MAVİ SERAMİKLER KENTİ DELFT AMSTERDAM

 


“Delft Mavisi” adı verilen seramikleriyle ünlü Delft, Hollanda’nın tarihi ve huzurlu kentlerinden biri olarak tanımlanıyor.

Amsterdam'ın yaklaşık 70 km güneybatısında bulunan Delft'te yerleşim 11. yüzyılda Delft Kanalı etrafında başlamış. Dar sokakları, kanalları ve tarihi yapılarıyla turistler için ulaşılması gereken popüler bir kent.

Eğitim ve öğretim aylarında, Delft Teknoloji Üniversitesi öğrencileriyle cıvıldayan Delft, kanallarıyla Venedik’i andıran huzur verici bir atmosfere sahip.1842 yılında kurulmuş olan Üniversite, Hollanda’nın en eski ve en büyük teknoloji üniversitesi olarak biliniyor.

Gezilecek yerler arasında şunlar bulunuyor:

1) Delft Meydanı (Markt): Kentin merkezinde yer alan bu meydan, tarihi binalar ve kafe/restoranlarla çevrili. Burada keyifli bir yürüyüş yapabilirsiniz.

2)Nieuwe Kerk (Yeni Kilise): 15. yüzyılda inşa edilen bu gotik kilise, Delft’in sembollerinden biridir. Kilisenin kulesine çıkarak şehri kuşbakışı görebilirsiniz.

3)Oude Kerk (Eski Kilise): Delft’in en eski kilisesi olan Oude Kerk, 13. yüzyılda inşa edilmiştir. İçinde sanat eserleri ve tarihi mezar taşları bulunuyor.

4)Prinsenhof Müzesi: Bu müze, Hollanda’nın bağımsızlık mücadelesinin önemli figürlerinden biri olan Prens Willem Van Oranje’nin yaşadığı yerdir. Tarih ve sanat severler için ideal bir ziyaret noktasıdır.

5)Delft Mavisi Seramik Atölyeleri: Atölyeleri ziyaret ederek bu geleneksel el sanatını yakından görebilirsiniz.

6)Beestenmarkt Meydanı: Restoranlar ve kafelerle çevrili bu meydan, canlı bir atmosfere sahiptir. Akşam yemeği için ideal bir yerdir.

7)Delft Kanalları ve Köprüleri: Delft’in kanalları, romantik yürüyüşler ve fotoğraf çekimleri için harika bir seçenektir.

Unutmadan, Delft Teknoloji Üniversitesi’nin kampüsünü de gezebilirsiniz. Keyifli bir ziyaret dilerim.


    21 Ekim 2014 Salı, Delft…

Büyük Hollanda turumuz devam ediyor. Amsterdam’ın cennet köylerinden biri olan Volendam’dan 80 kilometre güneybatısında olan Delft kentine gitmek üzere tur otobüsümüzdeki yerimizi alıyoruz.

Delft’in yaklaşık 20 km güneydoğusunda da Hollanda’nın en büyük liman kenti olan Rotterdam bulunuyor. Delft ’ten sonraki rotamız Rotterdam olacak.

Her zaman olduğu gibi rehberimiz Can İriliş önce yoklama yapıyor, sonra da açıklamalarını sürdürüyor. Delft daha çok günübirlikçi turistlerin uğrak yeri olan ve onun dışında üniversite öğrencilerine ev sahipliği yapan büyüleyici, düzenli ve huzur verici bir yerdir. Diyor ve ekliyor.

Ayrıca belirtmek isterim ki, benim en sevdiğim yaşanılası yerlerden biridir bu kent. Sevimli dar sokakları ve cetvelle çizilmiş gibi sıralanan kanalları ile biraz Brugge kentini anımsatıyor.

Sonraki günlerde, Paris’ten Brüksel’e giderken uğrayacağımız Brugge kenti, kuzeyin Venedik kenti olarak bilinir. Aynı tanımlamayı biraz da Delft için yapabiliriz. Bir başka deyişle, Delft kentinde biraz da Venedik havası vardır. Diyen rehberimiz devam ediyor.

Unutmadan söylemeliyim, bir de dillere destan mavisi vardır. ‘’Delft Mavisi’’ diye adlandırdıkları ve seramiklerinde kullandıkları tatlı bir mavidir bu. Öyle ki, şehir merkezinin hemen girişinde, Delft Mavisi rengindeki camdan yapılmış kocaman bir kalp maketi bu tatlı mavinin mükemmel bir uygulamasıdır.

Rehberimize göre, Delft seramiklerini de unutmamamız gerekiyor. Özellikle 17. ve 18. yüzyılda çok revaçtaymış Delft seramikleri. Seramikçiler, iyi kalitedeki karoları kullanarak, Delft mavisi boya ile desenlerin gölgelerini çiziyorlar. Delft mavisinin tonlarıyla da belirginleştirerek bu seramikleri oluşturuyorlar. Karoların boyanması bittiğinde 1000 derecede fırınlanıyormuş.

Bu işlemdeki kalaylı sır, beyaz şeffaf ve camsı bir şekle dönüşüyor ve mavi boya çökerek kalaylı sırın içine işliyormuş. Mavi rengin yanı sıra turuncu, sarı ve yeşil renklerin de kullanıldığı Delft seramiklerine de rastlamak mümkünmüş. Delft seramikleri el yapımı olduğundan oldukça pahalıdır diyor rehberimiz.

Özellikle İstanbul’daki Metro ve Marmaray İstasyonlarındaki İznik Vakfı çinilerini görmüş biri olarak, Delft seramikleri ilgimi çekiyor. Delft ’e gidince görmek istiyorum.

