PARK GÜELL BARSELONA

 

Barselona'daki Güell Park doğayı, sanatı ve mimariyi birleştiren büyüleyici bir şaheserdir. Ünlü mimar Antoni Gaudí tarafından tasarlanan bu park, onun eşsiz vizyonunun ve yaratıcılığının bir kanıtıdır.

Gelin Güell Park'ın büyüleyici dünyasına hep birlikte girelim.

Park, 1900 ile 1914 yılları arasında zengin bir sanayici olan Kont Eusebi Güell tarafından asaletlerinin sembolü olarak yaptırılmıştır. 1923 yılında halka açılmıştır.

Başarılı bir sanayici olan Kont Güell kalıcı bir miras istiyordu. Seyahatleri sırasında, özellikle İngiltere'de, gördüğü şehir parklarından ilham alarak 1900 yılında zamana dayanabilecek bir park yaratmak için Gaudí'ye başvurdu.

Başlangıçta bahçeli evlerin bulunduğu bir konut projesi olarak tasarlanan proje, zamanla halka açık bir parka dönüşmüştür.

Güell Park, “Hansel ve Gretel” 'deki masal evlerini anımsatan tuhaf ve fantastik unsurlarla karakterize edilirken, girişteki iki anıtsal yapı masallardaki büyülü zencefilli evleri çağrıştırıyor.

1852 doğumlu Antoni Gaudí, ilhamını doğadan alan ileri görüşlü bir mimardı. Çevreyle olan derin bağlantısı tasarımlarını etkiledi.

Gaudí, kronik sağlık sorunlarına rağmen doğal dünyayı titizlikle gözlemledi. Ağaçların şekillerinden böceklerin karmaşık desenlerine kadar doğadaki mükemmel uyuma hayran kaldı.

Gaudí'nin ünlü sözü, "Atölyemin hemen dışındaki ağaç benim akıl hocamdır", onun doğaya olan saygısını yansıtıyor. Yapısal bütünlüklerini anlamak için ağaçlar, dallar ve hatta çam kozalakları üzerinde çalıştı. Güell Park, yenilikçi mimari çözümleri keşfettiği deney laboratuvarlarından biri olarak hizmet verdi.

Güell Park, Gaudí'nin organik formlar, canlı renkler ve eğlenceli ayrıntılarla karakterize edilen kendine özgü tarzını sergiliyor. Parkın bankları kırık ve rengarenk seramik parçalarıyla süslenerek büyüleyici bir manzara yaratılıyor.

Gaudí, tasarımlarında yapısal unsurlara referans olarak ağaç dalları ve çam kozalakları gibi doğal malzemeleri Güell Park'ta da ustaca kullanmıştır.

Doğada düz çizgilerin ve dik açıların olmayışı Gaudí'yi derinden etkilemiştir. Bu organik şekilleri Güell Park'ın mimarisine dahil etti.

Gaudí katı yapılar empoze etmek yerine doğayla uyum sağlamayı seçti. Daha az su ve bakım gerektiren yerel Akdeniz bitkilerini harmanladı.

Parkta ikonik semender mozaiği, renkli seramik banklar ve dalgalı yollar dahil olmak üzere çarpıcı taş yapılar bulunmaktadır.

Güell Park, yaratıcılığın, hayal gücünün ve mimari ile doğanın kusursuz entegrasyonunun bir kutlamasıdır.

Özetle, Barselona'daki Güell Park, Gaudí'nin dehasının canlı renkler, organik şekiller ve doğal dünyaya duyulan derin takdirle canlandığı tuhaf bir harikalar diyarıdır. Ziyaretçiler bu büyüleyici alanı keşfedebilir, güzelliğine hayran kalabilir ve kendilerini tarihin en ileri görüşlü mimarlarından birinin yarattığı büyüye kaptırabilir.

9 Nisan 2009 Perşembe, Barselona...

Parkın girişinde ''bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir oduncu yaşarmış ormanın derinliklerinde. Bu oduncunun Hansel ve Gratell adında iki çocuğu varmış.''  Diye başlayan, ”Hansel ve Gratell” masallarındaki pasta evlerini anımsatan iki anıtsal bina ile göz dolduruyor. 1901-1902 yıllarında yapılan bu sevimli binalarda, düz çizgilere ve dik açılara yer verilmeyerek, masalımsı bir hava katılmıştır.


Ana kapının girişinin solunda yer alan bina, servis mekânları olan bir bekleme salonudur. Salonun üstünde, 17 metre yüksekliğinde; hiperbolik, mavi ve beyaz seramiklerle kaplanmış bir kule vardır. Sağdaki bina ise kapıcı evi olarak tasarlanmıştır. İki katı ve bir tavan arası olan bir yapıdır. Barselona yazılarında, yazı ile birlikte kullanılan ender resimlerden biridir.

Gaudi'nin mozaik dragonları


Parkın güneyden girişinin hemen karşısında; üç farklı yükseklikte ya da kotta, teraslarla ayrılmış, çift kollu bir merdivenle karşılaşılır. Sahanlıklarda, organik biçim verilmiş üç bitki havuzu bulunur.

Birinci sahanlıkta mağaralar bulunur. Özel birer tasarım olan her mağara, aslında bir oturma bankıdır. İkincisinde, Katalan bayrağının renkleriyle bezenmiş bir sürüngene rastlarız. Üçüncü sahanlıkta da, Barselona’nın simgesi haline gelmiş, renkli bir ejderha ya da kertenkele bulunmaktadır.

Hemen hemen, bütün hediyelik eşya dükkanlarında, kertenkelenin magnetleri ve bibloları satılmaktadır. Merdivenlerin bitiminde oldukça büyük bir seyir terası bulunmaktadır.

Terasın altında, her birinin yüksekliği 6 metre, çapı 1,3 metre olan, klasik dönem esintili 86 adet kolonla desteklenmiş mağara biçimli bir mekan vardır. Rehberimize göre bu mekan Kapalı Çarşı olarak tasarlanmış.

Kolonların alt kısımları; kırık, renkli seramiklerle kaplanmış, üst bölümü ise rustik taş kaplamadır. Yapının daha büyük olarak algılanması için, dışarıya bakan kolonlar, eğimli  olarak tasarlanmış. Dönemin gelişmeye başlayan ticaret hayatına katkıda bulunan ve iş görüşmelerinin gerçekleşmesini sağlayan bir mekan olarak kullanılmış.


Mekandaki akustik muhteşemdir. Demişti rehberimiz Orhan. Rehberimizden, günümüzde müzikal etkinlikler için de kullanıldığını öğreniyoruz.

Kapalı çarşı olarak tasarlanan ve 100 sütunlu oda olarak bilinen mekanın üstü kapatılırken, yağmur sularını  arıtıp, süzerek, sütunların merkezlerine götürecek drenaj kanalları yapılmış. Muhteşem bir mühendislik harikası ve çözümü...

Kolonlardaki bu kanallar yardımıyla, süzülen ve arıtılan su, yer altına gömülmüş 1200 m3 lük bir su deposunda toplanıyormuş. Bu harika çözüm parkın peyzaj uygulamasında gerekli olan suyu sağladığı gibi, yapılan binalarla çalışanların da su ihtiyaçları da karşılamış. Ben ve özellikle mimar olan eşim, bu teknoloji ve mühendislik harikası çözüme bayıldık.

Terastaki mozaik çalışmaları

Kapalı çarşı olarak tasarlanan 100 sütunlu mekan, sürüngen ve ejderha görülerek merdivenlerle, ”Sala Hipostila”, yani yılanı andıran kıvrımlı bir bank ile çevrili terasa çıkıyoruz.  Park Güell’deki Sala Hipostilanın, yani yılan gibi kıvrım kıvrım kıvrılan kenar banklarının altı, rehberimizin de söylediği gibi, kapalı çarşı olarak tasarlanmış. Kolonlarının merkezlerinde su  kanalları bulunmaktadır. Hem seyir terası, hem de 100 sütunlu oda, sosyal etkinlikler için aranan bir mekan olmuştur. 


Sala Hipostilanın sınırladığı terasta, Gaudi’nin, mühendislik ve teknoloji harikalarından biri karşımıza çıktı demiştim.  Sala Hipostila ve sınırladığı teras, oldukça fazla basamaklı merdivenlerden sonrası için bir dinlenme alanı olduğu gibi, Barselona kenti ile denizin görüldüğü, korunaklı ve muhteşem bir seyir terasıdır.

Teras ya da pazar yeri, parkın tam ortasında kalacak şekilde tasarlanmış. Parkın en güzel yeri, seyir terası olarak tanımlayabileceğimiz bölümü sınırlayan (Sala Hipostila) dalgalı banklardan oluşmaktadır. Rengarenk görünen bu banklar, kıvrılmış binlerce sevimli yılanı andırıyor. Yılan sevimli olur mu? demeyin. Gaudi’nin Sala Hipostilasını gördükten sonra, sevimli olabileceklerine inandık.

Banklar, kırık ve renkli seramik parçalarıyla kaplanarak, muhteşem bir peyzaj ortaya çıkmış. Rehberimiz Orhan'a göre; bu oturma banklarının oluşturulmasında, yalnız süsleme ve estetik kaygısı rol oynamamış.

Gaudi’nin, israfa karşı olan çok koyu bir Katolik olması da rol oynamış. Güeller seramik dalında da üretim yapıyorlarmış. Hem üretilen seramikler, hem de üretim sırasında kırılan ve bozulan seramik parçalarını bütün yapıtlarında kullanmış.

Teras duvarlarında kuş yuvalar

Gaudi’nin, kendisine tahsis edilen arazinin kurak, çorak ,dik yamaçlarla dolu ve çölleşmiş yapısını gördükten sonra, doğa ile uzlaşmayı seçtiğini söylemiştik. Bu uzlaşıyı, parkı gezerken, her adımda gördük ve hissettik. Bazı yerlerde viyadükler ve üzerlerindeki kuş yuvaları; bazı yerlerde de, topraktan, büklüm büklüm fışkıran ağaç gövdeleri gibi  kaya sütunlarıyla düzenlenmiş geçitler karşımıza çıktı.

Gaudi, bütün çalışmalarında dalga formlarından etkilenmiştir. Her zaman özgün tasarımlar, son derece ilginç renkli taşlar, seramikler ve kiremitlerle nefes kesici görünümler sunmuş. Geçme kayalardan yapılmış dalga koridorları hayranlık uyandırıcı.



Gaudi’ye göre mimar; insanların, ekmek ve su kadar gereksinme duyacakları nesneleri, görünmeyen ve hayal dünyalarında var olan gizli tatminleri gidermeliydi. Hansel ve Gratell masalarındaki yapılar bu düşüncenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı . 

Nitekim; yüksek öğrenimini tamamladığı fakülte dekanının, mimarlık diplomasını verirken ”Bir dâhiye mi, yoksa, bir deliye mi diploma verdiğimizi açıkça kestiremiyorum” dediği Gaudi’nin asıl tasarımları elbette ”Bina”lardır.

Ama; parklar, meydanlar, aralarına serpiştirilmiş üç boyutlu objeler, yollar, kent içi köprüler ve alt geçitler, ağaçlar, yaptığı binalarla uyum içinde olmalıdır ve olmuştur.

Gaudi; Güell Parkta, doğa ile uzlaşmayı seçtiği gibi, diğer bütün uygulamalarında da bu tavrını sürdürmüştür. Katalanların Başkenti Barselona’nın, yılda 20 milyon turist çekmesinin de başlıca nedeni, Gaudi ve doğa ile uzlaşarak ortaya koyduğu eserleridir.

Gaudi, doğa ile uzlaşmasının yanı sıra, doğanın bir parçası olarak gördüğü çalışanlarıyla da uzlaşmayı seçen kadirşinas bir mimardır. Nitekim, parktaki dalga koridorunun tavanını destekleyen kolonlardan birinde, çok kahrını çeken çamaşırcı kadının heykelini koyarak, minnettarlığını ifade etmiştir.

Bir mimar ile doğanın nasıl uzlaşı içinde olacağını gösteren Güell Park ilginç bir deneyim oldu tura katılanlar için. Kendimizi bir masal diyarında sandık. Hansel ve Gratel'in dünyasında gezindik bir süre için.

