DALİ İLE ÖZDEŞLEŞEN FİGUERES

 


Barselona merkezli bir gezide, Girona kentinden Figueres’e doğru ilerlerken bize, büyüleyici manzaralar ve tarihi yapılar eşlik etmektedir.

Tur otobüsüyle 43 kilometrelik bir yolculuktan sonra, Salvador Dali’nin doğum yeri olan Figueres’e varıyoruz. Rehberimizin verdiği bilgilere göre Figueres, Emporda bölgesinin kuzeyinde yer alan verimli bir ova kasabasıdır. Nüfusu 45.000 civarındadır ve Dali ile özdeşleşmiştir.

Figueres, dünyanın ikinci büyük Dali müzesine ev sahipliği yapmaktadır. Dali, bu müzenin inşaatı ve dekorasyonuyla bizzat ilgilenmiş ve emek harcamıştır. Müze, 1974 yılında açılmış ve Dali tarafından 1980’lerin ortasına kadar sürekli olarak eklemeler ve değişiklikler yapılmıştır.

Dali Müzesi, kendi koleksiyonundan oluşan 4000 eseri barındırıyor. Müzeyi gezerken, Dali’nin sadece sürrealist bir sanatçı olmadığını, takıntılı düşünceler ve dürtüler ile yaratıcılıkla resim ve heykel sanatının birçok türüyle ilgilendiğini görülecektir.

Binanın dış duvarındaki semboller, Dali’nin farklı düşünce biçimini yansıtıyor. Müzenin tepesindeki dev yumurtaların yaşamı ve doğumu, duvarlarındaki ekmeğin de kutsal olanı anlattığını vurguluyordu.

Figueres Dali müzesi, sanatçının eserlerini ve yaratıcılığını keşfetmek için mükemmel bir fırsat olacaktı bizim için.

Figueres, Dali’nin sanatına ve yaşamına dair birçok sırrı içinde barındırmaktadır. Bu nedenle yolculuk, sanatseverler, tarih meraklıları ve benim için de unutulmaz bir deneyim olacaktır.

9 Nisan 2009 Cuma, Figueres...

Yirminci yüzyılın en önemli sanatçılarından ve sürrealizmin, yani gerçeküstücülük akımının temsilcisi Salvador Dali’nin eserlerini 2008 yılı sonlarına doğru SSM Sakıp Sabancı Müzesi’nin ”İstanbul’da bir sürrealist: Salvador Dali” adlı sergisinde izleme olanağı bulmuş ve bilgilenmiştim. 

SSM Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki ”İstanbul’da bir Sürrealist: Salvador Dali” sergisini gezdikten sonra, yapılacak bir Barselona seyahatinde, doğum yeri olan Figueres’e gitmeyi ve Dali Müzesi’ni gezmeyi düşlemiştim. Düşlerim gerçek oldu 2009 yılı Nisan ayında Barselona merkezli bir İspanya turunda.

Figueres, Barselona'nın yaklaşık 140 km kuzeydoğusunda, Rosas Körfezinden içeriye doğru uzanan verimli bir ovanın yer aldığı Emporda bölgesinin kuzeyinde küçük bir kasabadır.

Nüfusu 45 000 civarında olan bu küçük kasaba Salvador Dali ile birlikte anılıyor. Paris’ten sonra dünyanın ikinci büyük Dali müzesine ev sahipliği yapıyor. Tur rehberimizden edindiğimiz bilgiler bunlar.


Müzeye yakın bir yere, Carrer de la Tramuntana’nın kenarındaki otoparka giren tur otobüsümüzden inerek, cadde boyunca yürümeye başlıyoruz. İlk gözümüze çarpan yapılardan birisi bir kilise oluyor.

Rehberimiz Tülay hanım, müzenin tam karşısında yer alan bu kilisenin, Saint Pere bölge Kilisesi olduğunu söylüyor. Sonra da Dali’nin bu kilisede vaftiz edildiğini ekliyor sözlerine. 

10 yaşından itibaren resim dersleri almaya başlayan Dali, klasik resim eğitimi almış. Michelangelo, Velazquez, Picasso ve Matisse’den etkilenmiştir. 

