris’te bulunduğu dönemde Osmanlı Devleti resim
öğrenimi için Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyid’i Paris’e göndermişti. Bu üç
kişi, Türk resim sanatının ilk kuşağını oluşturdu.
Osman Hamdi Bey, 1867 Paris Dünya Sergisi’ne bugün nerede
oldukları bilinmeyen “Çingenelerin Molası”, “Pusuda Zeybek “ve “Zeybeğin Ölümü”
adlı üç yapıtını gönderdi. Yurda döndükten sonra devletin farklı kademelerinde
görev aldı. İlk görevi Bağdat İli Yabancı İşler Müdürlüğü idi. Mithat Paşa’nın
Bağdat’a vali olması nedeniyle geldiği bu şehrin çeşitli görünümlerini yansıtan
tablolar yaptı, Bağdat tarihi ve arkeolojisi ile ilgilendi. İlk Türk arkeoloğu
kabul edilir. En önemli arkeolojik kazısı 1887-1888’de gerçekleştirildiği
Lübnan’daki Sayda Kral Mezarlığı kazılarıdır. Bu kazılar sırasında dünyaca ünlü
İskender Lahidi’ni bulmuştur.
İstanbul’a döndüğünde Saray Protokol Müdür Yardımcısı olan
Osman Hamdi, bu sırada Viyana’da düzenlenen Uluslararası Sergi’ye komiser
olarak katıldı. 1875 yılında Kadıköy’ün ilk belediye başkanı olarak
görevlendirildi ve bu görevi bir yıl sürdürdü. 93 harbi olarak bilinen
Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra devlet memurluğundan ayrıldı. 1881′de Müze-i
Hümayun/İmparatorluk Müzesi Müdürü’nün ölümü üzerine, padişahın şahsi emri ile
müze müdürlüğüne atandı.
Müze-i Hümayun Müdürü olarak ilk işi eski eserlerin yurt
dışına götürülmesini yasaklayan bir tüzük hazırlamaktı. Yürürlükte bulunan 1874
tarihli “Asar-ı Atika Nizamnamesini’’ 1883 yılında yeniden düzenledi ve
yürürlüğe soktu. Bu yeni düzenleme ile Batılı ülkelere Osmanlı topraklarından
eski eser kaçırılmasını önledi. Müze müdürlüğü sırasında ilk Türk bilimsel
kazılarını başlatan Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı, Muğla, Yatağan ve Lübnan’da
arkeolojik kazılar gerçekleştirdi. Lübnan Sayda/Sidon ’da yaptığı kazılarda
bulduğu antik eserler arasında arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılan
İskender Lahiti de bulunmaktadır. Söz konusu eserler İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde
sergilenmektedir.
Osman Hamdi Bey, ona uluslararası ün getiren bu kazılarla
ilgili olarak arkeolog Salomon Reinach ile “Une necropole a Sidon/Sayda Kral
Mezarlığı adlı bir kitap yazmış ve 1892’de Paris’te yayımlatmıştır. 1 Ocak
1882’de padişah II. Abdülhamit tarafından bir başka göreve daha atandı.
Türkiye’nin ilk güzel sanatlar okulu olan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin müdürlüğü
ile görevlendirilmişti. Binanın yapımı ve akademik kadronun kurulmasının
ardından okulu 2 Mart 1883’te öğretime açtı. Osman Hamdi Bey, müzecilik ve
arkeoloji çalışmalarını sürdürürken resim yapmayı hiç bırakmadı.
Resimlerini genellikle Eskihisar ve Gebze’deki evinde
geçirdiği yaz aylarında yaptı. Ressam olarak sağlığında üne kavuşan ve
”Ressam-ı Şehir”/Ünlü Ressam diye anılan Osman Hamdi Bey, Türk resim sanatında
önemli bir yere sahiptir. Eserlerinin büyük çoğunluğunu figürlü kompozisyonlar
ve portreler oluşturur. Türk resminde insan figürlü kompozisyonları ilk
kullanan ve kadın konusunu ilk işleyen kişidir. Kadını sadece portresini
yaparak değil, gündelik yaşamdaki yeriyle resmetmiştir. Resimlerinde asıl
üzerinde durduğu nokta, mimari elemanlar ve onu tamamlayan dekorasyondur. Bir
minyatür ressamı gibi en ince detayları görmeye çalışmıştır. Dekor olarak
tarihi yapıları, aksesuar olarak tarihi eşyaları kullandı.
“Kaplumbağa Terbiyecisi” (1906), “Silah Taciri” (1908) Osman
Hamdi’nin en ilgi çeken ve özgün eserlerindendir. Birçok resmi İstanbul Resim
ve Heykel Müzesi, Londra, Liverpool ve Boston müzelerinde sergilenmektedir.