Rehberimizin tanıtıcı sohbetlerinden, zamanın akışının farkına varmamıştık. Volendam’dan ayrılalı yaklaşık 2 saat olmuş, sisler içinden Delft’in göğe yükselen ünlü saat kulesi de kendini göstermişti. Sağımızda ve solumuzda kanallar yer alıyordu.

Küçük tonajlı gemilerin işleyebileceği büyüklükte bir kanal üzerindeki köprüden geçtikten bir süre sonra, tur otobüsümüz saat kulesinin üzerinde bulunduğu kilisenin yanında duruyor.

Restorasyona girdiği anlaşılan kilisenin avlusu tahta perdelerle çevrilmiş. Perdeler üzerinde de, sonradan öğrendiğime göre, Hollanda’nın ilk kurucu lideri olan Oranje Prensi William’ın portreleri işlenmişti.

İleride sol tarafta da rehberimizin anlattığı gibi, kentin girişindeki Delft mavisi camdan yapılmış büyük boyuttaki kalp heykeli duruyordu.

Delft’in sembolü sayılabilecek bu heykelin yanında hem eşimin, hem de benim fotoğraflarım çekiliyor. O anı ölümsüzleştiriyoruz. Belediye Sarayının bulunduğu meydana girmeden konuklarını karşılayan bu muhteşem Delft mavisi camdan yapılmış maket kalp vakfının tanıtımı için de oldukça yararlı olmuştur diye düşünüyorum.

Fotoğraflar çekildikten sonra, hemen ileride ve sağdaki Delft Meydanına giriyoruz. Oldukça büyük olan meydanın karşı tarafında, bizim saray olarak tanımladığımız, Belediye Binası yer alıyor.

Meydana girişin sağ tarafında da, bir türlü fotoğraf karelerine sığdıramadığım bir kilise ile göğe yükselen bir saat kulesi yer alıyordu.

Belediye Sarayı, Rönesans Mimarisinin bir uygulaması olarak biliniyor. Diğerlerine göre farklı bir mimarisi olması yönünden gerçekten ilgi çekici bulunuyor. Belediye Sarayı olarak kullanılmadan önce, Prens William of Orange burada kalıyormuş

Bağımsız Hollanda’nın kuruluşunda, birinci derecede etkili olan, Orange Prensi William’dır. Diyor rehberimiz. 16. yüzyılda, savaş ve miras yoluyla, Alçak Ülkeler diye bilinen Hollanda toprakları Kutsal Roma İmparatoru V. Karl’ın eline geçti. Oysa Hollandalılar bağımsızlık istiyorlardı.

1548 yılında V. Karl Hollanda’nın Onyedi Vilayetleri’ne özerklik verdi. Ancak V. Karl’ın oğlu II. Felipe babasının tersine Hollanda’ya taviz vermeme taraflısıydı. Çok dindar bir Katolik olan II. Felipe Hollanda’da yayılmaya başlayan Protestanlıktan memnun değildi. Protestanlık Papalığı tehdit ediyordu.


Hristiyanlığın en büyük üç ana mezhebinden biriydi Protestanlık. 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin’in öncülüğünde, Katolik Kilisesine ve Papa’nın otoritesine karşı girişilen Reform hareketinin sonucunda doğmuştu. Katolik ve Ortodokslar gibi ruhanî başkanları yoktu.

Bu durumdan hoşlanmayan Felipe, Hollanda’yı ağır yasalarla yola getirmeye çalıştı, ağır vergiler koydu. Bu sert yönetim koşulları Hollanda’da ayaklanmalara yol açtı. Liderliğini de Oranje Prensi William yaptı.

Ayaklanmalar 1568-1648 yıllar arasında devam etti. ''Seksen Yıl Savaşları'' adıyla anılan bu ayaklanmalar sırasında, 1579 yılında 7 Protestan ağırlıklı Hollandalı eyalet bir araya gelerek Utrecht Birliği’ni kurdular. Bu eyaletlerin arasındaki Oranje Prensliğinin Prensi olan I. Willem Hollandalı isyancıların başına geçti.

Günümüzdeki Hollanda kraliyet ailesi olan Oranje-Nassau Hanedanı böylece I. Willem tarafından kurulmuş oldu.

Utrecht Birliği zamanla Yedi Birleşik Alçak Ülkeler Cumhuriyetine dönüştü. Bu cumhuriyet günümüzdeki Hollanda’nın çekirdeğini oluşturdu. Rehberimizin bize anlattıkları bu bilgiler oldukça yararlı oldu ve Belediye Binası oldukça anlam kazandı.

Eskiden Prens William’ın konutu olan Belediye Sarayı’nın tam karşısında yeni kilise olarak adlandırılan küçük bir kilise var. Yeni kilise dendiğine bakmayın. Yapım yılı 1496 olan kilisede, Utrecht’ deki kiliseden sonra, Hollanda’nın ikinci en yüksek saat kulesi bulunuyor.

Giriş ücretinin 3 € olduğu bu yüksek saat kulesine çıkıp, şehri tepeden izlemek mümkün. Öyle ki, açık havalarda, kilisenin kulesinden Amsterdam, Leiden, Rotterdam ve Hague şehirlerini izlemek bile gerçekleşebiliyormuş.

Yeni kiliseden alacağınız giriş bileti ile eski kiliseyi de gezebiliyorsunuz. Eski kilisenin yapım yılı 1246. Bu nedenle meydandaki kilise, yeni kilise adını almış. Eski kilisenin iç süslemeleri bir harika diyor rehberimiz.

Hem havanın yağmurlu ve kapalı olmasından, hem de kısıtlı zamanımızdan ötürü kiliseleri gezemedik, kuleye de çıkamadık.