Dali ilk resim sergisini bu kilisenin karşısında bulunan tiyatro binasında sergilemiş, ki bu tiyatro binası günümüzün Dali Müzesi. Aslında kasabanın eski tiyatrosuydu.

İç savaşta Franco’nun bombalarından kurtulmuş ama 1939 yılında yanmış. 1960′da Figueres Belediye Başkanı, yıllar önce Dali’nin ilk sergisine ev sahipliği yapmış ve iç savaşta zarar görmüş olan Belediye Tiyatrosu’nu “Dali Tiyatrosu ve Müzesi” adıyla restore etmiş. 

Dali, 1974′e kadar müzenin inşaatı ve dekorasyonuyla bizzat ilgilenmiş ve bu projeye çok emek ve zaman harcamış. Müze 1974 yılında açıldıysa da, Dali tarafından 1980′lerin ortasına kadar ufak eklemeler ve değişiklikler yapmaya devam etmiş.

Gerçekleştirdiği olağanüstü olaylarla yaşamını da sanat anlayışına katmış Salvador Dali. Gerçeküstücü nitelikteki yapıtları, paranoya ve düşlerin yorumu konusundaki ruh bilimsel çalışmalardan da etkilenerek, Büyülü Gerçekçilik diye adlandırılan bir anlayışa yönelmiş. 



Bu bilgileri edinirken, cadde boyunca biraz daha ilerlemiştik ki kilisenin karşısındaki müzenin çatısında cam kubbesi göründü önce. Müzenin tepesine dev kuşların yumurtladığını sandığımız dev yumurtaların yanı sıra,  Oscar ödüllerini andıran altın renkli mekanik heykellerin dizildiğini görüyoruz. Düşsel bir sarayı andıran ilginç bir tasarım harikası olan bu yapı, Dali Müzesi’dir.

Müzenin dış duvarlarında, başlangıçta ne olduğunu anlayamadığımız küçük sarı kabarcık oluşumlar görülüyor. Bu küçük sarı kabarcıkların Katalan bölgesine has ekmekler olduğunu söylüyor rehberimiz Tülay hanım. Müzenin tepesindeki dev yumurtaların yaşamı ve doğumu, duvarlarındaki ekmeğin de kutsal olanı anlattığını vurguluyor.

İnsanların temel besin maddesi olan ekmeğin tarihi, insanlığın tarihi kadar eskilere dayanıyor. İnsanlık tarihinin bir döneminde neredeyse tek gıda maddesi olan ekmeğin azlığı, kıtlığı acı ve ölümlere, savaşlara neden olmuş. 

Öyle ki insanlığın örgütlenmesinin ilk nedenleri arasında dahi temel bir gıda maddesi durumundadır ekmek. Bunun için ozanlara ilham vermiş, dünyanın dört bir yanında tüm toplumlarda kutsallık mertebesinde baş tacı edilmiştir ekmek.


Dali’nin de kutsal ilhamlarından biridir ekmek. Ekmek Sepeti Tablosu bunlardan biridir. Altın yaldızla yapılmış ekmek ve sepet müthiş bir performans sergilemiş. Bu tablonun pek çok fotoğrafı sanat dergilerinde çıkmış. 

Dali bu tablosu ile uluslararası ünün kapısını aralamış, ardından da Paris’te 1929’da ilk tek kişilik sergisini açmış. Sergi sonrasında gerçeküstü gruba davet edilmiş, ancak 1934’te grubun kurucusu Breton ile tartışınca paraya ve Gala’ya düşkünlüğü bahane edilerek gruptan çıkarılmış.

Dali’nin ilk dönem yapıtlarından başlayarak karşımıza çıkan belli başlı saplantıları, Katalan kökenlerinden kaynaklanır. Katalanların yalnızca yiyebildikleri, dokunabildikleri ve görebildikleri şeylerin varlığına inandıkları söylenir.


Ne yediğimi biliyorum, ne yaptığımı bilmiyorum derler Katalanlar. Yiyecek içecekle ilgili bu tür gerçek dışılıklar Dali’nin resimlerinde sürekli olarak karşımıza çıkar.

