BLAKHERNA SARAYLARI AYVANSARAY
İstanbul Konstantinopolis adını taşımaktayken Blakherna/Vlaherna Saray Kompleksi Haliç'e doğru inen dik yamaç üzerindeki teraslara kurulmuştu. Batısındaki İstanbul Surlarına bitişik olan bu saray kompleksinden günümüze kalan tek yapı sarayın bir parçası olan Tekfur Sarayı'dır.
Bizans Kenti M.Ö. 7. yüzyılda
kurulduğunda tek başına bir yerleşim yeri değildi. Merkezin çevresinde kente
bağlı küçük yerleşim birimleri vardı. Haliç’in güney kıyısı boyunca bu küçük
yerleşim birimlerinin biri de kendi sur duvarlarına sahip olan Blakherna idi.
İmparator Konstantin
Konstantinopolis’i kurarken, günümüzdeki Unkapanı bölgesinin biraz kuzeyinden
bir yay çizerek geçen ve kendi adıyla bilinen surları ördürmüştü. Blakherna,
antik kentin ve Konstantin duvarlarının dışında, kendini çevreleyen duvarlar
içinde kalan bir kasaba olarak kalmıştı.
Konstantinopolis’in kırsalında
surlarla çevrili bir kasabayken 4. yüzyılda 14. idari birim olarak
Konstantinopolis’e dâhil edildi. 11. yüzyıldan sonra yaklaşık 450 yıl Bizans
imparatorluk sarayı bölgesi olarak surların yanında varlığını sürdürdü.
İmparatorluk Saray Kompleksi bölgesi olan Blakherna/Vlaherna günümüzün Ayvansaray Semti dir.
İstanbul'un fethinden sonra Blakherna bu özelliğini
tamamen yitirdi. Bir sonraki 450 yıl boyunca sokak ve konut dokusuyla Müslüman bir
mahalle olarak yaşamını sürdürdü Ayvansaray. Cumhuriyet’in ilk 80
yılında da gerçek bir mahalle yaşamına sahipken, 2005’te “kentsel yenileme
alanı” ilan edildi. Ne yazık ki bu gelişme mahallenin başına konan bir talih
kuşu dedilerse de fetihtekinden daha radikal yok edilişler gündeme geldi.
II.
Theodosius 5. yüzyılın başında surları daha batıya alarak şehri büyütürken, İmparatorluk
Sarayı bölgesindeki Kara Surları da Blakherna surlarına bağlanır. Surlar, 439
yılından sonra da Aya Dimitri Kilisesi önüne kadar uzayan bu bölgenin eski
surları eklenme sırasında kullanıldığı için Theodosius dönemi kara surları
kadar güçlü değildir.
Blakherna bölgesi yüzyıllarca
tehdit altında kaldığı için, surlarda sürekli birtakım eklenti ve
güçlendirmelere ihtiyaç duyulmuştur. Bölge kente dâhil edildiğinde
surlar sadece yukarı Blakherna ’yı kuşatır. Meryem Ana Kilisesi’nin de
bulunduğu aşağı Blakherna bölgesi surların dışındadır. 626 yılında aşağı kısım
Avar tehdidinden kurtulduktan sonra, İmparator Herakles, 627’de on iki burcu
olan “Herakles Surlarını yaptırır. Aya Dimitri Kilisesi’nden Helen Tapınağı’na
uzanan bu surlarla artık aşağı Blakherna da güvence altına alınmıştır.
Restore edilen Blakherna Sarayı |
Restore edilen Blakherna Sarayı |
Blakherna Sarayı’nın temeli
varlığını dinlenme odası, kabul salonu ve şapelden oluşturmaktadır. 5. yüzyılda
I. Leon tarafından yaptırılan Theotokos Kilisesi ve Meryem’in mantosunu
muhafaza etmek üzere yaptırılan daire biçimli Ayios Soros Şapeli bölgenin
önemini artırmıştır. Bu iki yapının yanında yer almış olan bir ayazma bugün
hâlâ mevcuttur. Aşağı Blakherna adındaki bu bölgenin içinde Bizans
devrinde şehrin en fazla saygı gösterilen dinî yapılarından biriydi Panaghia (Meryem)
Kilisesi ve ayazması.
Meryem Ana Panayia Vlaherna Ayazması |
Böylelikle Blakherna ’da üç
kutsal mekân toplanmış bulunuyordu. 5. yüzyıldan itibaren kiliseyi ve Meryem’in
mantosunu ziyarete gelen imparatorlar burada dinlenebilecekleri saraylar
yaptırmaya başlamıştır. Buradaki yapılar birçok eklenti ve değişiklikle
varlıklarını sürdürür. 11. yüzyılın ikinci yarısında I. Alexios Kommenos geniş
çaplı bir sarayın inşasına başlar.