Rehberimiz tarafından da anlatıldığı gibi, ‘’Delft Mavisi’’ diye adlandırdıkları seramiklerinde kullandıkları tatlı bir mavileri var. Bu nedenle, el yapımı seramikleri hediyeliklerin en iyisi olarak tanımlanıyor. Rehberimiz bunlardan almamızı öneriyor. Meydanda Delft’in ünlü seramiklerini satan birkaç dükkân var.

Eşim, seramik dükkânları ve eczanelerde araştırma yaparken, ben de Delft’in ara sokaklarına daldım. Önce, henüz kapanmamış bir süper market bulup 2 litrelik sulardan aldım. Daha sonra da bu şehrin harika kanallara sahip olduğunu fark edip arka sokaklarında kaybolmayı tercih ettim. Hollanda’nın kendine özgü yapılanması burada da kendini gösteriyordu. Delft de bir kanallar kentiydi. Delft, sessiz sakin bir kent ama arka tarafları Brugge gibi.

Zamanın ilerlediğini fark edince, tekrar ana meydanına dönüp, açık olan bir mağazaya girip porselenlerine baktım. Arkasında el yapımı olduğu yazılı lale şeklinde çok hoş kupa bardaklar 1,5 € idi. Ancak, İstanbul’daki evimizde yeterli sayıda kupa olduğunu hatırlayınca, almadım.

Bize ayrılan serbest zaman süresi de dolmuş olduğundan, tur otobüsündeki yerlerimizi alarak Rotterdam’a doğru yola çıktık.

DENİZ SEVİYESİ ALTINDAKİ VOLENDAM

Başkent Amsterdam'dan daha çok dünyadaki iki küçük cenneti temsil eden, dev bir film platosunu geziyormuş duygusu uyandıran Volendam izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Amsterdam'ın yaklaşık 25 kilometre kuzeydoğusunda yer alan Volendam, büyüleyici, sakin ve butik olarak tanımlanabilecek pitoresk bir balıkçı köyüdür.

Deniz seviyesinin 6 metre altında olması nedeniyle etrafı setlerle çevrili olup, 600 yılı aşkın süredir kendine özgü karakterini korumuştur.

Kasabanın küçük evleri, ilginç sokakları ve keyifli mağazaları, ziyaretçilere güzel anılar bırakan romantik bir atmosfer yaratıyor.

Volendam'ı keşfederken Hollandalılara atfedilen bir sözle karşılaşacaksınız.

"Dünyayı Tanrı yarattı, Hollanda'yı Hollandalılar yarattı."

Volendam'ın ve yakındaki Marken gibi diğer büyüleyici köylerin güzelliğini keşfederken bu duygu size doğru geliyor.

Bir yanda Markermeer Körfezi, diğer yanda çok sayıda güzel ev ile kıyı şeridindeki evler, setin üzerindeki yol boyunca yürürken cazibelerini ortaya koyuyor.

Volendam, Hollanda'nın otantik güzelliğini deneyimlemek isteyenlerin mutlaka ziyaret etmesi gereken bir yer.

Amsterdam'a bir gezi yapmayı planlıyorsanız; Volendam, Edam ve Marken gibi yakındaki köyleri keşfetmeyi düşünün lütfen.

Yel değirmenleri ve balıkçılık mirasıyla bilinen bu büyüleyici yerlere Amsterdam şehir merkezinden kolayca ulaşabilir ve bir günde keşfedilebilirsiniz.

Ayrıca Amsterdam'dayken, UNESCO listesindeki kanallar boyunca, güzelliği ve tarihi önemiyle Venedik'i bile geride bırakan tarihi bir tekne turu yapma şansını kaçırmamalısınız.


21 Ekim 2014 Salı, Volendam Amsterdam…

Benelüx & Paris Sonbahar Turu ikinci gününde, rehberimiz Can iriliş’in deyimiyle ‘’Cennet gibi bir balıkçı Köyü’’ olan Marken’den, yerel saat ile 10.25 te ayrılıp, bir başka ”rüya gibi bir balıkçı köyü” olan Volendam’a hareket ediyoruz.

Rehberimize göre, Hollanda’yı tanımak ve anlamak için, Amsterdam dışındaki kırsalı tanımalıymışız. Kırsaldaki köyler, geleneklerinin yanı sıra doğal dokuyu da daha iyi korumuşlar.

Volendam, şirin mi şirin bir balıkçı köyüdür diyor rehberimiz. Huzur dolu, butik bir kasaba ile karşılaşacaksınız. Evleri, restoranları, barları, süs eşyaları satılan dükkânları son derece zevkli bir görüntü oluşturuyor.

Ayrıca bu dükkânlardan alabileceğiniz Hollanda bebekleri, tahta ayakkabılar, yerel kostümler, süs eşyaları gibi şeylerin fiyatları da Amsterdam’a göre daha hesaplıdır.

Hollanda denince aklımıza gelenlerin başında, Hollanda’nın inekleri ve peynirleri gelir diyen rehberimiz, yolumuz üzerindeki çiftlik kompleksinin ziyaretinin yararlı olacağını söylüyor.

Yol boyunca meralarda otlayan inekler, koyunlar, keçiler, atlar ve barındıkları çiftlik evleri oldukça ilgimizi çekti. Her çiftlik evinin kendisine özel otlanma alanları bulunuyor.

Hareketimizden yarım saat sonra sözü edilen hayvan çiftliğine ulaşıyoruz. Önce, çok değişik peynir ürünlerinin üretildiği bölüme giriyoruz. Yerel giysileri içinde bizi karşılayan, çiftlik sahibi olduğunu sandığımız, bir hanımefendi grubumuza üretim aşamalarını anlatıyor. Rehberimiz de tercümesini yapıyor.

Açıklamalar bittikten sonra tadım faslı başlıyor. Tadım faslından sonra da satış bölümüne geçiliyor.