Meşhur ”Eriyen saatler” tablosunun ilhamını, tam uyumaya giderken aklına gelen sıcak Ağustos güneşi altında erimekte olan bir Camembert peynirinden aldığını yazacaktır Dali. Bu sürrealist yöntemine kendisi “paranoya-kritik” adını verecektir.


Rehberimiz müzeyi tanıtmaya devam ediyor. İlk günkü gibi korunan, dünyadaki en büyük Dali koleksiyonuna sahip müzeye sanatçının en büyük yapıtı demek de mümkün.

Müzede, Dali’nin tasarladığı ve boyama, çizim, yontma, kuyum, hologram, stereoskopik, fotoğrafçılık ve benzeri tekniklerle yapılmış 4 binden fazla eseri bulunuyor. 

Dali her köşesini kendi tasarladığı müzede ziyaretçilere düşsel bir tiyatro atmosferi kurgulamış. Tutku ile bağlandığı mekana adeta bir ibadethane gibi bakmış, mezarını sonsuza kadar kalmak istediği müzede cam kubbenin tam altına yapmış.

Dali ve müze hakkında bilgilenirken, müzenin de önüne gelmiştik. O anı ölümsüzleştirmek için fotoğraf makinelerimiz işbaşı yaptı ve kareleri oluşturmaya başladı.

Müzenin girişinde Dali’nin bir filozof heykeli var. Heykelin arkasında müzenin ön cephesinde, girişin hemen üstündeki katın pencere ve balkonlarında, eski bir balık adam kostümü var.

Dali davet edildiği toplantılara konferanslara enteresan kostümlerle katılmayı seviyormuş. Bir gün bir toplantıya bu balık adam kıyafetini giyiyor. Ancak hava alamadığı için boğulma tehlikesi geçiriyor. Bu durum onu o kadar etkiliyor ki bu kostümü müzesinin girişine koymaya karar veriyor.

Dali’nin ekmek tutkusu ile ilgili görselleri geçip, müze girişine ulaşıyoruz. Müzenin fotoğraflarını çektikten sonra, müzeye giriş yapıyoruz.


Dört katlı Müzenin girişindeki avlu ya da fuayede bizi değişik bir yapıt karşılıyor. “Car-naval” ya da ”Araba ve Deniz”. İlginç ve fantastik bir kurgulama. “Car” öndeki antika Amerikan arabası, “Naval” ise denizi simgeleyen üstteki kayık. Kayığın üstünde bir şemsiye ve daha da üstü olan çatı bütünüyle camdan yapılmış. Kayığın altında gördüğümüz sarkıtlar ise Akdeniz’in dalgalarını betimliyormuş.

Peki bu sarkan cisimlerin, yani sarkıtların neden oluştuğunu tahmin edebilir misiniz? diye soran rehberimiz, yanıtı yine kendisi veriyor. Bunlar hareket ve bereketi simgeleyen sperm dolu prezervatiflerden oluşuyormuş. Dali’ nin en yakın arkadaşlarından birinin Freud olduğunu düşünülürse, Dali’nin bilinç altına yansıması da böyle olur. Diyor rehberimiz Tülay hanım.

Freud’un, “Düş Yorumları” adlı kitabında geliştirdiği düşünceye göre, simgesel yönden değişen, biçimi bozulan, tabulaştırılmış tasarımlar, düşlerde “Ego”muzun “sansür”ünü aşarak meydana çıkmakta ve böylece bir çeşit doyuma ulaşmaktadır. 

Ancak bu tabulaştırılmış tasarımlar nereden kaynaklanmaktadır? Sorusunun yanıtı, Freud’un nevrozlara ilişkin cinsellik Teorisi’nde bulunmaktadır.

Bu teoriye göre, bireyin cinsel yaşamı doğumundan hemen sonra başlar ve değişik aşamalardan geçer. Bedenin değişik bölgelerinden haz alma duygusunu kapsar. Başlangıçta, cinsel organlara bağlı bir cinsellik biçimiyle sınırlı kalmaz.

Ayrıca çocukluğun ilk yıllarında toplum tarafından yasaklanmış, tabulaştırılmış belirli cinsel istekler ortaya çıkar. Böylece, kaçınılmaz olarak cinsel aksaklıklar doğar, nevrotik hastalık olasılığı artar.