I. Aleksios resmî törenler için
daha çok Ayasofya ve Hipodroma yakın olan Büyük Saray’ı tercih etmiş olsa da
onu takip eden dönemde şehrin kuzeybatı ucunda yer alan Blakherna Sarayı eski
Büyük Saray’a tercih edilir. Daha derli toplu ve ayaklanmalardan korunmaya da
elverişli olması Blakherna Sarayı’nın artık tamamen imparatorluğun resmi sarayı
haline gelmesine neden olmuştur. Bölgenin av alanlarına yakınlığı da ayrıca önemlidir.
Tekfur Sarayı, İstanbul'daki
Bizans İmparatorluk Sarayı kompleksinden günümüze kalan tek saray. İstanbul'da,
Fatih İlçesi sınırları içerisinde kalan Edirnekapı semtinde; kara surlarına
bitişik olarak inşa edilmiş, konum olarak Edirnekapı ve Eğrikapı arasında kalan
kalın duvarlı saray “Tekfur Sarayı” olarak isimlendirilir. Tekfur Sarayı,
Bizans saraylarının son ihtişamlı devrinde imparatorlar tarafından en çok kullanılan
saraylar arasında yer aldı. Muhtemel bir isyana karşı imparatorların korunması
için ideal bir konumda bulunuyordu.
1204 – 1261 yılları arasında, 57 yıl
süren Latin istilası ve kurulan Katolik İmparatorluğu, İstanbul tarihinin
en kötü dönemidir. Konstantinopolis'in tüm kaynakları yağmalanmış, şehrin
tarihi zenginlikleri yok edilmiş ve İstanbul halkına türlü işkenceler
edilmiştir. Tekfur Sarayı ve çevresindeki diğer imparatorluk yapılarının
neredeyse tamamı yakılıp yıkıldı. Binaların çatı kaplamasındaki kurşunlar dahi
eritilerek Venedikli tüccarlara satılmıştı.
Kara tarafındaki Tekfur
Sarayı’ndan itibaren Haliç’e inen Manuel Kommenos surları, Anemas zindanları
denilen mahzenlerin en kuzey ucunda sona erer. Buradan başlayarak Haliç’e doğru
değişik teknikte bir tahkimatın uzandığı görülür. Sur burada çok kuvvetli üç
yarım yuvarlak burç ile takviye edilmiş bir kapıya sahiptir. Bu kapının
eski Blakhernai Kapısı olduğu kabul edilir.
Üç burçlu sur duvarı ise
İmparator Herakleios’ un 627’de ilâve ettirdiği bir parça olarak
görülür. Bu üç burçlu duvarın önüne İmparator V. Leon 813’te daha
alçak bir duvar, daha doğrusu hisarpeçe- Eskiden kale
kapılarını savunmak için öne yapılan küçük kale yaptırmıştır. Böylece Eyüp
tarafındaki düzlükten gelecek tehlike önlenmek istenmiştir.
XI. yüzyıldan itibaren ise Blakhernai Sarayları
önem kazandığı için Atmeydanı ile Marmara kıyısı arasında geniş
sahada uzanan ve IV. yüzyıldan beri devamlı genişletilerek kullanılan büyük
saray artık ihmal edilmeye başlamıştı. XI. yüzyıl ve onu takip eden yıllarda
Bizans Devleti’nin çöküşüne kadar imparatorlar Blakhernai Sarayı’nda
yaşamışlardı.
Bir taraftan şehir surları ile
sınırlanan, diğer taraftan şehirden bir duvar veya yüksek set duvarları ile
ayrılan Blakhernai Sarayı, esasında geniş bir saha üzerine yayılan
bahçelerden ve irili ufaklı köşklerle kilise ve ibadet yerlerinden meydana
gelmişti. Burada Haliç kıyısında bir saray iskelesi bulunduğuna da ihtimal
verilmektedir.
Tekfur Sarayı |
Blakhernai Sarayı
topluluğundan bugün ayakta kalan tek yapı, en güneydeki uçta yükselen üç katlı
Tekfur Sarayı’dır. Bu bölgede arazi Haliç’e doğru oldukça dik biçimde
indiğinden birtakım duvarlar yapılarak setler meydana getirilmişti. Bunların en
önemlisi, İvaz Efendi Camii kuzeyindeki surlardan başlayıp Hançerli Hamamı alt
tarafından Lonca Çeşmesi’ne kadar uzananıdır.