Satış bölümünde, dünyaca ünlü 12 çeşit peynir bulunduğunu öğreniyoruz. Yeme içme ile pek fazla aram olmamasına rağmen, peynir markaları ilgimi çekiyor. Rehberimizin yaptığı çeviriye göre, adını Hollanda’daki Gouda kentinden alan ‘’Gauda Peyniri’’ dünyada en popüler olan Hollanda peyniri olup, inek sütünden yapılıyor.

Isındıkça uzayan bir peynir çeşidi olan Gouda tostlarda ve pizzalarda kullanılıyormuş. Taze Gauda peynirleri kırmızı parafin ve balmumu ile kaplanırken, eski Gaudalar ise siyah balmumu ile kaplanıyormuş.

Tekerlek şeklinde bir yapısı olan ve adını Hollanda’nın Edan kentinden alan bir başka peynir, yarı sert olup, parafinle kaplanmış. Hollanda’nın önemli ihraç ürünlerinden birini oluşturuyor.

Tadım ve alış veriş faslı tamamlandıktan sonra tur otobüsündeki yerlerimizi alıyoruz.

Rehberimiz, Hollanda’daki kara parçalarının büyük bir bölümünün deniz seviyesinin ortalama 6 metre altında olduğunu hatırlatıyor. Arkasından da, gülerek, Hollandalıların bir deyimini aktarıyor. Tanrı Dünyayı yarattı, Hollandalılar da Hollanda’yı yarattı. Deyimin haklılığı su götürmez biçimde gerçek.

Deniz seviyesi altında bulunan ülkenin büyük bir kesimi, taşkınlara karşı doğal ve yapay birimlerden oluşan bir kıyı savunma yapısı ile korunmaktadır.

Çağlar boyunca bu düşük kotlu bölgede yaşayan kişiler, denizden gelen tehditlere karşı sonsuz bir sıkıntı ile yüz yüze kalmışlardır. Bu nedenle, arazi ıslahı olarak bilinen denizden kazanım, polder olarak bilinen taşkın koruma sahaları yapımı, setler inşaatı ve deniz seviye kontrolü ile ilgilenmek zorunda kalmışlardır.

Kıyı alanındaki Hollanda yerleşimleri; neredeyse yarısını barajlar ve setlerin koruduğu 451 kilometrelik kıyı çizgisi boyunca, Dünya’daki en kapsamlı kıyı savunma sistemini kullanmaktadırlar. 1990 yılından bu yana kıyı politikası, kum beslemesi yoluyla, daha fazla toprak kaybını önleyerek, kıyı çizgisini korumaktır. Bu politika bugüne kadar başarılı olmuştur.

Günümüzdeki kıyı savunma sisteminden önceki uygulamada en etkin araçlar yel değirmenleriydi. Volendam’a girmeden önce, bir kanal üzerindeki özel mülkiyete ait bir yel değirmeninin fotoğraflarını çekmek için 10 dakikalık mola verileceğini söylüyor rehberimiz.

Verilen molada, uzaktan da olsa, fotoğraflar çekiliyor. Cervantes’in kahramanları Don Kişot ve Sancho Panza’nın ezeli düşmanı olarak tanımıştık yel değirmenlerini öğrencilik yıllarımızda.

Geçmişte su tahliyesi için kullanılan yel değirmenleri, günümüzde bıçkı tezgâhı ve yağhane olarak kullanılıyor. Elektrikten tasarruf yapılıyor.

Fotoğraf çekiminin ardından otobüsümüze binerek Volendam yolunu tutuyoruz. Yaklaşık 10 dakika sonra, Volendam’ın tur otobüslerine ayırdığı otoparkında otobüsümüzden inerek rehberimizin arkasına takılıyoruz. Kıyıdan köyün alış veriş merkezine ulaşmak istiyoruz.

Yağmurun yanı sıra şiddetli bir rüzgâr muhalefeti ile karşılaşıyoruz. Ancak, yılmadan yürümeye ve arada bir durup fotoğraf çekmeye çalışıyoruz.

Grup olarak, deniz seviyesinden oldukça aşağıda bulunan evler ile deniz arasındaki bir set üzerinde yürüyoruz.

Sete komşu olan konutların minnacık bahçelerinde olağanüstü bir peyzaj yapılmış. Eşimin heyecanla gösterdiği avuç iç kadar bahçelerin fotoğraflarını çekiyorum.


Sete komşu konutların arkasında yapay kanaletler ve çevre düzenlemelerinin göz alıcı olduğu konutlar bulunuyor. Anlıyorum ki, bu küçük balıkçı kasabası Volendam, Hollanda’nın gerçek güzelliklerini görmek isteyenlerin uğraması gereken bir yermiş doğrusu.

600 yıldır özelliklerini koruyan, kendine has küçük evleri ile bu romantik kasaba, ziyaretçilerinde hoş anılar yaratmayı başarıyor. Tekrar anlıyorum ki Hollanda Amsterdam’dan ibaret değil.

Amsterdam çevresindeki bu ufak ve şirin kasabalar konuklarını büyülü birer masal diyarına taşıyorlar. Yürüdükçe, Volendam kasabasının güzelliğinin sahil şeridindeki bir sokak boyunca ilerleyen sağlı sollu evlerinde gizli olduğunu anlıyorum.

Bir taraftan yürüdüğümüz set üstü yolun sağ tarafında, deniz seviyesinin altındaki bölgede yer alan birbirinden güzel evleri hafızamıza kazımaya çalışırken, rehberimizi de gözden kaybetmemeye çalışıyorum.