Tablolarında yer alan baş kişi kendisidir. Kendisini değişik kıyafet ve
pozlarda tuvale aktarırken yüzünü değiştirmemiştir. Bazı tablolarında fotoğrafı
yardımcı bir unsur olarak kullanmış, fotoğrafları tablolarına uygularken
karelerle büyütme tarzın başvurmuştur. Bu tür bir uygulamasını Çinili Köşk
Müzesi’nde gördüm. Çinili Köşk’ün Gülhane Parkı’na bakan sol köşe odasının
nişlerinden biri 16. yüzyılın sonlarında, III. Murad zamanında, sel sebil
şeklinde bir çeşmeye dönüştürülmüştür.
Ayna taşındaki bitkisel motiflerin ortasında yer alan tavus
kuşu figürü dikkati çekmektedir. Süslemelerde kalem işi tekniği ile altın
yaldız kullanılmıştır. Yan duvarlarında ta’lîk hatla yazılmış on iki beyitlik
iki mermer kitabeden, çeşmenin Hicri 999 /Miladi 1590 tarihinde yapıldığı ve Çinili
Köşk’e o yıllarda “Sırça Saray” denildiği anlaşılmaktadır. Çeşmenin
karşısındaki nişe ise 2004 yılında başlayan son düzenlemelerde, Osman Hamdi
Bey’in yaptığı, 1904 tarihli “Ab-ı Hayat Çeşmesi” adını taşıyan yağlıboya
tablonun bir kopyası konulmuştur. Bu tabloyu Osman Hamdi Bey, çeşmenin yanında
durarak çektirdiği fotoğrafından yapmıştır. Ünü yurt dışına kadar uzanan Osman Hamdi Bey, katıldığı Dünya Fuarı’ndaki resim sergilerinden de çeşitli madalyalar almıştır.
Osman Hamdi Bey’e özenerek, O’nun gibi ben de fotoğrafımı
çektirdim. Ancak, resim yapma yeteneğim olmadığından, bir tabloya
dönüştüremeyeceğim. Ancak, Osman Hamdi Bey’in Ab-ı Hayat Çeşmesi adlı tablosuna
benzeyen resmimden büyük keyif aldığımı da söylemeliyim.
Arkeoloji
kazılarındaki eser sayısının artması ve Sayda/Sidon’dan getirilen lahitlerin
sergilenebilmesi için yeni bir müze binası yapılması gereğini anlayan Osman
Hamdi Bey, bu günkü İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin kurulmasını sağladı.
Neo-Klasik stildeki müze üç aşamada tamamlandı. İlk olarak, Çinili Köşk’ün tam karşısındaki bina inşa
edilerek 13 Haziran 1891 yılında açılışı yapıldı. Mimar Alexandra Vallaury’nin,
”Ağlayan Kadınlar Lahiti ”nden esinlenerek çizdiği iki katlı bu çekirdek müze 1
800 m2 lik bir alana sahipti. Bir süre sonra, bu çekirdek müzenin de
ihtiyacı karşılamayacağı anlaşıldı ve kuzey kanadının yapımına başlandı. Mimar
Vallaury’nin vefatı üzerine, çizdiği planın uygulaması mimar ve ressam Philippe
Bille tarafından gerçekleştirildi.
1903 yılı kasım ayında hizmete giren 1 750 m2 lik bu ek
binanın zemin katında müdürlük dairesi ve depolar bulunuyordu. Kuzey
kanadındaki ek binanın da yeterli olmayacağı anlaşılınca, 10 ay sonra güney
kanadındaki ek binanın yapımına başlandı. 1 976 m2 lik alana yayılan bu bina da
1907 yılının mayıs ayında hizmete girdi. Binaların ısıtılmasında kaloriferlerin
kullanılması, o dönem için büyük bir yenilikti.
Osman Hamdi Bey, müzelerin her şeyden önce birer araştırma
merkezi olması gerektiği düşüncesiyle binanın üst katında bir Arkeoloji
Kitaplığı kurdu. Gerek kendisinin ve arkadaşlarının gerekse yabancı kurumların
hediye ettiği kitaplarla müze kitaplığı kısa zamanda zenginleşti ve
arkeologların hizmetine sunuldu. Böylece, ülkemizde modern müzecilik
anlayışının temelleri Osman Hamdi Bey tarafından atılmış oldu.
Tükenmek bilmeyen bir enerji ile bütün hayatı boyunca
durmaksızın çalışan Osman Hamdi Bey, açmayı tasarladığı ilk resim müzesi
hazırlıklarına başladığı bir sırada, 24 Şubat 1910 tarihinde İstanbul
Kuruçeşme’deki yalısında hayatını kaybetti. Muhteşem bir törenle kaldırılan
cenazesi, vasiyeti üzerine, Eskihisar’a götürüldü. Hayatta iken çok sevdiği ve
resimlerini yaptığı köşkünün geniş arazisindeki çam ve servilerin arasına gömüldü.
Sanatçının Eskihisar’daki köşkü 1987’den bu yana müze olarak hizmet veriyor.
Yorumlar
Yorum Gönder