Bu set duvarı
ile Blakhernai, Haliç tarafındaki düz olmak üzere aşağı, güneydeki daha
yüksekte olmak üzere yukarı iki bölgeye ayrılmış oluyordu ki bunlardan
aşağıdaki Ayvansaray semtini teşkil eder. Her iki bölgede de sarayın
alt yapılarına ait oldukları tahmin edilen duvarlar ve mahzenler bulunmaktadır.
Semtin adı Farsça, “eyvan’
sözcüğüyle başlamaktadır. Eyvan, büyük kemerli yüksek bina anlamım
taşımaktadır. Bizans imparatorlarının büyük ve görkemli Blakherna Sarayı bu
yörede bulunduğundan bu semte Eyvansaray denilmiş, zamanla bu deyim Ayvansaray’a
dönüşmüştür.
Mahallenin adının kökenine
ilişkin söylencelerden bir diğeri de şöyledir. Osmanlı döneminde saraya ait
bazı egzotik hayvanların, özellikle fillerin, Tekfur Sarayı olarak da bilinen Blakherna Sarayı’nda
barındırılmasından ötürü bu semte “hayvan sarayı” dendiği, bunun da zamanla
değişerek Ayvansaray’a dönüştüğü yönündedir.
Ayvansaray ‘da gerek Bizans
döneminden gerekse Osmanlı döneminden kalma pek çok tarihî yapıt bulunur.
Bunlar arasında, Bizans döneminde kilise olarak kullanılırken, İstanbul'un
Türklerce ele geçirilmesinden sonra camiye çevrilen Atik Paşa Camii, Tekfur
Sarayı kalıntıları ve Anemas Zindanları bulunmaktadır. Bölgeyi kara tarafında
çevreleyen Kommenos Surlarının da ayrı bir yeri ve önemi vardır.
İstanbul’un en etkileyici tarihi
eserlerinden olan surlar, Bizans İmparatoru Theodosius ve ardılları tarafından
inşa edilmiş, Fatih Sultan Mehmed’in fetihten sonra yaptırdığı eklemelerle
bugünkü heybetine ulaşmış.
Topkapı ve Ayvansaray arasında
uzanan kara surları, havaalanı yolu ve banliyö tren hattının geçtiği güney
kısmındaki kara surlarından daha az ilgi görür. Önceleri Hipodrom ’daki
saraylarında yaşayan Bizans imparatorları, 8. yüzyılda surlara bitişik Blakherna
Saray Kompleksi’ne taşınmışlar. Kompleksten bugüne gelebilmeyi başaran Tekfur
Sarayı, 18. yüzyılda kaliteli çini ve seramiklerin üretildiği yer olmuş.
Tekfur Sarayı’nın arkasındaki
kara surları 7. ve 12. yüzyıllar arasında yeniden inşa edilmiş. Sarayın
arkasındaki dokuz kule ve bir de kapıdan oluşan surlar Manuel Kommenos
hükümdarlığı döneminde yeniden inşa edilmiş. Blakherna Sarayı’ndan Haliç’e
doğru uzanan surlarsa iç ve dış surlar olmak üzere iki bölümde inşa edilmiş. İç
surlar 627 yılında İmparator Herakles tarafından 627 yılında, Avarlar
ve Perslere karşı koyabilmek, dış surlar ise İmparator 5.
Leon tarafından 813 yılında Bulgarlara karşı korunmak için inşa
ettirilmiş.
Bizans döneminin en büyük
saraylarından biri olan Blakherna Sarayı’nın bir parçası olan Anemas
Zindanları, Haliç’e yakın eski sur duvarlarına bitişik olarak inşa edilmiş olup
14 hücre odasından ve bu odaların altındaki iki katlı bodrumdan oluşur. Anemas
Zindanları surların Haliç’e yakın tarafına inşa edilmiştir.
Yüksek bir set üstünde bulunan
İvaz Efendi Camii’nin batısında sur duvarında birbirine bitişik iki burç
vardır. Bunlardan bir tanesi genellikle Anemas Kulesi olarak adlandırılır.
Bu kulenin kuzeyinden itibaren sur duvarına bitişik olarak uzanan tonozlu,
kemerli bir dehliz ile iki yanında karşılıklı hücrelerin sıralandıkları
görülür. Buraya da Anemas zindanları denilir.
İstanbul’un 1453’te kuşatılması
sırasında Ayvansaray bölgesi Rumeli Beylerbeyi Karacabey’e karşı
Manuel Palailogos ile Venedikli Leonardo Langoso tarafından
müdafaa edilmişti. Fetihten sonra ise burada bulunan birçok sahabe kabirlerinden
ötürü Ayvansaray bir Müslüman mahallesi olarak gelişmiş,
bilhassa surların kapalı bir hisar teşkil ettiği köşenin içi önemli bir mezarlık
olmuştur.