CENNETTEN BİR KÖŞE MARKEN

 

Hollanda deyince pek çoğumuzun aklına hemen Amsterdam gelir. Muhteşem kanalları, üzerindeki gemiden bozma evlerde hayatını sürdüren insanları, adeta bir senfoni havasında caddelerinde hareket eden bisikletlileri ile gerçekten görülesi bir yer.

Ancak, Başkent Amsterdam'dan daha çok dünyadaki iki küçük cenneti temsil eden, dev bir film platosunu geziyormuş duygusu uyandıran, Marken ve Volendam izlenimlerimi paylaşmak istedim.

Rüya gibi bir balıkçı köyü olan Marken, Amsterdam’ın 45 km kuzeydoğusunda Jsselmeer Gölü’nde bir ada iken, 1957 yılında kara bağlantısını sağlayan bir yol yapılarak yarımada haline getirilmiş. 

Anakara ile Marken arasındaki bağlantıyı sağlayan karayolu, yemyeşil doğası ve her iki yanındaki denizi ile romantizm kokar. Ayrıca, çiftlerin birlikte gezinti yapabilecekleri bisiklet yolları da bulunmaktadır.

Daha çok emeklilerin yaşadığı bir tatil kasabası tadında olan Marken’in rengarenk boyanmış ahşap evleri yerden yüksekte, kazıklar üzerine inşa edilmiştir.

Geçmiş yıllarda ortaya çıkan sel ve taşkınlara karşı alınmış bir önlem olarak kazıklar üzerine oturtulmuşlardır. Sonraki yıllarda yapılan hendekler, setler, değirmenler ve diğer önlemler sayesinde bu tehlike ortadan kalkmıştır.

Hollanda’da yerleşim yerleri genellikle deniz seviyesinin altında bulunmaktadır. Deniz ile yerleşim yerleri arasına yapılmış olan setler ve hendekler sayesinde binalar taşkınlardan korunmaktadır.

Eskiden yel değirmenlerinin binlercesi ile yapay su seviyeleri düşük tutulurken, günümüzde yel değirmenleri yerine gelişmiş pompa istasyonları bunu sağlamaktadır.

Hendekler, kanallar, mera ve yapılanma binlerce yıl boyunca yeniden kurgulanmış. Kilitler, yollar, kanallar ve meralar katı düz geometrik ilkeler doğrultusunda yeniden inşa edilmiş.

Marken yarımadasında yaşayan Kalvenci Hollandalılar; gelenekleri yüzyıllarca geriye gider. Fransa’da, papaz Jean Calvin’in 1532 yılında kurduğu Kalvencilik Papa’nın yetkisini yadsır.

Tanrı’yla kul arasına hiçbir otoritenin giremeyeceğini söyleyen ve Hristiyanlığı eski sadeliğine döndürmek gerektiğini öne süren, Katolik inançlarına aykırı bir Hristiyan öğretisidir.

Kalvenizm mezhebine göre, dürüstlük ve çalışkanlık birinci sırada yer alır. Bu inanç biçimi, o dönemde, söz gelimi Hollanda’da yükselen ekonomiyi de destekleyen bir inanç şekliydi.

Gündelik hayatlarında geleneksel Hollanda kıyafetleri giyen bu kapalı toplumun yaşlı üyeleri çalışkan, dürüst olan, dünya nimetlerinden uzak durarak ibadet eden rahipler kadar Tanrı’nın selametine hak kazanmış, küçük seçilmişler grubunun üyeleriydi.

Bu nedenle Marken, 1957 yılına kadar, dış dünyadan kopuk bir ada olarak bulunuyordu. Adanın yarımadaya dönüşmesiyle birlikte dış dünyaya da açıldılar.


21 Ekim 2014 Salı, Marken Amsterdam…

Amsterdam’a 33 km uzaklıktaki NH Schiphol Airport otelinde saat 07.30 da uyandırıldık. Duş alıp, kahvaltı salonuna indik. Açık büfe kahvaltı salonunda her şey vardı.

Taze sıkılmış portakal suyu ve çay eşliğinde mükemmel bir kahvaltı yaptıktan sonra, tur otobüsünde yerlerimizi almaya başladık. Tam 08.45’te bütün konuklar otobüsteki yerlerini almışlardı.

Günaydın Arkadaşlar diyerek yoklama yapan rehberimiz Can İliriş kaptana hareket edebiliriz dedikten sonra, bize dönerek, rüya gibi bir balıkçı köyü olan Marken’e gidiyoruz. Marken, Amsterdam’ın 45 km kuzeydoğusunda bulunan küçük bir kara parçası diye başlayan rehberimiz; Marken, Hollanda’nın I Jsselmeer Gölü’nde bulunan bir yarımadadır. İdari birim olarak Nord-Holland ilinin Waterland Belediyesine bağlıdır


Başlangıçta bir ada iken 1957 yılında kara bağlantısını sağlayan bir yol yapılmış. Böylelikle yarımada haline gelmiştir. Anakara ile Marken arasındaki karayolu, yemyeşil doğası ve her iki yanındaki denizi ile romantizm kokar. Ayrıca, çiftlerin birlikte gezinti yapabilecekleri bisiklet yolları da bulunmaktadır.

Eğer kara yolunda iseniz, yazları binlerce kuşun barınağı olan açık denize kadar yaklaşabilirsiniz. Yerel balıkçıllar, ördekler ve su tavuklarının yanı sıra, yazları kuzeye göç edip, kış yaklaşırken güneye gelen göçmen kuşları da görebilirsiniz.

Bu dümdüz uzanan yolda, aynı zamanda bisikletle dolaşmak ve yürümek de büyük keyif alınacak bir etkinliktir. Ayrıca, ıssız bir kayalığa kurulmuş olan eski deniz fenerine doğru güzel bir yürüyüş de yapılabilir. Diyen rehberimiz konuşmasına ara vererek bizlere çevreyi izleme ve fotoğraf çekme fırsatı veriyor.