Üzerinde bereket tanrıçası bulunan ve avluda bizi karşılayan ”Car” ya da araba, Dali’nin siyah Cadillac arabası olup, üstteki kayık da eşi Gala’ ya aitmiş.

Kayık ters dönmüş olarak konumlandırılmış. İlk bakışta bir palmiye ağacının üzerine yerleştirildiği izlenimi doğuyor. Ağacın tepesine, kayığın konulduğu yere dikkatlice bakıldığında ise sevgilisi Gala’yı betimleyen bir heykelin kayığı taşıdığı duygusu ortaya çıkmaktadır. 

Rehberimize göre, kayığın altındaki arabanın hikayesi de oldukça ilginç ve şöyle gelişmiş. Dali, Amerika’da bulunduğu dönemlerde, işyerine gitmekte olduğu bir gün yağmura yakalanır. Taksi bulamaz ve sağa sola bakınırken önünden geçen siyah cadillak bir arabanın kendisini almasını ümit eder.

Ancak beklentisi gerçekleşmez ve çok ıslanır. Çok ıslandığı o günü unutmaz. Yıllar sonra bu arabayı alıp üzerine bir yağmurlama sistemi oluşturur. Arabayı bir Euro ile çalışan bir makineye dönüştürmüş. Delikten bir Euro atıldığında arabanın içine yağmur yağıyormuş.


Dali tarafından tasarlanmış çatının örtmüş olduğu avlu fantastik bir yapıya sahip. Dört mevsim boyunca yeşil kalan sarmaşıkların sardığı duvarların nişleri kadın heykelciklerle doldurulmuş. Neden bu kadar çok heykelcik sorusunun yanıtını rehberimiz Tülay hanım veriyor.

Dalí, ressamlığın yanı sıra heykelcilik, fotoğrafçılık ve filmcilikle de ilgilenmiş. Amerikalı animasyoncu Walt Disney ile beraber yaptığı Destino adlı kısa çizgi film, “en iyi kısa animasyon filmi” dalında Oscar adayı olmuş, ancak ödül alamamış. Ödül alamamak onu üzmüş. Ne yapabilirim derken yine bir çılgın fikirle çılgınlık düşünmüş. Duvarlarına Oscar ödüllerini sembolize eden kadın heykellerden yapıp yerleştirmiş. Böylece kendi ödülünü kendisi tasarlayıp yine kendisine hediye etmiş.

Çevremize biraz daha özenli bakınca, Dali’nin müzede ziyaretçilere düşsel bir tiyatro atmosferi kurgulamış olduğunu görüyoruz. Eserlerini kelimelerle anlatmak mümkün değil. Bizzat görülmesi gerekiyor.

Car-Naval’ın bulunduğu bu avlunun hemen arkasında cam kubbeli büyük salon bulunuyor. Büyük salona girdiğimizde karşıdaki duvarı boydan boya kaplayan dev Labyrinth tablosunu görüyoruz. Edindiğimiz bilgilere göre, bu tablo, insanın iç dünyası ve bilinç öncesinin zenginliklerini anlatıyor. Dali, tabloyu Amerika’da yapıp Figueres’e taşımış.


Labyrinth tablosunun fotoğraflarını çekip, yüzünüzü sol tarafa döndürdüğünüzde, kemerlerin arkasındaki duvarda asılı fantastik bir tablo bulunuyor. Tabloya ilk bakışta, Gala’nın boydan çıplak bir resmi ile karşılaşıyoruz.

Rehberimizin uyarısı üzerine, tabloya kameranızın objektifinden baktığınız anda Gala’nın boydan çıplak resmi Abraham Lincoln portresine dönüşüyor. Her yerde ve her tabloda Gala. Büyük Aşk.

Gala 90 yaşında öldüğünde Dali acıdan kendinden geçmiş ve “Artık Dali diye bir şey yok. Her şey bitti.” sözcükleri ağzından dökülmüş.