Kentsel yenileme alanından önce Ayvansaray |
18. yüzyılda parlak bir çağ yaşamış
olan Ayvansaray Bizans döneminde birkaç büyük yangın geçirmiş, bu yangınlar
sırasında Bizans’ın önemli ziyaret yerlerinden olan Blakherna Meryem
Kilisesi yanmıştır. Osmanlı döneminde de Balat’tan Ayvansaray kıyısına
kadar olan kısım yanmıştı.
Ayvansaray semtinin belirli
bir sınırı olmadığından burada sadece Haliç kıyısı, surlar, İvaz Efendi Camii
ve Yatağan Hamamı sokağı arasında kalan sahadaki eserler üzerinde durulmuştur.
Ayvansaray’ın en büyük
İslâm eserlerinden biri kiliseden camiye dönüştürülmüş olan Atik
Mustafa Paşa Camii’dir. Ayvansaray’ın ikinci büyük camii, arazinin
Edirnekapı’ya doğru yükseldiği kesiminde, surların eski Bizans sarayı
kalıntıları ile batıya doğru bir çıkıntı yaptığı set üstünde yer alan İvaz
Efendi Camii’dir. Mimarisi bakımından başka camilerden çok değişik özelliklere
sahip olan bu güzel eser, Kazasker İvaz Efendi tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.
Cami büyük mimarın hayatının son yıllarında inşa edildiği için de ayrı bir
değere sahiptir.
Surların Haliç’e yaklaştığı ve
kıyı surları ile birleştiği yerde Toklu Dede sokağında çok küçük bir Bizans
kilisesi daha vardı ki bu da fetihten sonra Toklu İbrahim Dede
Mescidi olmuştu.
İvaz Efendi Camii’nin az altında
Haliç tarafında Dervişzade sokağında Emir Buhari Mescidi
ve Tekkesi bulunuyordu. Ayvansaray semti içinde bir tane de Rum kilisesi
bulunmaktadır. Atik Mustafa Paşa Camii’nin güneyinde bulunan bu kilise
Meryem Panaghia adına olup Blakherna Kilisesi ve Ayazması
olarak tanınır. 1069’da çıkan bir yangında harap olan kilise yeniden yapılmış
ise de 29 Ocak 1434’te tekrar yanmış ve bir daha ihya edilmemiştir.
Bizans’ın başta gelen ziyaret
yerlerinden biri olan ve süslemeleri, mimarisi hakkında etraflı bilgiler
bulunan bu kilisenin yerinde görülen modern kilise ise Rum zenginlerinin yardımlarıyla
ancak geçen yüzyılın ortalarında inşa edilmiştir.
İçindeki Blakhernai Ayazması ise Hristiyanlarca ziyaret
edilen bir yerdir. Kilise kâgir küçük bir yapı olup üstü kiremit kaplı ahşap
bir çatı ile örtülüdür.
Ayvansaray’da üç tane de
eski hamamın varlığı bilinmektedir. Atik Mustafa Paşa Camii’nin üst tarafında
aynı adlı sokak üzerinde bulunan Mustafa Paşa Hamamı yıllar önce esas
görevinden çıkarılmış ve mimarisi bozularak kaybolmuştur. Hançerli Yokuşu’ndaki
Hançerli Hamamı’nın ise Sultan II. Bayezid’in kızı Hatice Sultan’ın evkafından
olduğu söylenmektedir. Ayvansaray’ın üçüncü hamamı, surlarının
dışında, Eyüp’e giden cadde ile Haliç kıyısı arasında bulunan Yalı Hamamı idi.
Bundan da bugün hiçbir iz kalmamıştır. Bunun Hatice Sultan’ın sahil
sarayının özel hamamı olması da mümkündür.
Kentsel yenilemeden sonra Ayvansaray |
Ayvansaray, şehrin az tanınan bir
semti olmakla beraber Türk devrinde bir süre ruhani bir merkez olarak
gelişmiş ve komşuları, Musevilerin yaşadığı Balat ile Hristiyanların yaşadığı Fener
mahallelerinin arasına İslâm medeniyetinin damgasını vurmuştur. Kıyısındaki
iskelelerin, yalı ve sahil saraylarının da bu semtin güzelliğini pekiştirdiği
muhakkaktır. Ancak buraya 20. yüzyıl başlarından itibaren sanayinin girmesi ve
halkının değişmesi sonunda bu şehir köşesi tarihî çehresini kaybetmiştir...
Yorumlar
Yorum Gönder