ANTONY GAUDİ VE SAGRADA FAMİLİA

 

Barselona denilince, bu şehri ziyaret edenlerin aklına ”Tanrı’nın Mimarı” olarak tanımlanan Antony Gaudi ile yaşamını adadığı, uğruna varını yoğunu harcadığı ”Sagrada Familia” gelir.

Sıra dışı anıtsal bir yapı olan Sagrada Familia’yı kavramak ve anlamak için Gaudi’nin kısa yaşam öyküsü ile doğaya bakış açısını kavramak gerekiyordu

Gaudi’nin kısa yaşam öyküsüne baktığımda, mimari tasarımlar için doğayı örnek aldığını gördüm. Gaudi'ye göre doğanın tasarımları muhteşemdi, örnek alınması gerekiyordu.

Benzersiz mimarisi ve süsleme detaylarıyla ünlü katedralin mimari tasarımı ve yapımını 1883'te üstlenen Antony Gaudi ne yazık ki 1926'da bir tramvayın altında kalmasıyla eserini tamamlayamadı.

Bazilikanın uzunluğu 90 metre, genişliği 60 metre, merkez genişliği 45 metredir. Tasarımında 18 çan kulesi bulunmaktadır, ancak şu ana kadar 8 çan kulesi tamamlanabilmiştir.

Antoni Gaudi, bu yapıyı tasarlarken doğanın mimari tarzını kullanmıştır. İç mekan, ağaç dalları gibi tasarlanmış kolonlarla orman duygusunu uyandırmıştır.

Sagrada Familia, 1984 yılında, UNESCO tarafından “Antoni Gaudi’nin Eserleri” olarak Dünya Mirası ilan edilmiştir. İnşaatı devam etmekte olup, 2028'de bitmesi planlanmaktadır.


9 Nisan 2009 Perşembe, Barselona…

İnsanlar Barselona'yı düşündüklerinde genellikle, tüm servetini harcadığı katedral olan "Sagrada Familia"yı inşa etmeye hayatını adayan mimar Gaudi'yi hatırlarlar.

"Tanrı'nın Mimarı" olarak anılır. Bu büyüleyici ve yarım kalmış, sanki hiç tamamlanamayacakmış gibi görünen katedrali yıllar önce bir belgeselde izlemiştim. Barselona merkezli bir İspanya gezisi planlandığında heyecanlandım.

Kutsal Aile anlamına gelen Sagrada Familia'nın bende bıraktığı ilk izlenim, doğanın bir parçası gibi görünmesiydi.

Ünlü yapıyı, Kapadokya'daki peribacaları gibi, sanki sağlam bir ağaç gövdesinde dallanıp filizlenip mızrak gibi gökyüzüne ulaşmış gibi doğanın bir parçası olarak algıladım.

Gaudi'nin kısa biyografisine baktığımda Sagrada Familia algımın doğru olduğunu fark ettim. Olağanüstü anıtsal bir yapı olan Sagrada Familia'yı anlamak ve takdir etmek için Gaudi'nin kısa yaşam öyküsünü ve doğaya bakış açısını kavramak gerekiyor.

Gaudi, 1852 yılında Katalonya'da doğar. Babası bir metal işçisidir ve ailesi fakirdir. Gaudi, kronik romatizma hastalığı yüzünden zayıf ve güçsüzdür. Arkadaşlarıyla oyun oynayamaz. Ama doğayı gözlemlemekten vazgeçmez.

O, doğadaki ağaçların ortama uyum sağlama biçimlerini, böcekleri ve kabuklu hayvanları ve onların kabuk evlerini gözlemleyerek, bunlara benzer yapılar tasarlamayı hayal eder. Doğadaki canlı ve cansız varlıkların mükemmel bir uyum içinde yaşadığını fark eder. Doğada geometrik şekillerin ve düz çizgilerin bulunmadığını şaşkınlıkla keşfeder.

Atölyemin hemen dışındaki ağaç benim akıl hocamdır.” sözü ünlü mimar Antonia Gaudi ‘nin sözüdür. O, bitki ve hayvanlardan ilham alarak yapıların taşıyıcı sistemlerini tasarlamış; ağaç dalları, kozalaklar gibi doğal ögeleri tavan, cephe ve birçok farklı yerde süsleme unsuru olarak kullanmıştır.


Bir mimar ile doğanın nasıl uzlaşı içinde olacağını gösteren Güell Parkı ziyaretimiz ilginç bir deneyim olmuştu bizim için.

Kendimizi bir masal diyarında sandık. Hansel ve Gratell ’in dünyasında gezindik bir süre için. Sonra da Gaudi’nin bütün ömrünü ve maddi sermayesini harcadığı olağanüstü bir yapıtını, Sagrada Familia adlı bir türlü bitmeyen bazilikasını görmek üzere tur otobüsünde yerlerimizi aldık…

Nihayet Sagrada Familia'yı, 9 Nisan 2009 Çarşamba günü görme şansını yakaladık. Hediyelik eşya satan dükkânların birinden aldığım yandaki kartpostal, yapının bittiğinde alabileceği görünümü ortaya koymuş. Ne zaman bitebileceği konusunda hiç kimsenin fikri yok. Doğumunun 200. yılında bitebileceği düşünülüyor. Aslına bakılırsa, bitmemesi daha çok ilgi çekiyor.

Sagrada Familia, Gaudi’nin çocukluk hayallerinin bir bölümünü gerçekleştirmeye çalıştığı yerdir. Eserlerinin tasarımını yapar ve uygularken, doğa ile uzlaşmayı seçen Gaudi, bu seçimin kendisini Tanrı'ya ulaştıracağına inanır.

Dindar bir Katolik olan Gaudi, yaşamının bir evresinde; bir yıl gibi kısa bir sürede, annesini, erkek ve kız kardeşini kaybettiğinde, dine olan bağlılığı ve dini adanmışlığı artmıştır.

Katedralin tasarımı, 18 kuleyi içeriyor. Merkezdeki 175 metrelik kule Hz. İsa'ya, 125 metrelik kule ise Hz. Meryem'e atfedilmiştir.

Gaudi, 1926 yılında bir tramvay kazasında hayatını kaybedene kadar sadece 4 kuleyi tamamlayabilmiştir. Bu kuleler, dört İncil yazarını sembolize ediyormuş. Kalan 12 kule de 12 havariyi temsil edecek ve peyzaj, havarilerin özelliklerini yansıtacak şekilde düzenlenecekti.

Sagrada Familia; Gaudi'nin, dine adanmışlığının simgesi olarak görüldüğü gibi, Tanrı'ya aracılık etme yeteneğinin bir kanıtı olarak görülmektedir.

Dindar Katolikler, Gaudi ‘ye, ''Tanrı'nın Mimarı'' olarak bakmaktadırlar. Nesnel bir mimarın, Barselona’ya damgasını vuran eserleri tasarlayamayacağına inanmaktadırlar. Bu tür eserlerin, ancak, bir Aziz'in tasarımı olacağını düşünmektedirler.

Katedralin Doğum Cephesi:

Katedralin, doğuya bakan cephesi, İsa'nın doğumunu, Hz. Meryem'i ve havarileri gösteren heykel, şekil ve alegorilerle bezendiğinden, ''Doğum Cephesi’ ‘olarak tanımlanmış. Yakından bakıldığında, yüzlerce figür ve alegori, doğumu bir şölen havasında verilmektedir.

Katolikler, bu kadar ayrıntılı bir tasarımın ancak mucizevi bir mimar tarafından yapılabileceğini düşünmektedirler. Bu düşüncelerdir ki, Gaudi'yi Azizliğe Ulaştırma çalışmalarının başlamasına neden olmuştur.

Sagrada Familia, Doğum Cephesi ve Çile cephesi olmak üzere, iki ana cepheden oluşmuş. Gaudi'nin sağlığında tamamlanan ''Doğum Cephesi', Katedralin en çok emek verilmiş ve tamamlanmış cephesidir.

Kutsal doğumla ve İsa'nın çocukluğu ile ilgili figürler ve alegorileri içermektedir. Bir başka özelliği de; umut, inanç, uzun ömür gibi anlamları olduğuna inanılan 'Çınar Ağacı''nın bu cephede kullanılmış olmasıdır.

Ağacın üzerindeki beyaz güvercinler, temiz duygularla cennete gitmeye çalışan inançlı Katolikleri temsil ederken, en üstteki haç ise ''Öbür Dünyanın Krallığını'', yani, İsa'nın Cennetini simgelemek üzere yerleştirilmiştir.

Hristiyanlığın ilk yıllarında, okuma yazma oranının çok düşük olduğu göz önüne alınarak; Hz. İsa ile ilgili olayların, resimler, heykeller ve alegorilerle anlatılabildiği varsayımından hareketle düzenlemeler yapılmış. İsa'nın Doğum Cephesi, 2005 yılında, Unesco Dünya Mirası listesine alınmıştır.

Katedralin Doğum Cephesinin bir başka görünümü de dikkatimizi çekti. Bu cephedeki düzenlemeler, yukarıdan aşağı doğru da doğal ve uyumlu bir biçimde iniyordu.

Mevlevilerin dansındaki bir anlık görünümü anımsadım. Sağ elin avuç içinin yukarıya yönelmesi, sol elin avuç içinin aşağı yönelmesini andıran bir durum ortaya çıkıyordu.

Bir eliyle Tanrı'dan almayı ve Cennet'e gitmeyi, diğer eliyle de, Tanrı'dan aldığını yaratılana vermeyi ve yaratılanı cennete hazırlamayı simgeliyordu adeta. Bir taraftan Kapadokya'daki peri bacalarını anımsarken, diğer taraftan Konya ve Mevlana'yı ve Mevlevileri anımsamıştım.

Katedralin Çile Cephesi:

İsa'nın Hristiyanlığı yayar ve kurarken karşılaştığı zorlukları, çarmıha gerilme ve işkence sahnelerini anlatan cephe, doğum cephesinin ters yönünde yer alıyor.

Doğum cephesindeki yumuşak çizgilerden farklı olarak, çile cephesindeki tüm heykeller, şekiller ve alegoriler düz ve serttir.

Hem Doğum hem de Çile Cephesi Gaudi'nin efsanevi dindarlığının bir uygulaması olarak görülebilir.

Son 25 yılda dünyanın her yerinden 80.000'den fazla kişiden oluşan bir topluluk "Gaudi'yi Kutsallaştırma Derneği"ni kurdu. Gaudi'nin "Aziz" ilan edilmesini sağlayacak mucizevi kanıtları bulmak için arayışa girdiler.


Gaudi'nin Sagrada Familia'sının sadece ileriyi gören bir mimarın tasarımı olamayacağına inanıyorlar. Gaudi'nin eserleriyle karşılaşanların objektif düşüncelerle onları üretemeyeceğini, bunların mucizevi eserler olduğunu, mucize yaratanların da azizlik mertebesine ulaşması gerektiğini düşünüyorlar.

ANILARIMDA BARSELONA 2009

 

Dünyadaki bazı kentler; kendileriyle özdeşleşen şair, yazar, ressam, mimar ve mühendislik harikalarıyla anılır. Paris’in Eiffel Kulesi; Sydney’in Opera binası, Konya’nın Mevlana’sı, Edirne’nin Selimiye Camisi ve yapımcısı Mimar Sinan olduğu gibi…

Barselona denilince de Antony Gaudi akla gelir. Bir başka deyişle, Antoni Gaudi Barselona'dır. Ya da Barselona Antony Gaudi'dir.

Diğer taraftan Picasso, Salvador Dali gibi sanatçıları, Gaudi gibi mimarları yetiştiren Barselona, uluslararası sanat etkinliklerinin de merkezlerinden biridir.

Antoni Gaudi’nin Barselona’sı, Özerk Katalonya’nın başkenti olup, İspanya’nın doğu sahilinde yer alan önemli bir liman şehridir.

İspanya’nın Paris’i olarak adlandırılan Barselona’da; ana dil Katalanca olup, İspanyolca ikinci dil olarak kullanılmaktadır.

Şehir merkezi sınırları içindeki nüfusu 1.6 milyon, komşu ilçelerle birlikte Barselona ilinin nüfusu 4.8 milyondur. Avrupa Birliği sınırları içindeki beşinci en büyük metropoliten alandır.

Kent, İspanya-Fransa sınırının yaklaşık 150 km güneyinde yer alır. İspanya’nın Akdeniz kıyısındaki en önemli limanı ve ticaret merkezidir.

Barselona, modern sanat akımına yön veren sanatçı Gaudi’nin başını çektiği modernizm akımıyla planlanmış, şehrin 1900’lerden kalma ızgara planlı modern bölümü ilgi çekmektedir.

Gaudi’nin eserleri, şehri benzersiz kılan ve turistlerin ilgisini çeken yapılar arasında yer alır. Bu eserler arasında Sagrada Família, Park Güell, Casa Batllo ve Casa Mila bulunur.

Aynı zamanda Gothic Quarter (Barri Gotik), Barselona’nın eski çekirdeği olarak tarihi ve sanatsal mirasıyla ünlüdür. Dar sokakları, kiliseleri ve müzeleriyle bu bölge, ziyaretçilere büyülü bir atmosfer sunar.

Las Rambla Caddesi, Barselona’nın en ünlü caddesidir. Katalunya Meydanı’ndan başlayarak limana ve Christopher Columbus heykelinin bulunduğu bölgeye kadar uzanır. Renkli ve canlı bir atmosferi vardır; dükkanlar, kafeler, restoranlar, sokak sanatçıları ve çiçek tezgahlarıyla doludur.

Barselona, Antoni Gaudí ve Louis Domenech Montaner gibi ünlü mimarların UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan eserleriyle de tanınır.

Ayrıca Barselona, önemli bir kültür merkezi ve gezginler tarafından en çok aranan yer olarak da bilinir.

İspanya’nın en prestijli iki üniversitesine ev sahipliği yapar: Barselona Üniversitesi ve Pompeu Fabra Üniversitesi. Ayrıca 1992 Yaz Olimpiyatları’na ev sahipliği yapmış ve dünya çapında konferanslar, fuarlar ve spor etkinlikleri için bir merkezdir.

M.Ö. 230 yılında kurulmuş olan Barselona’nın tarihi, İspanya tarihinden daha eskidir. Kartacalı Hamilcar Borca tarafından kurulmuş olan kente Barcino adı verilmiş.

M.S. 218 yılında Romalıların hakimiyetine girmiş. Ancak, eyaletin başkenti Tarragona’ya oranla, bölgede ikinci derecede rol oynamış. 5. yüzyılda, Roma’nın zayıf düşmesiyle; önce Vizigotlar, sonra da 8.yüzyılda Mağribîler tarafından yönetilmiş.

9 Nisan 2009 Perşembe, Barselona...

Meydanlar bir şehrin karakterini ortaya koyan en önemli sosyalleşme meydanları olup, tüm caddelerin buluştuğu, Barselona’nın en ünlü meydanı Katalonya’dayız eşimle.

Kültür, sanat, güzellik ve Gaudi’nin mucizevî eserleriyle dolu bu kenti gezmeye başlama yeri, merkezde bulunan Katalonya Meydanı olmalıdır demişti rehberimiz.

Başta Eski Barselona’nın çekirdeği Barri Gotik olmak üzere, görülmek istenenlerin hemen hepsi Katalonya çevresinde ve bu çevreye yakın yerlerde bulunmaktaydı.

Antik Barselona yürüyerek gezilebilir. Bir istisna Park Güell ’dir. Katalonya Meydanı'ndan yaklaşık 5 km kuzey-batıda bulunmaktadır. Park Güell’e kadar yürümek zaman kaybıdır. Meydandaki Ronda Saint Pere otobüs durağından her 8 dakikada bir hareket eden toplu taşım araçlarıyla Güell Parka ulaşmak mümkündür.

Meydanın çevresindekileri hafızamıza yüklemek için hayali olarak 50 metre yükselerek şehri görmemiz gerekiyor. Eşimin elinden tutup Barselona limanını arkamıza aldıktan sonra yükseliyoruz.

Önümüzde, meydanın kuzeyinde bir dünya devi olan Apple’ın Barselona’daki bir numaralı elektronik mağazası Apple Passeig de Garcia görülüyor. Özellikle cep telefonu sevdalıları için can alıcı, şaşırtıcı, girmesi kolay çıkması zor bir mağaza olarak biliniyor.

Sol tarafında bir finansal banka ile ünlü bir giyim mağazası yer almakta ve Rambla de Katalonya keyif caddesi ortaya çıkıyor.

Gözlerimizi batıya çevirdiğimizde restoranlar, elektronik mağazaları, butik oteller ve devasa bir alış veriş merkezi ” Center Comercial El Triangle” görülüyor. Altında Zürih Kafe yer alırken, güneyinde de Palai Caddesi bulunuyor.

Palai Caddesinin sol girişinde McDonald ve ilerisinde Zara yer alır. Palai Caddesi’nde devam ederseniz sizi Plaça Universitat’ın da bulunduğu en büyük ana caddelerden biri olan Gran Via de les Corts Catalanes’e götürür.

Tekrar Katalunya Meydanı’na döner ve meydanın güney kıyısında doğuya doğru ilerlersek Hard Rock Cafe, Alman Bankası, oteller ve restoranlar karşımıza çıkar.

Meydanının güney-doğu ucu iki caddeyle bağlantılıdır. Angel Caddesi güney-doğuya yönelen tek yönlü ve üç şeritlik gidiş, Fontenalle caddesi de kuzey-doğuya yönelen üç şeritlik gelişi olan küçük caddeler olarak karşınıza çıkar.

Passeig de Gracia ‘nın uzantısı durumunda olan Angel Caddesi sizi Barri Gotic olarak bilinen Eski Barselona’nın meydanları, caddeleri ve sokaklarına götürür.

Panorama için yükseldiğimiz 50 metreden meydana, Hard Rock Cafe’ nin önüne iniyoruz, taşıt trafiğinin olmadığı meydanın merkezine bakıyoruz.

Katalonya Meydanı trafiğe kapalı bölümünde ilk gözümüze çarpan, bir kaide üzerine yerleştirilmiş ters merdiven biçimindeki Francesco Macia anıtı oluyor.

Francisco Macia, ateşli bir Katalan milliyetçisi ve siyasetçisi. Katalanların özgürlüğü için mücadele eden, Katalanları örgütleyen ve 1930 yıllarda Katalan Cumhuriyetinin ilanına önayak olan birisi.

Uzaktan fotoğrafını çekip, süslü ve Yunan mitolojisindekileri andıran heykellerin bulunduğu parka geçiyoruz. Fotoğraflarını çekip, meydanı 360 derece dolanıyoruz.

Parkın çevresinde, yüzlerce bisiklet ve motosiklet park etmişti. Barselonalılar bisiklete binmeyi seviyorlar. Yerel yönetimler de, ulaşım aracı olarak bisiklet kullanılmasını teşvik etmiş ve otomobil yollarına paralel olarak, otoyolların çevresine ve yaya yollarının yanına bisiklet yolları yapmış.

Böylelikle, bir taşla birçok kuş vurmuşlar. Bisiklet kullandırılarak sağlık sorununa katkıda bulunmuşlar, sağlık harcamaları azalmış. Benzin ve mazot gibi yakıtlardan tasarruf yapmışlar.

Bu tür yurt dışı gezilerde zamanı kullanmak çok önemli… Yılbaşının aceleci dansözleri gibiyiz. Her yere yetişmek ve her yeri görmek istiyoruz.

Yorulduğumuzun ve acıktığımızın farkına varmıyoruz. Neyse ki Hard Rock Cafe bize acıktığımızı hatırlatıyor.

Kafe’nin önündeki ayrılmış ve şemsiyelerle güneşten korunaklı duruma getirilmiş masalardan birine oturuyoruz.

Deniz ürünlerinin yer aldığı kafede Kalamarlı sandviçler hem lezzetli hem de ucuz. Adedi 2 Euro olduğundan, kesemize de uygun. Yanına içecek olarak limonata alıyoruz. Hem karnımızı doyuruyor, hem de dinleniyoruz.

Karnımızı doyurup, yeterince dinlendikten sonra bizi Kristof Kolomb heykelinin bulunduğu sahile götürecek olan Las Rambla Caddesi’ne giriyoruz.

Gündüz ve gece demeden günün her saatinde, bir ağaç denizini andıran bu ünlü caddede binlerce turist bulunmaktadır. Caddedekiler Rambla atmosferini iliklerine kadar hissetmekte ve caddenin kıvrımları boyunca ilerlerken, zevkten kendilerinden geçmektedirler.


Mağazalar, marketler ve kültürel kurumların bir arada bulunduğu bu mekânda, çeşitli milletlerden yayaları, kafelerde oturan gözlemcileri, sokak sanatçılarını, bisiklet ve kaykaycıları birlikte bulabilirsiniz. Bir buçuk kilometre uzunluğundaki bu cadde, İstanbul’daki İstiklal Caddesine benzer. Bir farkla, istiklal Caddesi hem dar hem de ağacı olmayan bir yürüyüş yoludur.

La Rambla da denilen Las Rambla, dere yatağı anlamına geliyormuş. Yatağında ince kumu olan bir dere iken, çevresindeki yapılaşmanın yoğunlaşması ile dere kapatılarak cadde haline getirilmiş.

Nitekim Google haritalarında, Katalunya’nın giriş kısmının ”Rambla de Canaletes” olarak yazıldığı görülmektedir. Caddenin ortasında, neredeyse 5 şeritlik otomobil yolunu kapsayacak büyüklükte yaya bölgesi bulunuyor. Yaya bölgesinin iki yanında ise, Sağdaki gidiş, soldaki geliş olmak üzere, birer şerit otomobil ve kamyonlara ayrılmış. Yaya bölgesinin sağı ve solu, sık ve göğe yükselmiş ağaçlarla dolu. Caddeye yüksekten bakıldığında, sanki bir orman şeridi gibi görünüyor.

Caddede Opera binasını geçtikten sonra Kristof Kolomb Meydanına ulaştık. Kolomb Meydanı ve yeni liman Port Vell, bir yönüyle İstanbul’daki Taksim Meydanını, diğer yönüyle de Eminönü ve Karaköy’ü anımsatıyor. Anımsatıyor, çünkü Taksim anıtı yerine Kristof Kolomb anıtı gelirken, yeni liman Port Vell nedeniyle de Karaköy ve civarına benziyor. Karaköy’deki gümrük binaları ve marina, Kolomb civarında da aynen var. En az 60 metre yüksekliğindeki Kolomb ’un görkemli heykeli, arkasını Barselona’ya dönmüş. Karşıladığı turistlerin şehri kucaklaması için elinden geleni yapan bir eda ile denize ve ufuk çizgisine bakıyor.


Kristof Kolomb anıtıyla birlikte, çevrenin de fotoğraflarını çektikten sonra, palmiye ağaçlarının sıralar halinde dizildiği Portvell çevresine yöneliyoruz.  Katalunya Meydanından beri izlediğimiz Rambla Caddesinin uzantısı olan Rambla de Mar Caddesi boyunca yürüyoruz. Nisan ayının çok güzel günlerinden biri, keyifli bir gezinti oldu. Caddeyi Maremagnum’a bağlayan ve iki ağaç arasındaki hamağa benzeyen ahşap köprüye ulaştık. Hamak ya da salıncağa benzeyen köprünün solunda yüzlerce zarif yat ve yelkenlilerle karşılandık. Köprü geçilince, Barselona’nın yeni cazibe merkezlerinden biri olan Maremagnum karşımıza çıktı.

Maremagnum, ünlü markaların bulunduğu bir alış veriş merkezi olmasının yanı sıra; barları, kafeleri, lokantaları ve eğlence merkezleriyle yerli ve yabancı turistlerin önemli uğrak yerlerinden biri olmuş. Maremagnum ve çevresini gezdikten sonra, kafelerden birinde hem dinlendik hem de bir şeyler içip enerji depoladık. Depoladık çünkü daha gezip, görmemiz gereken çok yer vardı. Maremagnum bölgesinden çıkıp Portvell olarak bilinen Yeni Liman bölgesini tanımaya çalıştık.

1992 olimpiyatlarından önce Maremagnum ’un çevresi ve sahiller; kıyı boyunca uzanan bakımsız tarlalar, kırık dökük yollarla köhne binalardan oluşan sanayi bölgesiymiş. Çöpten ve pislikten geçilmeyen, gezmekten korkulan kasvetli bir bölge durumundaymış. 1992 Barselona olimpiyatlarının alt yapı çalışmalarında kent, inanılmayacak bir biçimde değişime uğramış ve yenilenmiş. Bu değişimden sahiller de payını almış. Güneşi ve denizi arayan Barselonalılar, ortak bir platformda buluşarak, denize açık, denize ulaşan, denizle kucaklaşan bir Barselona yaratma bilincini geliştirmişler ve uygulamışlar.

Günümüzde Portvell, insanlara hizmet amacıyla, kentle bütünleşmiş. Temel amaç insanlara hizmet olunca; kilometrelerce uzanan ipeksi plajlar oluşturmak için, Barcelona’nın balıkçılar semtinden, Port Olimpik ve daha ötesine, tonlarca kum taşınmış. Deniz temizlenmiş, palmiye ağaçları dikilmiş kilometrelerce. İpeksi kumların serildiği sahillere paralel, inanılmaz derecede geniş, adeta bulvar gibi yaya yolları yapılmış.



Portvell ’in kente entegre edilmesi aşamasında, tasarım saplantısı ve çılgınlığına giren Barselonalılar, kentin her yerini çağdaş heykellerle donatmışlar. Gıpta ettik ve ”Heykellerimizin içine tüküren” belediye başkanlarımızı anımsayarak, hayıflandık.

Dediğim gibi, 1992 Barselona Olimpiyatları ile 1888 Barselona Evrensel Sergisi alt yapı çalışmaları Barselona’ya bambaşka bir görünüm kazandırmış. Yeni liman bölgesi olimpiyat alt yapı çalışmalarının ürünü. Sahil boyunca Kristof Kolomb anıtından yaklaşık 2 km yürüdükten ve plajları gördükten sonra Parc de la Barceloneta karşımıza çıktı. Bir süre dinlendikten sonra Parc de la Citadella’ya geçtik. Parc de la Citadella, Barselona’nın en güzel ve turistik parkıdır. Şehrin adeta ciğeri olan bu güzel park, adını 18. yüzyılda şehri yöneten büyük hisarlardan almıştır.

Park, eskiden yıldız şeklinde bir kalenin yer aldığı alan üzerine kurulmuş. Barselona’yı 13 ay kuşatma altında tutan V. Felipe’ nin 1715-20 yılları arasında yaptırdığı kale, kanunu ve askeri düzeni bir arada tutan bir kışla olarak tasarlanmış; ancak önce hapishane olarak kullanıldığı Napolyon işgali sırasında, sonra da 19. yüzyılda merkezi gücün simgesi olarak nefret edilen bir yapıya dönüştürülmüştür. İlerleyen yıllarda 1888 Evrensel Sergisi’ne ev sahipliği yapan parkta Modernista mimarları hünerlerini sergilemek için bir araya gelmişler.

Parkta yer alan, eskiden kalma 3 bina halen kullanılmaktadır. Bunlardan biri okul olarak kullanılan Valilik Binası, şapel ve günümüzde Katalan Meclisi’ne ev sahipliği yapan cephaneliktir. Günümüzde Parc de la Citadella içerisinde; içinde kayıkla dolaşılabilen bir göl, Hayvanat Bahçesi, Doğa Tarihi Müzesi, gezinti yerleri, çayırlar ve şehrin birçok önemli yapısında imzası bulunan Gaudi’nin öğrenciyken katkıda bulunduğu gösterişli fıskiye olan Font Monumental yer alır.


Citadella Parkı geride bırakarak, 1888 Barselona Evrensel Sergisi’ne hazırlık amacıyla gerçekleştirilen keyif caddelerinden birine, keyifli bir yürüyüş bölgesine giriyoruz. Passeig de Lluís Companys… Barri Gotic bölgesini doğudan kuşatan 50 metre genişliğinde ve 400 metre uzunluğundaki bu muhteşem bölge bitiminde sizi Barselona’nın bir başka keyif bulvarına, Ronda de Sant Pere’ye götürür. Barri Gotic bölgesini kuzeyden kuşatan bu keyif bulvarının bitiminde de noktamız başlangıç Katalunya Meydanı vardır.

Tekrar Passeig de Lluís Companys bölgesine geri dönersek, 1888 yılında Barselona Evrensel Sergisi için düzenlenen bu mekânın keyifli bir yürüyüş meydanı olduğu görülecektir. Ferforje korkulukları, mozaiklerden oluşturulan kaldırımları Bu 400 metrelik yürüyüş yolu boyunca Katalunya tarihinin ünlü isimlerinden 8’nin heykelcikleri sıralanmıştır.

Meydanın kuzey başlangıcında Josep Vilaseca tarafından tasarlanan Arc de Triomphe anıtsal giriş kapısı bulunmaktadır. 30 metre yüksekliğe sahip olan bu anıtsal giriş kapısı zengin heykel süslemelerle dekore edilmiştir. ‘’Barcelona ulusları ağırlıyor.’’ Mesajı verilmek istenmiştir. Yan kabartmaları, diğer bir yan ve ticaret ve sanat Tarım ve Sanayi simgeler. Ve yay üzerinde, başta Barselona arması olmak üzere, 49 İspanyol ilin kalkanlarıyla temsili sağlanmıştır.


Meydanın güney ucunda da Taulet i Rius Anıtı bulunmaktadır. Francesc de Paula Rius Taulet İspanyol bir avukat ve siyasetçiydi. 1858-1889 yılları arasında Restorasyon döneminde birbirini izleyen dört farklı dönemde Barselona’nın belediye başkanıydı. Büyük bir taş kaide üzerinde, Rius’un bronz gövdeli heykeli bulunur. Göğüs kenarındaki kaide üzerinde bir işçi heykeli, taç giymiş bir kadın figürü ve Sanatı sembolize eden mimari öğe heykelini duruyor. Dikilitaşın arkasında, fenerle (Şöhret) bronz alegorik kanat bir figür ve Bilim’i (kitap, küre, pil ve bir kimyasal aletle) sembolize eden bir putto vardır; Endüstri’yi simgeleyen (Hermes’in kanatlı şapkasıyla) . Kaidenin köşelerinde bronz rölyefler bulunmaktadır.

Passeig de Lluís Companys bölgesindeki anıtsal giriş kapısını geride bırakarak Taşıt trafiğinin yanı sıra bol ağaçlıklı, gölgeli bisiklet ve yaya yollarının bulunduğu keyif caddelerinden birine Ronda Sant Pere’ye giriş yapıyoruz. Caddenin bitiminde de başlangıç noktamız Katalunya Meydanına ulaşıyoruz.

Katalunya Meydanı çevresindeki bildiğimiz Hard Rock kafe’ye uğrayıp, dinleniyor ve enerji toplayacak içecekler içiyoruz. Şimdi Barselona’nın kalbi Barri Gotic bölgesine giriş yapabiliriz.

Barri Gotic Barselona tarihinin başladığı yerdir. Erken Roma ve ortaçağ dönemlerinde şehrin tamamını oluşturan “eski kent-ciutat Vella” günümüzde de Barselona’nın kalbi hem de turistik merkezi olmayı sürdürmektedir. Çok iyi korunarak bu güne dek gelmiş olan yapıların büyük kısmı Katalunya’nın denizcilikte en güçlü olduğu 11. ve 16. yüzyıllar arasından kalmadır. Roma duvarları, ortaçağ yapıları, romantik meydanları, ilginç hikâyelerle dolu Katedrali, kiliseleri, labirentli sokakları, kafeleri, kalabalık restoranları ve şık hediyelik eşya dükkânları ile Gotik Mahalle de sıkılmadan vakit geçirebilirsiniz.

Barselona şehri, M.Ö 3. yüzyılda Kartaca Kralı Hannibal’ in babası olan Hamilcar Barca tarafından ilk defa küçük bir köy olarak burada kurulmuştur. Kartacalılardan sonra, MÖ 15’te şehri ele geçiren Romalılar bu küçük yerleşimi düzenlemiş, geliştirmiş ve etrafını kale ile çevirerek Barcino ismini vermiştir. Kraliyet Sarayı yakınındaki Barselona Tarihi Müzesi’ne girerseniz bu şehrin kalıntılarının üzerinde çok ilginç bir gezinti yapabilirsiniz.

Zamanında surlarla çevrilmiş olan şehrin 4 kapısı vardı. Bu surlar ortaçağda, şehrin genişletilmesi sırasında yıkılmış olsa da bugün yer yer kalıntıları görülebilir; örneğin yüzünüzü Katedral ’in ana kapısına döndüğünüzde 200 metre kadar sağdaki binanın (Casa de l’Ardiaca) alt duvarları ve yanındaki kapıdan içeri giren su kemerlerinin kalıntıları halen mevcuttur. Sant Jaume Meydanı yakınındaki Calle Paradis 10, adresinde ise o dönemden kalan Agustus Tapınağı’nın dört sütunu, orijinal yerinde ve ücretsiz görülebilir.


Eski Şehri Büyüleyici Gotik Mahallesi Barselona’daki en ünlü ve ilgi çekici bölgelerden biridir. Bu bölge, Roma yerleşmelerinden 20. yüzyıl yapılarına kadar pek çok farklı zamandan kalma binaların birleşimi ile oluşur ve tahminen galiba gotik bir ortamdır. Eski orijinal Gotik mahalle, Barselona’nın en büyük kentsel cazibe merkezidir. Yapıların çoğu, Ortaçağ’dan kalmış durumda. Canlı bir semt oluşturmaya devam eden dar sokaklarını ve meydanlarını keşfederek en az 2-3 saat harcanmalı diye düşündük.

Gotik katedral, Roma temelleri ve dünyevi Raval ve funky Ribera ilçelerini, tek yönlü ve trafiğe kapalı sokakları nedeniyle yürüyerek daha iyi tanıyabilirsiniz. İlk bakışta korkutucu gözükebilir. Ancak katedral, Çağdaş Sanat Müzesi ve Plaça del Rei gibi çarpıcı yer işaretleri labirentte dolaşmanıza yardımcı olacaktır. Gotik Mahalle, binaların antik yüzü, dar sokakları ve trafiğin neredeyse yokluğu ile kolayca tanınmaktadır. Çoğu sokak sadece yayalar içindir. Labirent gibi sokakların birçoğu küçük meydanlara çıkacak şekilde yapılandırılmıştır.

Tanıtım broşürlerinde, bu bölgede, Gaudi’nin ünlü ve Unesco’nun Dünya Mirası listesinde yer alan ”Plaça Reial” adlı eserinin bulunduğunu görüyoruz. La Lambra’da limana doğru yürürken, ”Liceu” metro durağından 150 metre ileride ve sol kolda, Restorante Brazil ile Hotel Fornes arasındaki dar bir sokak konumundan sola dönüp, 100 metre ilerlediğimizde, Gaudi’nin Neo- Gotik tarzda oluşturduğu binalar arasında, kare şeklinde düzenlenmiş Reial Meydanına ulaşıyoruz.


1850’lerden kalma bu mekan, Barselona’nın en canlı meydanlarından biriymiş. Madrid’deki Mayor’ da olduğu gibi, burada da taş binaların üstleri otel, altlarıysa; kafeler, lokanta ve hediyelik eşya satan dükkanlarla dolu. Meydanda tasarımların boyutları büyültülmüş, eklentiler ve aydınlatmalar yardımıyla meydan zenginleştirilmiş. Meydandaki Neo Klasik lambalar Gaudi tarafından tasarlanmış.

Reial Meydanından çıkıp sokaklardan birine rastgele girdik ve kendimizi, ” Sant Josep Orial” Meydanında bulduk. Dikdörtgen şeklindeki bu meydana yerleştirilmiş son derece şık masalara, çevredeki kafelerden, yiyecek ve içecek servisi yapıldığını, fiyatların da uygun olduğunu görünce, oturduk. Her zamanki gibi, kalamarlı sandviçlerle limonata söyledik. Karnımızı doyurduktan sonra, Barselona panorama sonlandırdık ve konaklama yerimize dönme kararı aldık…