Hava kapalı ve bulutlu…Ancak çevremizdeki doğa çok güzel, ıslanmaya ve üşümeye değer.

Yolumuzun her iki tarafında hayvan çiftlikleri ve tipik Kuzey Hollanda evleri var. Bağlantı noktası Zeedijk’e gelinceye kadar bir balıkçı köyü olan Purmerend’den geçtik. İki tarafında da deniz bulunan bağlantı yolunu geçerken rehberimiz Marken hakkında bilgilendirmeye devam etti. 


Daha çok emeklilerin yaşadığı bir tatil kasabası tadında olan Marken, bazı tur rehberlerinin anlattığı gibi, çiçekli kızlar göreceğiniz bir yer değil. Onların yerine çiçekli evler ve yollar görebilirsiniz. Rengarenk boyanmış ahşap evlerin yerden yüksekte, kazıklar üzerine inşa edilmiş olmaları dikkatinizi çekebilir.

Geçmiş yıllarda ortaya çıkan sel ve taşkınlara karşı alınmış bir önlemdir diyen rehberimiz, daha sonra yapılan hendekler, setler, değirmenler ve diğer önlemler sayesinde bu tehlike ortadan kalkmıştır.

Nihayet Marken köyü görülüyor. Yolun her iki tarafında Marken levhalarını görmek mümkün. Köyün içine motorlu araçların girişine izin verilmiyor. Turistik arabaların ise köy dışında özel olarak hazırlanmış bir otoparka park edilmesine izin veriyorlar.

Gerçekten de, yılbaşının aceleci dansözleri gibi yaptığım köy içindeki hızlı turumda, özel otomobil ve motorlu araca rastlamadım. Her neyse…

Tur otobüsü park ettikten sonra, otoparkı köyden ayıran yapay bir kanal üzerinden geçerek köye giriş yapıyoruz. Rengârenk boyalı evleri, çiçekli bahçeleri, yapay kanal ve kanaletleri ve Arnavut kaldırımlarıyla Marken bir masal köyü havasında karşımıza çıktı.

Dokusu bozulmamış tarihi evlerin ön cepheleri oldukça dar. Genelde, bir oda ve bir salondan oluştuklarını söylüyor rehberimiz. Ortalama büyüklükleri ise 45-50 metrekare civarındaymış. Bu durum Hollandalıların alçak gönüllü karakterini yansıtır diyor rehberimiz


Kent ve köy yerleşiminde, yazın güneş ışınlarından korurken, kışın bu ışınlardan yararlanmayı kolaylaştıran geniş yapraklı ağaçlar kullanılmış.

Bitki düzenlemesi yapılırken, aynı zamanda bina cephelerini yumuşatmak, meyve-sebze bahçesi oluşturulması gibi kişisel girişimlere olanak sağlamak ve açık alanlara insanları çekmek düşüncesi hâkim olmuştur.

Araçlara çok fazla toleransın tanınmadığı yerleşkede, yaya öncelikli bir düzenleme yapılarak, düz güzergâhlı yollardan mümkün olduğunca kaçınılmış.

Binaların tasarımında, maksimum ölçüde güneş enerjisi kullanmak ve minimum gölge etkisi yaratmak amacıyla güneye yönlendirmiş, güney cephesinde büyük pencerelerin, kuzey cephesinde ise kapalılığın hâkim olduğu tasarımlar yapmıştır.



SINIRSIZ ÖZGÜRLÜKLER ŞEHRİ AMSTERDAM

 


Avrupa’da, kuzeyin en renkli kenti ve Hollanda’nın başkenti Amsterdam, her şeyin serbest olduğu Özgürlükler Şehri olarak biliniyor.

Diğer taraftan; dünyanın en çok tarım ürünleri satan bir ülke olmasının yanı sıra Amstel Nehri’nin ağzında yer alan konumuyla Avrupa’nın ve dünyanın en önemli liman kentlerinden birisidir.

Hem tarihi dokusu hem kültürel zenginliği hem de çılgın gece hayatıyla Avrupa’nın en önemli turizm merkezlerinden biri olarak keyifli bir tatil rotası sunar konuklarına.

Kanallar ve köprüler şehri olan Amsterdam, her yıl milyonlarca turisti ağırlamaktadır.

Dünyadaki en önemli sanat eserlerinden bazılarını barındıran müzeleri sayesinde sanatseverlerin başlıca ilgi odağı olmaktadır.

Denizcilikle ilgili çok sayıda müze, sayısız eserler, etkinlikler ve panoramik eski mahalleler, su ile hayat bulan ülkenin en çarpıcı unsurları arasında yerlerini alır.

Değişik mimariye sahip kiliseleri, kente özgü çizgilere sahip renkli binaları, ünlü kafe shop’ları, kanal gezileri, yemyeşil parkları ve sokakları dolduran bisikletlileri ile Amsterdam, aklınızda yer edecek güzellikte bir şehirdir.

Özgürlükler Şehri olarak bilinen Amsterdam’da, hayallerinizde ne kadar çılgınlık varsa yapabilirsiniz, çünkü neredeyse her şey serbest bu şehirde. Bu nedenle, her türden gezgine hitap eden bir şehir Amsterdam.

Müzeleri gezdikten sonra isterseniz lezzetli yemekler yiyip alışveriş yapın, İsterseniz eğlencenin dibine vurmak istediğiniz yere gidin.

Farklı deneyimler yaşamak istiyorum da diyebilirsiniz. Arzu ettiğiniz her şeyi bulabileceğiniz bir şehirdir Amsterdam.

Dam Square olarak bilinen meydanın çevresinde Kraliyet Sarayı, Hollanda Ulusal Anıtı, Madam Tussod Balmumu Heykel Müzesi gibi yapılar yer alıyor.

Kırmızı Fener Sokağı’ndan sonra ulaşılan kanalın kenarında ‘’Erotik Müze’’ bulunmaktadır.

Adı cinsellik çağrıştırsa da içerisi yoğun bir hüzün barındırmakta olup, Müze, Amsterdam’daki seks işçilerinin yaşamlarından kesitler sunmaktadır.

Hollanda topraklarının % 32’sini tarım toprakları, % 40’ını çayır ve meralar, % 18’ini ise ormanlar meydana getirmektedir.

Çayırlar için %40 oldukça büyük bir rakam. Bundan ötürüdür ki süt ve süt ürünleri organik ve katkısızdır.

Nitekim, otobüsle yaptığınız bir gezide, pencerelerinizden sağınıza ya da solunuza bakarsanız, büyükbaş hayvan çiftliklerini görürsünüz.

Her bir çiftliğin, en az 10 dönüm olmak üzere, hayvanlarının otlanma alanları bulunmaktadır.

Kapladığı alan ile küçük bir ülke olan Hollanda, coğrafik yapısı ve kültürel birikimi ile çok şey sunmaktadır.


20 Ekim 2014 Pazartesi, Amsterdam…

Benelüx & Paris Sonbahar Turunun birinci günü sonlanmak üzere. Kanallar ve köprüler kenti olan Amsterdam şehrindeyiz.

Turun birinci adı olan Benelüx; Belçika (Belqium), Hollanda (Netherlands) ve Lüksemburg (Luxembourg) ülkelerinin ilk hecelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş ekonomik bir birlik olup, Avrupa Birliğinin öncüsüdür demişti rehberimiz Can İliriş.

Birliğin ilk ülkesi Amsterdam her yıl milyonlarca turisti ağırlamaktadır. Dünyadaki en önemli sanat eserlerinden bazılarını barındıran müzeleri sayesinde sanatseverlerin başlıca ilgi odağı olmaktadır.

Değişik mimariye sahip kiliseleri, kente özgü çizgilere sahip renkli binaları, ünlü coffee shop’ları, kanal gezileri, yemyeşil parkları ve sokakları dolduran bisikletlileri ile Amsterdam, aklınızda yer edecek güzellikte bir kenttir.

2012 yılında, kuruluşunun 10. yılını kutlamakta olan Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi önemli bir etkinlik gerçekleştirmişti.

Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. yılını kutlama etkinlikleri çerçevesinde ‘’Rembrandt ve Çağdaşları Sergisi’’ sanatseverlerin beğenisine sunulmuştu.

Amsterdam’daki Rijksmuseum ile Dünyanın önde gelen özel koleksiyonlarına ait olan eserler, Türkiye’de ilk kez izleyicilerle buluşturulmuştu.

Bir ay içinde 5 kez ziyaret ettiğim bu sergi sayesinde Hollanda’nın altın çağının yanı sıra topraklarının büyük bir bölümü deniz seviyesinin altında olan Hollanda’yı ve Başkenti Amsterdam’ı tanımaya çalıştım. Hollanda ve Amsterdam’ı Ziyaret edilecek ülkeler ve kentler listemin ilk sıralarına yerleştirdim.

Eşimle birlikte gezmeyi seviyoruz. 20 Ekim 2014 Pazartesi sabahı İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı’na saat 08.00 de ulaşmıştık. Dış hatlar terminalinde bilet check-in sırasına girip, bavullarımızı da verdikten sonra uçak saatini beklemek için free-shop’ta vakit geçirmek üzere, giriş yaptık.

Saat 10.35’te kalkacak olan Pegasus Havayollarına ait uçağımızın saat 13.15 te Brüksel Havaalanı’na inmesi bekleniyordu. Free-shop'ta biraz oyalandıktan sonra, kafelerden birine oturarak, gezimiz esnasında göreceğimiz yerlerle ilgili notlarımızı gözden geçirmeye başladık. Bir süre sonra da rehberimiz Can İliriş geldi ve kendisini tanıttı.

Tüm gezi boyunca olağanüstü bir performans gösteren, zamanı ve gezilecek yöreleri çok iyi ve verimli kullanan rehberimiz Can İliriş’e buradan bir kez daha teşekkür ederim Akıncı Ailesi adına. Bundan sonraki yazılarımda, Can İliriş yerine rehberimiz sözcüğünü kullanacağım.

Program gereği, saat 10.35 te bindiğimiz uçak, saat 13.15 te Brüksel Havaalanına indi. Bu arada saatler bir saat geri alındığından, saatlerimiz 12.15 i gösteriyordu. Fotoğraf makinelerimizin bu değişiklikten haberi olmadı tabii ki, onlarda saat yine 13.15 i gösterecekti çektiğimiz fotoğraflarda.

Rehberimizin yardımıyla, bir sorun yaşamadan, gümrük ve pasaport kontrolünden kolaylıkla geçtik. Tuvalet ihtiyaçlarımızı gidermek üzere WC’lere girdik.

Brüksel için ilk izlenim oldukça kötü oldu. Avrupa’nın başkenti durumundaki Brüksel Havaalanı tuvaletleri oldukça pis ve tuvalet sonrası rezervuarlardan su akıtacak olan baskı araçları da bozuktu. Hayal kırıklığına uğramıştım doğrusu.

Öyle ya da böyle, tuvalet ihtiyaçlarımız da giderildikten sonra, kırmızı saplı şemsiyesiyle bizleri etrafında toplayan rehberimizin eşliğinde bizi Amsterdam’a götürecek olan otobüsümüze giderek, bavullarımızı verdik ve koltuklarımıza oturduk.

Herkes yerini aldıktan sonra rehberimiz ad okuyarak yoklama yaptı. Sonra da konuklarımızın her gün farklı bir koltukta oturmasını rica etti. Tüm gezi boyunca, rehberimizin bu ricası yerine getirildi. 45 kişilik grubumuz hem uyumlu, hem de birbirine saygılıydı. Büyük çoğunluğunu hanımların oluşturmasının da bunda payı vardı sanıyorum.

Önümüzde yaklaşık 200 kilometrelik yol vardı. En önde ve sağdaki 3 ve 4 numaralı koltukları kendisine ayıran rehberimiz, uzun yolculuğumuzun rahat geçmesi için, konukların kendilerini tanıtmaları eylemiyle işe başladı.

Herkes sırasıyla, rehberimizin yanına giderek, kendilerine uzatılan mikrofondan kendilerini tanıttılar. Bu tanıtımlar sırasında esprilere konu olan cümleler, hem rehberimizi hem de diğer konukları rahatlatmanın yanı sıra eğlendirdi de.

sonrasında, sanıyorum 100 kilometreye yakın bir yol almış olmalıyız ki McDonald Restoranlarının bulunduğu bir yerde yemek ve ihtiyaç molası verildi. Mola süresi dolduğunda herkes yerlerini almıştı.

Rehberimiz Can İliriş yoklama yaptıktan sonra, Hollanda ülkesi hakkında panoramik bilgi vermeye başladı.

Toprak yönünden fakir olan Hollanda nüfus yoğunluğu fazla olan bir ülkedir diyen rehberimiz, Ülke özellikle peynirleri, yel değirmenleri, bisikletleri, laleleri ve sosyal hakları ile tanınır.

Çok sayıda kanal, bent, göl, köprü, suyolu vardır. Deniz seviyesinin altında kalan oldukça fazla miktarda toprak tarıma elverişli olup, ülkenin en göz alıcı yönlerindendir.

Hollanda topraklarının % 32’sini tarım toprakları, % 40’ını çayır ve meralar, % 18’ini ise ormanlar meydana getirmektedir. %40 oldukça büyük bir rakam. Nitekim pencerelerinizden sağınıza ya da solunuza bakarsanız, büyükbaş hayvan çiftliklerini görürsünüz. Her bir çiftliğin, en az 10 dönüm olmak üzere, hayvanlarının otlanma alanları bulunmaktadır.

Kapladığı alan ile küçük bir ülke olan Hollanda, coğrafik yapısı ve kültürel birikimi ile çok şey sunmaktadır. Çok sayıda denizcilik ile ilgili müze, sayısız eserler, etkinlikler ve panoramik eski mahalleler, su ile hayat bulan ülkenin en çarpıcı unsurları arasında yerlerini alır.

Rehberimizin anlattıklarını dinlerken, bir taraftan da pencerelerimizden hayvan çiftliklerini gözden geçiriyorduk. Otlanma alanlarında onlarca su kanalı ilk göze çarpanlardan biri…

Diğer taraftan doğal göletler her yerde kendini gösteriyor. Hollanda’nın Başkenti Amsterdam’a gelince, Kuzey Avrupa’nın parlayan yıldızı olarak tanımlanıyor.

Avrupa’da, kuzeyin en renkli kenti ve Hollanda’nın başkenti Amsterdam, Amstel Nehri’nin ağzında yer alan konumuyla Avrupa’nın ve dünyanın en önemli liman kentlerinden birisidir. Hem tarihi dokusu, hem kültürel zenginliği hem de çılgın gece hayatıyla Avrupa’nın en önemli turizm merkezlerinden biri olarak keyifli bir tatil rotası sunar diyor rehberimiz.

Kanallar ve köprüler kenti olan Amsterdam, her yıl milyonlarca turisti ağırlamaktadır. Dünyadaki en önemli sanat eserlerinden bazılarını barındıran müzeleri sayesinde sanatseverlerin başlıca ilgi odağı olmaktadır.

Değişik mimariye sahip kiliseleri, kente özgü çizgilere sahip renkli binaları, ünlü coffee shop’ları, kanal gezileri, yemyeşil parkları ve sokakları dolduran bisikletlileri ile Amsterdam, aklınızda yer edecek güzellikte bir kenttir.

Rehberimizin bilgilendirmeleri yolculuğumuzu kolaylaştırmıştı. Nihayet Amsterdam görünmüştü ama hava da kararmıştı. Fotoğraf çekme yönünden şanslı olamayacaktık. Yeterli ışık olmayınca, çektiğimiz fotoğrafların kalitesi düşecekti. Yarın fotoğraf çekme şansını bulacaktık.

Derken Amsterdam’ın merkez meydanı Dam’a geldik. Dam Square olarak bilinen meydanın çevresinde Kraliyet Sarayı, Hollanda Ulusal Anıtı, Madam Tussod Balmumu Heykel Müzesi gibi yapılar yer alıyor.

Rehberimiz bizi öncelikle Kırmızı Fener Sokağı’na götürdü. Bu sokaktan sonra ulaştığımız kanalın kenarında ‘’Erotik Müze’’ bulunmaktaymış. Adı cinsellik çağrıştırsa da, içerisi yoğun bir hüzün barındırmakta olup, Müze, Amsterdam’daki seks işçilerinin yaşamlarından kesitler sunmaktadır diyor rehberimiz.

Dam Meydanı çevresini dolaştıktan sonra, kentte panoramik bir tur yapıp, otelimize gidiyoruz. Oldukça büyük odamızda su ısıtıcısı da bulunmaktaydı. Çay demleyip, televizyon izledikten sonra, ertesi sabah saat 07.30 da kalkmak üzere, adeta yataklarımıza yapıştık.