Peki kimdir bu Büyük Aşk Gala?  Rus kızı, Helena Dmitrievna Diakonova…


İlk kocası gerçeküstücü Fransız şair Paul Eluard, hayatımın galası dediği Rus kızı Helena’ya Gala adını vermiş. 

Dali, Gala’yla ilk tanıştığında onun kadınsı üstünlüğünden, erotik çekiciliğinden, agresif ve baskın karakterinden çekinmiş olmasına rağmen, çok da etkilenmiş tüm bu özelliklerinden.

Gala’ysa, bütün ilgiyi kendisine isteyen, resim yapabildiğini iddia eden ve kendisinden on yaş küçük olan bu genç adama pek dikkat etmemiş önce. Ama sonra yeteneğini fark etmiş ve sanat anlayışı önünde saygı duymuş. Resim üstüne saatlerce konuşmuşlar, İspanyol güneşi altında uzun yürüyüşler yapmışlar ve birbirleri için yaratıldıklarına inanmışlar. 

Gala, sanattan anladığı kadar onu pazarlamayı da çok iyi biliyordu. Diyor rehberimiz Tülay hanım ve bilgilendirmeye devam ediyor. Dali’yi önce Paris’te bir ressam olarak üne kavuşturdu. ABD’de de ‘Bay Sürrealizm’ olarak lanse etmeyi başardı.

Dali, Gala’yla birlikte olmaya başladıktan sonra durmaksızın onu resmetti. Çok ilgisiz resimlerinde bile tablonun bir köşesinde Gala vardı. Gala onun ilham perisiydi. Güzel, baştan çıkarıcı, erotik, her türlü yeniliğe açık, bunun yanında enerjik, pratik ve ticaretten de anlayan bir kadındı Gala.

Cam kubbeli büyük salondaki eserleri izleyip, fotoğraflarını çektikten sonra, müzenin alt katına inip, Dali’nin mezarını da görüyoruz. Sonra da üst katlara çıkıp Dali’nin şaşırtıcı ve düşsel diğer odalarını ve bu odalardaki eserlerini görmek istiyoruz.

Ana salonun diğer duvarındaki merdivenlerden çıkınca, Mae West salonuna giriliyor. Kırmızı bir duvar, ortada kırmızı bir koltuk, iki adet siyah beyaz kent fotoğrafı kırmızı duvara asılmış. Sağda sarı püsküllü bir zafer takı, en sağda duvarın dibinde ise insanların yığınlar halinde çıktığı bir merdivenden oluşan garip bir yerleştirme görülüyor.


Sıraya girip, basamaklardan yükseldik. En yüksek noktada havada asılı duran dev bir mercek vardı. Mercekten yansıyan görüntü, 30’lu yılların ünlü Hollywood yıldızı Mae West’in yüzü oluyordu. Zafer takı saçlarını; koltuk dudaklarını; duvara dayalı mobilya da burnunu oluşturmuştu. 

Mae West salonundan çıkarak Rüzgar Odası’na giriyoruz. Dali, Gala öldükten sonra cennette buluşmalarını anlatan bir tabloyu bu odanın tavanına çizmiş. Odanın sağ tarafında Dali’nin yatak odası, sol tarafında ise 3 boyutlu görsellerin olduğu diğer bir oda bulunuyor.

Aynı odanın köşesindeki Velasquez heykeli de ilgi çekici, yakından bakıldığında Velasquez’in yüzünde diz çökmüş bir kadın figürü görülebiliyor. Büyük bir hayranlıkla izlediğimiz odaları ve eserleri izledikten sonra Dali Mücevherler Müzesi’ne geçiyoruz.

Dali’nin çizimlerini yaptığı mücevherler burada sergileniyor. Dali’nin ölümünden sonra ziyaretçilerine açılmış. Üç saate yakın zaman geçirdiğimiz müzeden ayrılarak Figueres caddelerine dağılıyoruz kısa bir süre için.

Eşim ve ben, rehberimiz Tülay hanımla kafelerden birine oturarak, hem bir şeyler içiyoruz hem de ayaklarımızı dinlendiriyoruz. Mola zamanını bitmesi ile birlikte, tura katılanlar otobüsteki yerlerini alıyor ve Barselona’ya doğru yolculuğumuz başlıyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder